Mustafa Kutlu hikâyelerini okumayı çok seviyorum. Kitapevine her gittiğimde Mustafa Kutlu'nun bir kitabını almak alışkanlık oldu adeta. Şimdi elimdekini bitirdim. Adeta bağımlılık yapıyor hikâyeler, sürekli okumak istiyor insan. Okuduklarımı biraz sindirdikten sonra, rafta sırada durana elim kendiliğinden gidecek. Zira ruhum o açlığı hissedip tatmin etme arayışına girecek.
Ya Tahammül Ya Sefer'i okuduğum zamandan bu yana bu böyle devam ediyor. Kimi öyküleri ben alıyorum, kimilerini elinde külliyat içinden farklı kitabı olan arkadaşlardan değiş tokuş usulüyle okuyorum. Bakalım ne zaman bitecek tüm seri? 22 tane hikâye kitabından 7 tanesini okumuşum daha. Sırada bekleyen çok. Bitmesini kim istiyor ki? Bir yandan bir an önce okumak istiyorum hepsini, bir yandan da bana haz veren bu dil uzun bir süre daha süreklilik arz edecek diye seviniyorum.
Son okuduğum kitabı Hayat Güzeldir. Elime alıp şöyle bir göz gezdirdiğimde kısa, birbirinden bağımsız öyküleri görünce üzülmüştüm doğrusu. Fakat daha ilk öyküde o üzüntü yerini, kitabın sonuna kadar kolay kolay gitmeye benzemeyecek sevince bırakıp kayboldu. Beni bu kadar etkileyen çocuklar mıydı acaba? Simit satan çocukları okuyordum, kendilerine yemek için ayırdıkları simitleri güvercinlerle paylaşmaktan çekinmeyen, aç oldukları halde yaptıkları iyilikle açlıklarını unutan çocukları. Hasta olmadığını öğrenen adamın ancak hastaneden çıktıktan sonra güneşi ve lalelerin açtığını ayırt edebileceğini, güneş değince mutlu olan yüzleri, hayat ile ölüm arasındaki o 'bir an'da, yaşadığını fark etmenin bazen çiçekleri fark etmekle mümkün olacağını okuyordum.
Önünde bahçesi olan evler nerede?
Mustafa Kutlu, doğal olan ile aramıza koyduğumuz mesafeyi kapatmak istercesine doğa tasvirlerini ön plana çıkarıyor eserlerinde. İçimizde olduğunu düşündüğüm fakat üzerine beton döktüğümüz için göremediğimiz yeşile olan hasretimiz ayyuka çıkıyor okudukça. Sanki öyle bir zamanı yaşıyoruz ki, bahçe ve içindeki meyve ağaçları yalnızca hikâyelerdeki evlerde var! Öyle bir an gelecek ki kitabı okurken, pencereden bakıp ağaç, toprak arayacağız. Yeşil renk gözümüze çarparsa kendimizi mutlu sayabiliriz. Evin arka tarafındaki zeytin ağaçları mütemadiyen azalıyor, yerlerine bir apartman dikiliyorsa o zaman ağaçlardan özür dilemek için sessizlik içinde başımızı öne eğebiliriz.
Sadece ismini duyduğum/okuduğum, görünce birbirinden zor ayırt edeceğim ağaçlar, çiçekler ve bunların içimi genişleten tasvirleri yazarın diğer hikayelerinde olduğu gibi bu kitapta da peşimi bırakmıyor. Zaten bol bol doğa tasviri okuyacağım kitabın ışıltı saçan kapağından belli. Şimdi ağaçların dallarında ordan oraya koşarak baharı müjdeleyen kuşların sesi gelmezse olmaz kulağa. Bu ses, ancak kulak kabartıldığı takdirde duyulabilecek yakınlarda bir yerde akmakta olan derenin sesine karışacak. Ordan da hikâye kahramanının şükrüne vesile olmasıyla kalmayacak, biz okuyucunun içine de işleyecek.
Umudun kuşu çocukların kalbinde kanat çırpıyor
Kitabı okurken film karelerinin gözümün önüne gelmesine mani olamıyorum. Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak filminde ustasıyla karpuz satan çocuğu görüyorum “Karpuz” isimli öyküde. Hem okuyorum, hem izliyorum sanki. Samimiyet aynı, kırlarda uzanıp çocukça hayal kurmalar aynı, kurdukları hayal gerçekten olmuş gibi mutlu olmaları aynı.
Kitaptaki bir diğer öykü olan “Rüzgarın Oğlu”nda Cennetin Çocukları'nı görüyorum bu sefer de. Yarışta dereceye girdiği takdirde neler olabileceğini hayal bile edemeyen çocukların rüyalarına eşlik ediyorum filmle karşılaştırma yaparak. Ortak nokta; yoksulluk içinde geçen günler, bu olmayışın acısını en fazla hisseden, kendini bununla büyüten, büyük sayan ve umudu koşmaya bağlayan çocuklar. Tek fark, filmdeki çocuk, kardeşinin ayakkabısı olsun diye koşuyordu, buradaki ise kardeşine bisiklet almak için.
İyilik yapma arzusuyla dolup taşıran kitap
Üstüne güneş doğmayan kadınlar anlatılıyor bu kitapta. Şehirlerin kenar mahalle semtlerinde oturan fakir ama kanaatkâr aileler, köyden kente göçüp şehir hayatına akıl sır erdiremeyen insanların geçim dertleri ama hep umut hep umut... Bencil, hep benim olsun diyen değil, paylaşan, hadis-i şerifi tatbik edercesine iyilikte yarışan insanlar bunlar. Birine yardımı dokunduktan sonra sebebi kendinden bilmeyip "İyi ki bana bu insanı gönderdin, kalbim olduğunu hatırlattın" diye Rabbine dua eden, bir iyilik yapıp kalplerinde çırpınan kuşu sakinleştirmek isteyenlerle dolu bu kitap. Ee bize de hikâyelerin sonunda mutlu olan insanların mutluluğuna ortak olmak düşüyor.
Ayşegül Sena Kara okumakla kalmayıp tavsiye ediyor