Bir zaman diliminin içinde doğarız. Düşüncelerimiz de eylemlerimiz de hep bu zaman aralığının içinde kendine bir mecra bulur, hayatiyet kazanır. Etrafımızda olup bitenleri göz ardı etmeyiz; tercih ve yönelişlerimizin çoğunda incelikle işlenmiş bakış açıları yer alır. Dünyanın nereye gittiğini anlamaya çalışırız, kavramak istediklerimiz arasında, olup bitenlerin yapısına ilişkin sorular bir hayli yer tutar. Dünyadan gafil olmak istemeyiz, onu bilmek hayatımızı kolaylaştırır, gidişatın bir parçası olmasak da olup bitenden haberdar olmak isteriz.
“Zamanın ruhu” bu gidişatın ana güzergâhını, temel ölçütlerini bize gösteren yönlendirici bir yaşam tasavvuru olarak dikkat çeker. Kimin hangi arada içeriğini belirlediği belli değildir, bizi evirip çeviren, oradan oraya sürükleyen o ana itkinin ne olduğunu anlamakta zorlanırız. Herkesin bir şekilde aktığı yöne dikkat kesiliriz. Nasıl olup da bunca insanın her durumda aynı şeylere meylettiğini, aynı tarzda düşünmeye ikna olduğunu, daha dün zevkle taşınan şeylerin hangi arada gözden çıkarıldığını bilmek isteriz. Zamanın ruhu bize hayatın akışı hakkında hemen her birimizi kendine ram eden bir teslimiyetin belli başlı öge ve temaları hakkında açıklayıcı bilgiler verir.
Zamanın ruhu örtük bir kolektiviteyi yansıtır. Bir zamandan başka bir zamana evrilir, evrildikçe dönüşür, her seferinde dünyayı başka bir şekilde görerek, başka bir biçimde tasavvur ederek kendimizi yeniden yeniden inşa ederiz. Yapılanma hep sürer, yaşımız ilerledikçe sahip olduğumuz tecrübe bize zamanın ruhunu dikkatle takip edip kendimizi ona göre biçimlendirme konusunda bir takım stratejiler dayatır. Öğrendiklerimiz bize kendi irademizi bağımsız bir şekilde kullanma konusunda hiçbir muhtariyete izin vermez. Çizgi diye bir şey vardır, onu aşmaya çalıştığımızda yasakla, suç ve günahla karşı karşıya gelir, dışlanır ve yapayalnız kalırız.
Zamanın ruhunu boş vermek
Geride kalmak zamanın ruhuna teslim olmamanın bir sonucudur, öyle denir öyle ilişkilendirilir. Nerede başarı hanesine kaydedilebilecek bir şey varsa onun da her şeyden önce bu ruha aşina olmakla ancak elde edilmiş olabileceği hatırlatılır. Zamanın ruhunu boş vermek bütün gemileri yakmak gibi algılanır, verili paradigmalar, belli başlı öğretiler, bilumum söylemler hep zamanın ruhuyla bir uyum gözeterek işlenirler. Bunları gözden çıkarmayı göze almak adadaysak bir denize iteklenmeyi, uçsuz bucaksız bir deryadaysak bir adaya sıkıştırılmayı beraberinde getirir.
Zamanın ruhunun bir atlastan; düşüncelerin, tercihlerin, duruşların bir bir işaretlendiği koca bir haritadan farkı yoktur. Gelenek, yenileyicilik iddiaları karşısındaki ihtiyat paylarına rağmen yine de bizden zamanın ruhuna açık olmayı bekler. Zaman artık herkes tarafından takdir edilebilen bir kıvamda yeni bir ruhla bütünleştiğinde gelenek de ona rağbet etmeyi yegâne kurtuluş olarak bize takdim eder.
Zamanın ruhu birbirinden farklı bağlamlarda işlenmiş bilgilerin, değişik kanallardan beslenen fikir akışlarının, daha geniş ölçekli bir dünyayı etkileme kapasitesi olan büyük değişim ve farklılaşma süreçlerinin ortak bileşkesi olarak hayatta yerini alır. Birbirini etkileyen devinimler hiçbir şeyi yerinde bırakmaz, her şeyi yerinden oynatır. Düşünceler yeni bir merhalede buluşur, tasavvur alanımız altüst olur, ilke ve inançlarımızla ilgili sadakatimiz sorgulanmaya başlar. Değişik bağlamlardan beslenen bu ruh hâli çekiciliğini giderek artırır ve gördüğü ilgiye bağlı olarak bize bir hayat tarzı, ufku ve düzeneği sunmakta gecikmez. Popüler olanı o işaretler, egemen olanı o gösterir, mahrumiyet de eziklik de onun ortaya koyduğu ölçü ve kıstaslar etrafında şekillenmeye başlar.
Bize bir takım modeller sunar
Dünya gözümüzde büyür, hayat bir fırsatlar alanı olarak ilgi görmeye başlar. Zamanın ruhu bize başta din olmak üzere, gündelik hayat, değer, ahlak ve düzen konularında yeni bir takım modeller sunar. Elimizde avucumuzda ne varsa onları yeni bir değerlendirmeye tabi tutmakta gecikmez, tedavülde olanı gözden geçirir, dün hiçbir itibarı olmayanı bugün yeni bir değerle baş tacı edebilir.
Zamanın ruhu gerçeklik dünyasının bir tür maneviyatı olarak da ele alınıp okunabilir. Bizi ikna ediş kabiliyetiyle, ruhumuza nüfuz ediş hızıyla, aklımızı başımızdan alma şehvetiyle, kanaatlerimize müdahale etme gücüyle ve bizi kendi akışına dahil olmaya zorlayan gevşek direktifleriyle hep esas olarak önümüzde durur ve bütün ufkumuzu kapatacak bir şekilde varlık alanında yer bulmakla kalmaz, bu şekilde bizi de peşine takarak otoritesini pekiştirmeye devam eder.
Bu kabuller ekseninde zamanın ruhuna kendimizi kaptırmak kuşkusuz sıklıkla beklenen bir şeydir. Zamanın ruhu paradigmayı, zihniyeti ve verili müfredatı da içine katan geniş bir mutabakat çerçevesi içinde insan yetiştirme düzeninin belli başlı sınırlarını ihata etme iddiasını taşır. Onu sorgulamak, itiraz kabiliyetini her fırsatta yeniden geliştirmek, bir karşı duruşla başka bir dilin başka bir söylemin imkânları üzerinde kafa yormak her şeyden önce bilfiil sorumluluk almayı, bilfiil bedel ödemeyi gerektirir. Karşı duruşun da bir tarihi, bir geleneği ve emsalsiz bir zevki vardır.
Gidişat üzerine konuşmak ve mevcut güzergâhı reddetmek entelektüel bir çabanın eseri olarak kendini var eder. Büyük anlatılar, derinlik iddiası taşıyan görüşler, başka bir seçeneğin imkânsızlığına dair ezberler ve mütemadiyen kabul gören teamüller karşısında mesafeli durmak, itiraz ehliyetini kullanmak, adalet ve merhamet çizgisini görecelik dünyasının bildik polemiklerinden kurtarmak için esaslı bir tefekküre, güçlü bir gözden geçirme ameliyesine ve hakikate ulaşma konusundaki bitmek tükenmek bilmeyen bir arzuya ihtiyaç duyulur.
Bizi kendi konteksi içinde kalmaya mahkûm eder
Zamanın ruhu bizi kendi kelimeleriyle düşünmeye kendi kavramlarıyla söz almaya, kendi düşünme kalıplarıyla fikir beyan etmeye ve kendi konteksi içinde kalmaya mahkûm eder. Çoğunluk iradesinin sık sık bu yönde tecelli etmesi aksi yönde bir düşüncenin, eylem ve tasavvurun gayri meşruluğu hakkında olası itiraz kanallarına karşı ağır tazyikler üretir. Karşı durmanın akılla, izan ve ferasetle ilişkisi sık sık hatırlatılır ve gündelik bilginin iktidarı en çok da zamanın ruhuna yönelik itirazlardan nem kapar.
Bir zaman diliminin içinde doğarız. Zamanın ruhu bize kendi hakikat anlayışını yegâne gerçeklik dünyası olarak takdim eder. Sorarak, soruşturarak bildiklerimizden emin olmamayı seçerek, sık sık kendimizi yoklayarak mümkün olan en iyinin en doğru ve en güzelin ne olduğu konusunda arayışımızı sürdürmeyi göze alırız. İçimizdeki sesleri asla bastırmadan onları vicdan, merhamet ve belli başlı akletme biçimleriyle ilişkilendirerek yeni bir dile kavuşturmayı seçtiğimizde bildiğimiz dünyanın karşısında durmanın pekâlâ mümkün olabileceğini bizzat görür ve deneyimleriz.
Zamanın ruhu onu vakti zamanı geldiğinde devre dışı bırakabileceğimiz bir ortak bilginin gelişip serpilebilmesi için dünya bilgimizi derinleştirmeye daha fazla muhtaç olduğumuzu bize hemen her noktada öğretmekten geri durmaz.