Rasim Özdenören kitapları, kendini anlamaya çalışanlara idrak kapılarını açan, kendini kolayca ele vermeyip piyasadaki fikir kitaplarının çoğunun aksine okuyucuya zihin jimnastiği yapmasını sağlayan türden. Bu izlenimi okuduğum bir kısım öykülerinde de hissetmişimdir.
Özdenören’in Yüzler kitabı, kitaplığımla ellerim arasında gidip geldi epey bir müddet. Kitabın ismi ve kapağındaki René Margeritte’nin tablosu Yüzler’in, ardındaki görünmezliği ifade etmesi açısından kitabın içeriğiyle olan uyumu mükemmeldi. İçeriğe vakıf olabilmek için duru bir idrakle kapağını aralamayı beklemiştim. Kitabın, içindekiler bölümünde sıralanmış başlıkları okumaya başladığımda düşündüğümden de ötesi çıktı karşıma. Kendi yüzümü ve başka bildiğim zannında olduğum yüzleri tahayyül etmeye koyuldum. Bir çerçeve arayışına girdim, bir yüzün kaç ayrı sahne içine koyulabileceği, İslamcıların etik yüzü nasıl olmalı gibi sorular ardı sıra geldi…
Rasim Özdenören’in açtığı nokta da Âl-i İmran suresinin 106. ayeti olan; “o gün bir takım yüzler ağarıp, bir takım yüzler de kararır” mealiydi. Kur’an-ı Kerim’de geçen bu “yüz” salt görünüşten ibaret olamazdı elbette. Yüzlerin ardındaki fikirler, eylemler şekillendirmiyor muydu zaten yaşadığımız dünyayı? Fertten umuma giden bir bakışın zihinde örnek mahiyetindeki varsayımlarla şekillendiği Yüzler kitabı, çıkarımlarıyla yeni düşünce ufuklarına kapı araladı.
Saçmanın Yüzü’ne kılıf bulma endişesindeki insanoğlu
Kitapta şekil bulan menfi yüzlerin anlatımı “Saçmanın Yüzü” makalesi ekseninde şekilleniyor. İnsanın yaptığı anlamsız yani saçma hareketleri akla uydurmaya çalışıp bir nedene dayandırmasının saçmalığını açık dille ifade ediyor yazar. Kendisini rahatlatmaya çalışan insanın eylemlerine bulduğu meşru sayılabilir isimleri bir kenara bırakmanın objektifliğini sunuyor ve olayların özünü göz önüne koyuyor. Burada insanın yüzüne bakmakla kavrayamadığınız yüzleri ayrıştırmak kolaylaşıyor gibi. Zamanın durağında durup düşünüyorum da; çocukların yüzünden başka yüz kalmamış olduğu gibi görünen.
Kendi yüzüne yabancı yüzler
Öyle ya, insanın kendini eleştirmesi nefse ağır gelir. Bilse de hatasını, dönüp kendine bozguncu, alaycı, nankör, küstah, arsız, yaltakçı, hasetçi yakıştırmasını yapamıyor. Yaptığı bu kötü eylemlere nedenler bulup meşru hale getirme gayretinde oluyor. Hatta kendini temize çekip olması gerekeni yaptığını bile iddia ediyor. Sanırım toplumsal çözülme tam da burada başlıyor. Topluma tevdi edilen korkular, endişeler, kötülükler, saçma davranışlar evrensel sonuçlar olarak insanın önüne çıkıp işlenen suçlara eğilim adeta engelsiz bir yol olarak gözler önüne seriliyor. Nedenler haklılık kazanıp acı verici sonuçlar hafifletiliyor.
Ebu Talib’in bahanesi
Sabit fikirlerimiz vardır. Tersyüz edemediğimiz. Cahiliye devrine gidelim. İslam’ın aydınlığı Arap yarımadasında doğmaya başlamıştır. Köleler zenginlere eş sayılmış, putlardan yüz çevrilmiş, hak ve adaletin sesi dalgalanmaya başlamıştır. Alışılagelenin dışında olaylar vuku bulmaktadır. Ve vahyin indiği, bir eline ay bir eline de güneş verilse bile davasından vazgeçmeyeceğini söyleyen bir kardeş oğlu vardır Ebu Talib için, bir de Mekke’deki konumu… Kureyşlilerin söylemleri endişesiyle “ben de varım” diyemeyen bahanenin yüzünü anlatıyor bu kıssayla Rasim Hoca. İnancın eyleme geçmediğindeki anlamsızlığını düşünmeden geçemiyorum.
Vicdanı rahatlatma çabaları
Sait Faik’in “Çatışma” hikâyesi etrafında algıların yüzünü tanımlamamıza yardımcı olurken, şeytanın yüzü duyulmak istediği kulağa kendini fısıldıyor. Batı edebiyatının yapı taşlarını oluşturan klasik romanların toplumda kimlik kazanmış kahramanları da yer alıyor Yüzler’in içinde. Raskolnikof’un cinayetini meşrulaştırma çabaları çoğumuzu ikna eden türden değil miydi? İvan, Hamlet, Gruşenka, Machebeth’in trajedileri, fısıltıların şekillendirdiği yüzleri ve bu yüzlere makyaj sürerek imkân dairesine sokmaya çalışmaları.
Sadece romanlarda yaşanmıyor bunlar. Yazar usta hikâyeciliğinin verdiği gözlem gücünden yararlanarak verdiği örneklerle anlatmak istediklerini taçlandırmış bence. Olmaması gereken içyüz’leri sıralamış ve okuyucuya kendi yüzünü bulma ve tüm bu kötülüklerden kendini nasıl soyutlayacağının yolunu göstermiş. İnsan olmanın erdemini taşıyan duruşlar nasıl olmalı, bunu kesin yargılarla ortaya koymuş.
Özetle söylemek gerekirse, yazarın, insanın kaşı, gözü, şekliyle işi yok bu kitapta. Kitabı okuduktan sonra şöyle bir soruyla muhatap ediyorum kendimi: “Kendi yüzüne nasıl bir kılıf istersin kıyamet günü?” İz Yayınları’nın çıkardığı Rasim Özdenören’in bu kıymetli denemeleri, kendini güncellemek isteyen herkesin dönüp tekrar tekrar okuyabileceği nitelikte… İnsanın bir çabası da erdemin, vicdanın, ahlakın yüzünü yakalayabilmek değil mi?..
Zeynep Saylan yazdı