Felsefenin temel kavramlarından biri de “varlık”tır. Kâinat var olan bir olgu olduğuna göre onu var eden de gerçek varlık yani Allah’tır.
Varlığımız, yüce varlığın yani Allah’ın varlığını ve birliğini kabul ettiğimiz andan itibaren bir anlam kazanır. Bu anlam, İslâm fıtratı üzerine yaratılmış olan insanoğlunun kul olarak en mükemmel mertebede yaşamasına hatta gerek sosyal gerekse ahiret hayatında mesut olmasına bir vesiledir. Bunu baştan kabul eden insan için benlik duygusu da önemini yitirir. Varlık dediğimiz olgu, Allah’ın var olmasından gayrı bir manaya intisap etmez. Özde tek olan varlık Allah’tır, yaratılmış diğer varlıklar O’nun varlığının ancak bir delilidir. Kâinat ise o yüce varlığın tecelli etmesinden ibaret olup sadece O’ndan gelen bir yansımadır. Gizli bir hazine olan Allah bu varlık âlemini bilinmek istediği için yaratmıştır. Bunun temelinde de aşk vardır.
“Kimseye düşman tutmazız ağyâr dahi yârdır bize
Kanda ıssızlık var ise mahalle vü şârdır bize
Adımız miskindir bizim düşmanımız kimdir bizim
Biz kimseye kin tutmazız kamu âlem yârdır bize”1
Varlık sevgisini ve aşkı en derin müşahede edebileceğimiz isimlerden biri olan Yunus Emre’de derin bir Allah aşkı ve bu aşktan doğan varlık sevgisi mevcuttur. Zira tasavvufta sâlik, gerçek varlığın bir tane olduğunu, bunun da Hakk’ın varlığından ibaret bulunduğunu, Hakk ve O’nun tecellilerinden başka hiçbir şeyin hakikî bir varlığı olmadığını bilir.2 Zerreden küreye bütün eşya âlemini kapsayan bu varlık sevgisiyle “ben”i ve “bencillik”i sonsuz birlik âleminde “biz”e dönüştüren iradeyi anlayabilmek için Yunus’un kabul ettiği ve yaşadığı tasavvufî düşünce ve hallerin bilinmesinde fayda vardır.3
Anadolu Türkleri, 11-12 ve 13. asırlarda çok yayılan tasavvuf yoluyla Türk şairlerinden Yunus Emre’yi de kendisine mürşit kabul etmiştir. Yunus Emre, insanların sosyal hayatta huzura ve güvene ihtiyaç duyduğu bir dönemde yaşamıştır. Sabır, şükür ve tevekkülün eksikliğini giderecek olan da onun içinde bulunduğu tasavvuf yolundan geçecektir. Yunus’ta esas olan, “ben”i yok ederek kâinatın varlık sebebi içinde “biz”e, oradan da Allah’ın varlığına ulaşmaktır. Onun sevgi ve birlik üzerinde ısrarla durmasının yegâne nedeni de budur:
“İkilikten usandım birlik hânına kandım
Derd-i şarabın içtim dermanım yağma olsun
Varlık çün sefer kıldı dost andan bize geldi
Viran gönül nur oldu cihanım yağma olsun”4
diyerek benlikten, ikilikten geçerek Hakk’a ulaşma yolundaki gayretini de ortaya koyan Yunus Emre, sevgi ve hoşgörü vasıtasıyla gönülde yer ederek maksadına ulaşabileceğinin farkındadır. Yunus’ta olduğu gibi diğer mutasavvıflar için de gönül, Allah’a ulaşmak istenilen yolda uğranılması gereken bir duraktır aslında. Gönül yolu, kalp yolu dediğimiz şey de budur. Bu sebeple en güzel surette yaratılmış olan insanın, yaratılış gayesinden uzaklaşmayıp gönül kazanmanın gönle girmenin önemini de sürekli hatırında tutması gerekmektedir:
“Ben gelmedim dâvî için benim işim sevi için
Gönüller dost evi için gönüller yapmaya geldim”5
Yaratılmış en büyük varlık olarak insanın, “ben”inden geçip “biz”e ulaşması ve bu fikrini hayat düsturu yapması gerekir. Bunun yolu ancak elif gibi dosdoğru durmaktan nefsin peşine düşmemekten geçer. Elif, bir rakam şeklinde yazılır ve ebced hesabındaki sayı değeri de birdir. Bu bakımdan elif, Allah’ın mutlak birliğine işaret eder. Noktadan elif, eliften de diğer harfler meydana gelir. Bütün varlıkların Allah’tan zuhur etmesi, diğer harflerin eliften çıkmasına benzetilir. Bütün harfleri elifte görmek mümkün olduğu gibi, bütün varlıkları Bir’de6 görmek de mümkündür.7
“Biz”i yakalayabilmek için görülen her yerde elifi aramak, elifi görmeye çalışmak gerekir. Zira “elif”e ulaşan kişide nefsin emareleri yok olmuş, “ben”den “biz”e ulaşmış demektir. Tasavvuf ehli “ben”i “sen’i değil, “biz”i seçer. Zira “ben”de bencillik ve nefse bağlanma zuhur eder. “Ben”in olduğu yerde kibir, hırs, riya, gurur vardır. Bunların olduğu yerde de gerçek varlıktan, Allah’ın sevgisinden söz edilemez.
Ne hoş bir lütuftur benlikten geçmek
Toplumda en çok sevilen ve aranan insanlar, bir gönülde yer bulan ve yokluğu her daim hissedilenlerdir. Bu değeri kazanmak elbette ki kolay bir süreç değildir. Nefse ağır gelen her ne varsa insanı zorladığı gibi sosyal ve kişisel hayattaki tesiri de o kadar güzel sonuçlar doğurur. Günümüzde en çok zorlandığımız bu noktayı Yunus Emre, çağlar öncesinden görerek o güzel ve anlamlı söyleyişiyle gönle dokunur. Zira Yunus Emre, kulun benlik duygusunu yıkarak “varlık evi”ni yani gönlü mamur etmenin derdindedir. Benliğinden geçen ruhta biz ortaya çıkarken varlığın birlik olgusuna yani gerçek varlığa ulaşacaktır:
“Ey dün ü gün Hakk isteyen, bilmez misin Hak kandadır?
Her kandasam ânda hazır, kanda bakarsam ândadır.
İstemegil Hakk’kı ırak, gönüldedir Hakk’a durak,
Sen senliğin elden bırak, tenden içeri candadır.”
Hayata benlik penceresinden bakan kullar için hem dünya hem ahiret hayatı pek çok meşakkatini de beraberinde getirir. Fakat nefsini bilen kullar için Rabbini bilmek de kolay olacaktır. Allah, kâinatın küçük bir zerresinden ibaret ve en güzel surette yaratmış olduğu insanda bu kâinatın özünü toplamıştır. Kişi bu noktalardan kendini biliyorsa ve bu minval üzere yaşıyorsa asıl erdemi de orada başlar aslında:
“Sendedir mahzen-i esrar-ı mahabbet sende
Sendedir maden-i envar-ı fütüvvet sende
Gizli gizli dahi vardır nice hâlet sende
Marifet sende hüner sende hakikat sende
Nazar etsen yer ü gök duzâh u cennet sende
Arş u kürsiyy ü melek sendedir sende
Hoşça bak zatına kim zübde-i âlemsin sen
Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen”
Âlemde gördüğümüz bütün desen, renk, şeklin hepsinde tek varlık vardır. Aslında görülen her parça, büyük bir yapboza aittir. Tasavvufta “kesrette vahdet” denilen de bundan ibarettir. Bu lütfa ancak benlik duygusundan geçmiş, varlık âlemindeki gizli sırra vakıf olabilen, Hakk’ın varlığını tam anlamıyla anlamaya talip olan kullar erişebilirler. Bu kullar böylelikle Yaratan’dan ötürü yaratılanı da hoş görecektir.
Ehliman Simitçioğlu
Dipnot:
1 Emine Sevim, Yunus Emre Şerhleri, Bilge Kültür Sanat Yayınları, s. 13
2 Süleyman Uludağ, Tasavvufi Terimler Sözlüğü, Dergâh Yayınları, s. 371
3 Mustafa Tatçı, Yunus Emre Yorumları İşitin Ey Yârenler, H Yayınları, s. 69
4 Mustafa Özçelik, Yunus Emre, Kültür Yayınları, s. 186
5 Ahmet Kabaklı, Yunus Emre, Toker Yayınları, s. 225
6 Allah Teâlâ
7 Süleyman Uludağ, a.g.e., s. 121