Emir Buhari Sohbetleri’nin 8 Şubat Cumartesi gecesi yapılan yeni dönemdeki ikinci sohbetin konuğu, Hilmi Yavuz’du. Bilindiği gibi Hilmi Yavuz, edebiyat tarihimizde yer alacak unutulmaz polemiklerin sahibi. Kendisi de polemikçi yanının farkında ve bundan hiç de dertli değil.
Kalabalık bir dinleyici kitlesinin bulunduğu sohbet, soru-cevap formatında gerçekleşti. Şair Ercan Yılmaz’ın Hilmi Yavuz’a sorduğu sorularla şekillenen sohbetten notlarımız şöyle:
İslam, estetik boyutu olan bir medeniyet
Ercan Yılmaz, Hilmi Yavuz’la birlikte Bursa Ulu Cami’ye yaptıkları bir ziyaretten bir anekdot aktararak sohbete başladı. Ercan Yılmaz, Ulu Cami ziyaretinde Hilmi Yavuz’un Cami’yi, camideki hatları uzun uzun inceledikten sonra coşarak, “İşte, medeniyet budur!” dediğini aktararak Hilmi Yavuz’a, kendisine bu cümleyi söyletenin ne olduğunu sordu. Hilmi Yavuz, önce Bursa’nın kendisi için ne anlama geldiğini söyleyerek başladığı sözlerini şöyle sürdürdü: “Bursa, Tanpınar’ın da dediği gibi, ruhaniyetli bir şehirdir. Çocukluğumdan itibaren Bursa’ya geldiğim için biliyorum bunu. Bursa hem ruhaniyetli şehir, hem yemyeşil şehir, hem de su şehridir. Gerçi şimdi yeşili kalmamış. Ruhaniyeti kalmış mı bilemiyorum. Yeşil ile ruhaniyet arasında bir ilgi var mı, onu da bilemiyorum. Ama artık yeşil yok. İslam-estetik ilişkisine gelince… İslam, estetik boyutu olan bir medeniyettir. İslam’ı sadece bir akaid silsilesine sığdırmaya çalışıyorlar. Bu, oryantalist bir bakış açısıdır. Unutmayalım ki, Allah güzeldir ve güzeli sever. Bu inanç ve düşünceye sahip olan bir topluluk, estetikten yoksun olabilir mi hiç?”
Yunus, bu medeniyet için ne ifade eder?
İslam-estetik ilişkisini bu şekilde açıklayan Hilmi Yavuz’a Ercan Yılmaz’ın diğer sorusu, “Yunus, bu medeniyet için ne ifade eder?” şeklindeydi. Bu soruya cevabı ilginçti Hilmi Yavuz’un. Hilmi Yavuz bu soruyu, “Bir estetik medeniyeti için şiir önemlidir. Şiir deyince de aklımıza gelen köşe taşı isimlerden birisi de Yunus’tur. Bizim medeniyetimiz sözel medeniyettir. İnsanımız kendisini hep sözle ifade etmiştir. Bu ifadede şiirin yeri çok önemli, çok özeldir. Şimdi bakıyorum da roman ve hikâye şiirin önüne geçmiş, şiir itilmiştir. Bu, bizim medeniyetimizin doğal akışına uygun bir durum değildir. Çünkü bizim insanımız, kendisini sözle ifade eder ve bu ifadenin de aracı şiir olmuştur hep. Roman ve hikâye, Avrupa medeniyetinin ürünleridir. Biz şimdi Avrupa medeniyetine mensup olsak bile, o medeniyete ait değiliz. Bizim aidiyetimiz başkadır ve bizim medeniyetimizde roman ve hikâye değil, şiir öncelik taşır. Şiirin geriye çekilmesi, medeniyetimiz adına ciddi bir sorundur. Şiirin geriye çekildiği medeniyetimiz, bir şeylerin eksildiği bir medeniyettir. İşte Yunus da, böyle bir medeniyetin önemli bir insanıdır.”
Yunus bizim mi, herkesin mi?
Hilmi Yavuz, bu sohbet dolayısıyla TYB Bursa Şubesi yetkilileriyle haberleştiklerinde, sohbet konusu olarak kendisine, “Bizim Yunus” başlığının önerildiğini ama kendisinin bu başlığı, “Bu başlık, Yunus’u sınırlara hapsetmektir,” gerekçesiyle kabul etmediğini söyleyerek, Yunus Emre’nin evrenselliği konusunda şunları aktardı. “Yunus Emre, hem bir şair hem de mutasavvıf olarak bizimdir ama biz, onu sadece ‘bizim’ yaparsak, onu sınırlamış oluruz. Yunus, aynı zamanda, çağının sorunlarını şiir üzerinden aktaran biridir. Yunus’un, “Çıktım erik dalına, anda yedim üzümü…” şeklindeki şathiyesinin, tasavvufi bir metin olduğu söylenir ama biri kalkıp, bunun başka sorunlara da işaret ettiğini söyleyebilir. Söylesin. Bunun ne zararı var ki? Yunus’a sadece İslami kesim değil, Sebahattin Eyüpoğlu, Cevdet Kudret gibi isimler de sahip çıkıyor. Bu isimler onun hümanist bir insan, sürrealist bir şair olduğunu söylüyorlar. Bunu demeleri Yunus’a zarar vermez; her insanın onu farklı okuduğunu gösterir. Bu da, aynı zamanda Yunus’un evrensel olduğuna bir kanıttır.”
Ahmet Serin aktardı