Kimi zaman çamurlara saplanmış çadırların içerisinde oradan oraya koşup yardım dağıtırken, kimi zaman bin bir emekle hazırladığı belgesellerin galasında görüyoruz Yönetmen Tülay Gökçimen’i. O, dünyadaki mazlumların derdini kendisine dert edinmiş, hem seslerini duyurmak hem de yaralarına merhem olmak için mücadele veren bir isim. Son dönemde özellikle İdlib’ten paylaştığı görüntüler ile hafızalarımıza kazınan Human Movie Team ve For Children kurucusu Gökçimen ile İdlib’teki insani kriz ve yeni projeleri hakkında konuştuk.
Kitabın ortasından konuşmak gibi olacak ama son dönemde büyük bir insani kriz yaşanıyor İdlib’te. Bölgedeki son durum nedir sizden dinleyebilir miyiz?
Aralık Ayı’nın sonu itibariyle Esed ve Rusya’nın İdlib kritik kara yollarının ele geçirilmesi için daha önce bombalanmayan yerleri yoğun bombardıman altına aldı. 400 bine yakın insan İdlib merkezden Türkiye sınırına kaçıyorlar. Ancak kapılar kapalı olduğu için insanlar arafta kaldılar. Kimisi Akdeniz üzerinden Avrupa’ya geçmeye çalışıyor ve boğularak hayatını kaybediyor. Şuanda bölgede yer gök insan dolu. Dağların tepeleri, ovalar her yer beyaz çadır dolu. Adeta çadır denizi gibi. İnsanlar yağmurdan, soğuktan, çamurdan saklanabileceği her yere sığınıyor. Okullara, hastanelere, camilere akın ediyor. Hâlihazırda vurulmuş ama ayakta olan okulların sınıfları kullanılıyor. Aileler battaniye ile ortaları kapatmışlar. Tahtaların tebeşir konulan yerlerine mutfak malzemeleri dizilmiş. Yine çok ilginç bir durum daha var. Bir caminin gasilhanesine 5 aile yerleşmiş. Tabutun içini de yatak yapmışlar, orada uyuyorlar. “Bizi yaşarken öldürdünüz!” mü demek istiyorlar bilmiyorum ama durum çok acı gerçekten.
Daha önce hiç vurulmamış yerlerde bombalandı dediniz? Ne yaptı peki o bölgedeki insanlar?
Tabi bugüne kadar hiç evinden çıkmamış köylüler, çiftçiler, zanaatkârlar ilk defa bombayla tanıştılar. Biz aslında insanî yardım için hâli hazırda orada Atme gibi Kerame gibi büyük kamplara gidiyorduk. Bu yeni gelen insanlar ilk defa çadırla tanışmışlar. Yani bazı çadırlara bakıyorsun kadın çamaşır makinesini, bulaşık makinesini, buzdolabını getirmiş ve elektrik yok. Aslında hiçbir şey yok. Belki de bir daha o makinelerini kullanamayacak ama kadın hâli yani çıkartmış onları da getirmiş. Belki yarın öbür gün onları gardırop yapabilir içine elbiselerini koyarak. Çok büyük bir şaşkınlık içerisindeler insanlar ne yaptıklarını ne yaşadıklarını anlamıyorlar. Bir tane kadın mesela bombadan kaçmış o çamur deryası içine bir çadıra yerleştirilmiş yaşadığı şeyin şokunda “İnşallah bir tane bomba gelir, füze gelir beni öldürür de ben bu rezil hayatı yaşamam.” diyor. Yani gerçekten çok zor, yardımlar elhamdülillah çok faydalı oluyor. Bizim ve bölgeye gidenlerin videoları paylaşması Anadolu Ajansı’nın görüntüleri çok faydalı oluyor. Bu sayede İdlib halkının neler yaşadığını herkes gördü. Kılıçtaroğlu’nun dediği gibi eli kanlı teröristler yok orada, çok fazla sayıda çocuk var kadın var. Bizde zaten o kadın ve çocukların hayatta kalmaları için bir şeyler yapmaya çalışıyoruz. Aslında savaştan önce İdlib’in nüfusu 500 binken şuan da 4 milyon kayıtlı insan var.
Peki, bu insanlar soğuk hava şartları altında hastalandıklarında ne yapıyorlar? Bir ilaç alabilecekleri ya da başvurabilecekleri hastane var mı?
Yani hâli hazırda sağlık ve ilaç çok büyük sıkıntı. Ben en son gittiğimde insanların bir ağrı kesici ilaç bulamadıkları için çok büyük sıkıntı yaşadıklarını öğrendim. Salgın hastalıklar var. Orada pek çok yeraltı ve yerüstü hastanesi vurulmuş. İdlib’de pek çok hastane vuruldu, yurtdışından gelen doktorlar da hayatlarını kaybetti. Sudan’dan gelen bir doktorun bombardıman sırasında hayatını kaybettiğini biliyoruz. Bireysel doktor çabaları var. Birde şöyle; sahanın yetiştirdiği çevresinde gördüklerinden, hayat tecrübelerinden dolayı doktor gibi davranan insanlar var. Bizde öyleyiz, başım ağrıyor dendiği zaman hemen çözüm yolu bulmaya çalışırız. Suriye’de bu özellik çok gelişmiş. Bazı insanlar bombalarla bacağı kopan insanlara farklı farklı şeylerden protez yapmaya çalışıyorlar. Mesela, geçen gün yağmur yağıyordu, yanımda bir doktor vardı aslında doktor değildi ama herkes ona doktor diyordu. Çünkü insanlara sağlık onuşunda çok yardımcı oluyordu. Yağmur yağarken abi dedi ki; “Çok şükür ya yağmur yağdı.”, “Niye öyle dediniz?” dedim. “Çünkü yağmur mikrobu kırıyor, şuanda çocukların hepsi hasta. Çok fazla salgın hastalık olduğu için yağmur yağınca ben seviniyorum mikrop kırılıyor diye.” dedi. Lakin hava çok soğuk çocukların çoğu çıplak ve ıslak geziyor.
Çocuklar hasta olmuyor mu peki?
Bağışıklık sistemleri ona göre gelişmiş. Benim oğlum iki haftadır öksürüyor yani dünya kadar ilaç veriyorsun ama yine de öksürüyor. Bütün imkânları var hava, hastane, doktor ama yine de öksürüğü zor geçiyor. Suriye’de de maalesef güçlü olanlar yaşıyor güçsüz olanlar ölüyor. Tek kelimeyle tarif edebileceğim şey şu. İlaç konusunda gerçekten büyük bir şey hazırlama arifesindeyim. Çocuklar için ağrı kesici, ateş düşürücü gibi ve psikolojik rahatsızlıklar için engelli çocuklar için bir sürü ilaca ihtiyaç var.
Yeni bir kampanya mı başlatacaksınız?
Bölgeden bana listeler gelecek şu şu ilaçlara ihtiyacımız var diye. Ona göre büyük çapta bir kampanya başlatacağız. Ben buradan doktorlara seslenmek isterim. Doktorlar gitsinler orada bir sağlık taraması yapsınlar. Giderken yanlarında ilaç götürsünler. Hemen böyle basit tedavi edici ilaçlar olabilir, vitaminler olabilir. Bunları yanlarında götürebilirler. Onlar doktor, bunlara ulaşmak daha kolay. Bir antibiyotik bulamadığı için hayatını kaybeden insanlar var Suriye’de. Pisipisine pek çok insan hayatını kaybediyor ya da haftalarca günler yatakta, yerlerde bu hastalığı yaşamak zorunda kalıyor. Belki bir antibiyotik tedavisi olsa bir haftada iyileşecek ama iyileşemiyor çünkü ilaç yok. İlaç sorunu o bölgelerde çok büyük sıkıntı.
Bundan sonraki kampanyanın ilaçla ilgili olacağını biliyoruz. Başka ne gibi ihtiyaçlar var?
Yani tabi ki o insanlar orada yaşamaya devam ettikçe biz For Children ve Human Movie Team olarak çalışmaya devam edeceğiz. Human Movie’nin şuan 10 bin çizme 10 bin çorap kampanyası var. Önümüzdeki hafta çizme dağıtımına gidecekler. Şuanda bizim çektiğimiz videoları izleyen pek çok insan harekete geçmiş durumda elhamdülillah. Türkiye’nin her yerinden, dünyanın her yerinden bize mesaj geliyor “Biz ne yapalım?” diye. Elhamdülillah keşke her zaman böyle olsa. İnanın bir aya kadar böyle değildi İdlib’e hiç yardım gitmiyordu. Her şerde bir hayır vardır. Esad’ın ve Rusya’nın bombaları, son bombardıman belki de dünyadaki vicdan sahibi insanların İdlib’i görmesine vesile oldu. Çünkü kim görse dayanamaz. Minik Erva’nın ölümüne herkes çok üzüldü ama yüz bine yakın Erva öldü. Suriye’de bir sürü çocuk yanarak, donarak, enkazın altında kalarak hayatını kaybetti. Hepsine birer ağıt yakmamız gerekir. Erva, İdlib’in ön plana çıktığı dönemde hayatını kaybettiği için ve ölüm şekli de çok acı olduğu için böylesine gündem oldu. Yani bu savaş devam ettiği sürece, onlar çadırlarda yaşamaya devam ettiği sürece bizim özellikle çocuklar ve kadınlar için projelerimiz devam edecek. Mesela, yine Halep tarafında bir uzay evi planımız var.
Nasıl bir proje? Halep tarafında mı?
Evet orada. Çocuklara teknolojiyle alakalı bir çalışma yapmak teknolojiyi onlara götürmek istiyorum. Buradan birkaç belediyeyle görüştük. Orada bizden sonra da ziyaret edip o teknolojiden yararlanabilecekleri belki bir oda kurmayı düşünüyoruz. Bir de kitap hazırladık Türkçe ve Arapça “Umut Dolu Hikâyeler” adında. Bu hikâye kitabını tamamen gönüllülerle hazırladık. Çocuklar Türkçe öğrensinler diye içerisine Türkçesini de ekledik ve çizimlerle renklendirdik. Yakında onu da kamplarda dağıtacağız. Tamamen bu yaşadıklarının geçici olduğunu anlatan onları hayata bağlayacak umut dolu hikâyeler yazdırdık çocuk edebiyatçılarımıza. En yakın zamanda dağıtacağız.
Kitabın basımı ile ilgili bir sponsora ihtiyacınız var mı?
Evet, tabi ki bir matbaa bize “Ben o kitabı basarım.”, dese çok memnun oluruz.
Tüm bunların dışında yönetmen kimliğinizle ilgili de bir şey sormak istiyorum. Gidip geliyorsunuz o ortamı da çok iyi gözlemliyorsunuz. Bununla alakalı bir projeniz oldu mu? Bir belgesel ya da hâli hazırda ne gibi bir çalışmanız var?
“Savaşın Güçlü Kadınları” diye 8 dakikalık kısa bir belgesel çektik. Belgesel, savaşta kocasını, çocuklarını, evini her şeyini kaybetmiş ve bir çadırda ayakta durmaya çalışan bir kadının hikâyesini anlatıyor. Dört çocuklu, hem de bacağı olmayan engelli bir çocuğuyla, çadırda yaşayan bir kadını anlatıyor. Sabahtan akşama kadar bir çadırda ne yapılır, nasıl yemek yenir, nasıl bulaşık yıkanır, hayat nasıl geçer onu anlatmaya çalıştık. Mültecilerle alakalı pek çok çalışmamız var ben insanî yardımla uğraşmaktan belgeselciliği ikinci plana atmak zorunda kaldım. Pek çok video yapıyoruz, bu videolarla onların dertlerini anlatmaya çalışıyoruz. Şuanda yine mülteci çocuklarla alakalı yeni bir projem var. Ona başlayacağım inşallah şimdi tam belli olmadan söylemeyeyim. Önümüzdeki haftadan itibaren onun için çalışmaya başlayacağım. Mülteci çocuklarla alakalı yaklaşık iki senedir üstünde çalıştığım bir araştırma dosyası. Dünya genelinde bir dosya belgeseli olacak, haber belgeseli.
İki çocuklu bir anne olarak bunları yaparken zorlanıyor musunuz?
Bana “Çocuk sana zor değil mi?” diyorlar. Ama çocuk zahmet değil rahmet diyorum. Her zaman inanın ben pek çok kez çocuklarımla yaptığım işin bereketini görüyorum. Bazen işlerimi de kolaylaştırıyorlar gerçekten. Filistin’de örneğin, onlar olmasaydı ben bir belgesel çekemeyecektim. Gerçekten onlar olduğu için belki de güzel bir belgesel çektim. Yani çocuklarımla, eşimle birlikte hep beraber bu yola baş koyduk. Eşimin adı hiçbir yerde geçmiyor ama çok destek oluyor sağ olsun. Planlamayı her zaman birlikte yapıyoruz. Bazen ben böyle yoruluyorum, “Şunu da yapmasam mı?” diyorum eşim çıkışıyor, “Neden yapmıyorsun?” diye. Mesela, en son biz eşimle yine koştururken yine kızım okulunda kampanya yaptı. Hatta oğlumun bütün oyuncaklarının üstüne çöktü. Ondan bile oyuncak aldı. Yani hep beraber onların vaktinden çalmadan uğraş veriyoruz.
Yanlış anlaşılmasını istemem, ben çocuklarımın vaktinden alıp başka çocuklara vermiyorum inanın. Bir şey yapıyorsak hep beraber dengeleyerek yapıyoruz. Olan oluyorsa bana oluyor. Benim kendime harcayacak özel bir hayatım yok, özel bir vaktim yok çok az uyuyabiliyorum, gerçekten çok az dinlenebiliyorum. Olan bir şey varsa kendime yapıyorum ama çocuklarımın vaktinden, eşimin, evimin vaktinden çalmıyorum. Her gün evimde sıcak yemeğim vardır benim elhamdülillah, çocuklarım evde büyüyorlar. Bir şey yapacaksak hep beraber yapıyoruz. Bir olaydan etkileneceksek hep beraber etkileniyoruz. Mesela Suriye’ye ben günü birlik gidiyorum, sabah gidiyorum akşam geliyorum. En fazla bir gün kalıyorum. Ama ben iki üç hafta çektiklerimi paylaştığım için insanlar ben orada yaşıyorum zannediyor. Öyle bir şey yok gidince biz yüzlerce video çekiyoruz sonra sırayla paylaşıyoruz.
Hiçbir şekilde evimi ihmal etmeyi düşünmüyorum. Ama dünya da bizden ibaret değil. O çocukların benim çocuklarımdan hiçbir farkı yok. Orada kaçırılan, organları için kötü muamele gören çocukların, açlık sefalet içinde yaşayan çocukların benim çocuklarımdan hiçbir farkı yok. Onlar orada o hâldeyken ben burada çocuklarımı kutsayamam. Yani bu bedeli ödeyeceksek hep beraber ödeyeceğiz. Kendi çocuklarıma nasıl davranıyorsam onlara da öyle bir anne şefkatiyle yaklaşmaya çalışıyorum. Bu da onların benim için ne kadar önemli olduğunun bir ispatı diyebilirim.
Son olarak, sizin gibi yönetmen olup bu tarz işler yapmak isteyen gençlere ne tavsiye edersiniz?
Yönetmen olmak isteyen kardeşlerle sürekli eğitimler yapıyoruz. Sağ olsunlar bıkmadan usanmadan geliyorlar, bir şey yapmak istediklerini söylüyorlar. Zaten dünyada bu yaşananlardan şikâyetçi olan inanın binlerce genç var. Her biri bana ulaşıyor, ulaşamayan, beni göremeyen mesaj atıyor “Ne yapabilirim?” diye. İnanın bazen bende çaresiz kalıyorum o kadar farklı şeyler söylüyorlar ki. Mesela, bir tane öğrenci kaç haftadır ona verilen bursları gönderiyor, gönderme dediğim halde gönderiyor. Human Movie’deki arkadaşlar kendi zamanlarından ayırıp 7/24 bir ajans gibi çalışıyorlar. Herkes kendi mizacına göre kendi yeteneğine göre en güzel neyi yapabiliyorsa bu dünya için onu yapmalı. Herkes yönetmen olmak, belgesel çekmek zorunda değil. Güzel fotoğraf çekiyorsunuzdur, güzel yazı yazıyorsunuzdur, güzel resim çiziyorsunuzdur, güzel mantı yapabiliyorsunuzdur, güzel ip atlayabiliyorsunuzdur, güzel saç tarayabiliyorsunuzdur… Her şeyin bir önemi var. Bu yetenekleri insanlık için kullanmaları, değerlendirmeleri yeterli diye düşüyorum.