Türkiye Diyanet Vakfı, İBB Kültür A.Ş. ve Edebiyat Sanat ve Kültür Araştırmaları Derneği’nin (ESKADER) birlikte organize ettiği Beyazıt Ramazan Sohbetleri, son gününde Sadık Yalsızuçanlar’ı konuk etti.

ESKADER’den Mehmet Nuri Yardım’ın takdiminin ardından, Sadık Yalsızuçanlar konuşmasına geçtiğimiz günlerde vefat eden Mustafa Miyasoğlu ile ilgili duygularını paylaşarak başladı.

Varlığın tüm macerası Hakkın tecellisi

Mâide suresindeki gökten inen sofranın irfan sofrası olduğunu, insanın, irfanı ruh-i insaniye yükselerek kazanacağını söyleyen Yalsızuçanlar, “Ramazan-ı Şerif de bir irfan sofrasıdır.” dedi.

Modern edebiyatımıza Ramazan ruhunun tam anlamıyla yansımamasına dikkat çeken yazar, edebiyatımızın kutsal, insani ve ruhani malzemeden çok, kötücül ve hayatın negatif kutbuyla ilgili malzemelerden beslendiğini vurguladı: “Değiştirici, dönüştürücü olguların başında Ramazan gelir. Edebiyatımıza onun yansımadığı gibi bir secde anı da yansımaz. Niyazi Mısri’ye, Yûnus Emre’ye baktığımızda hayata ve eşyaya hak nazarından baktıklarını görürüz. Var olanlara hak nazarından baktığımızda Hak olur, halk nazarından baktığımızda halk olur, helâk olur. Zerreden küreye, karıncadan deveye varlığın en olumlu kutbundan en olumsuz noktasına kadar tüm macerası aslında Hakkın kendinden kendine tecellisidir.”

Tecelli tekrar etmez, farklı biçimde yaşanır

İnsanın gönlünde hakkın, vahdetin tam anlamıyla tecellisi için, baktığını Hak görebilmesi için dünyaya da bir süre bakmaması gerektiğini belirten Yalsızuçanlar, geleneksel edebiyatçının gönül eğitiminden geçmiş, bir yol göstericinin kelamıyla mayalanmış, hakkı nefsinde ve bütün varlıklarda idrak etmiş kimse olduğunu açıkladı. Karacaoğlan’dan Bolulu Dertli’ye bu tecrübelerin yansıdığı dizelere örnekler verdi. Sözlerine Yûnus Emre ile devam etti: “Yûnus Emre bütün insanlığın hikâyesini içinde taşıyan bir hikâyedir. Bir çilingirdir kendinden sonrakilerin yolculuğu için. O, manevi, ruhsal yolculuğun tam kemaliyle tecelli ettiği tecrübelerin yansımalarıdır.”

Vahyin dalga dalga insanlık dünyasına yayılışının kültürü de etkilemeye başladığını ifade eden yazar, “Din sadece kitapta var olan şey değildir. Alana indiğinde farklı zenginlik ve tonlarda gerçekleşir. Aynı ilke farklı biçimde yaşanır. Peygamber kıssalarını mutlaklaştırmamak gerekir. Onlar bizim için Kur’an’ın beyanıyla birer ibret ve hikmet vesilesidirler. Peygamberlerin imtihanlarını hepimiz ayrı ayrı farklı tecrübelerle yaşarız. Tecelli tekrar etmez, farklı biçimde gerçekleşir.” dedi.

“Gözü olana gün ışımıştır”

Günümüzde edebiyatçı olarak bu yollardan geçip seyr-i süluku tamamlamamışsak sadece beş duyuyla gözlenenleri belki biraz hayalle kurguladıklarımızı anlatabileceğimizi dile getiren yazar, zanlarımızla, vehimlerimizle bir dünya kurduğumuzu, bunun sahte olduğunu ise bir kılavuz karşımıza çıkana kadar anlamadığımızı söyledi. Yıkmadan, yıkılmadan yapılmadığını Niyazi Mısri’nin “Yıkıldı kal’a-i fikrim yapıldı dinim îmânım “ dizesinden yola çıkarak aktaran Sadık Yalsızuçanlar şunları ekledi:

İmam Ali efendimizin sözüdür. Gözlüye gizli yok, derler. Fethi Gemuhluoğlu ‘Gözü olana sabah ışımıştır.’ der. Kişi manevi düzey ve algısına göre görür. Kişinin gördüğü şey baktığı yerle ilgilidir. Genelleme yapacak olursak modern edebiyatımızda dünyaya kapanmadan yazdığımız için daha çok celal tecellileriyle ilgilenilir. Ârif edebiyatçılar da olumsuz şeylere bakarlar ama gerisindeki Hakkı görürler.”

Gönlünde hak tecelli etmiş kişinin suret âleminde göçmen kuşlar gibi olduğunu açıklayan Sadık Yalsızuçanlar, her şeyin Haktan olduğu idrakine ulaşmış bir insanın, haksızlık karşısında kılıcını çekeceğini ama gönül incitmesinin mümkün olmadığını, ondan yalnızca adalet ve merhamet ortaya çıkacağını ifade ederek sözlerine son verdi.

 

Ceylan Ergin haber verdi