Değişik vakitlerde adresime gönderilen kitaplar aldım, alıyorum. Önceden postacı getirirdi. O kadar çok kitap ve dergi gelirdi ki bir zaman, sitede muhtemelen en çok benim posta kutum için yorulduğunu düşünürdüm. Zaten bir müddet sonra bu yoğunluk sizi postacı ile arkadaş yapar. Selamlaşırsınız. Sizin farklı bir adres olduğunuza kanaat getirir. Gizemli bir iletişim kanalı kurulur sanki aranızda. Kitap, dergi işleri bir postacı için her zaman öyledir. Uzun yıllar bu böyle sürer.

Şimdi kargo şirketleri üzerinden veriliyor bu hizmet. Her seferinde farklı kargocu arkadaş. Ne sizin dünyanızda ne de onun dünyasında size yönelik bir iletişim kanalı geliş(e)miyor doğal olarak. Yine her ay dergiler ve kitaplar geliyor ama, ayak üzeri üç beş dakika sohbet, hal hatır sorma, belki bir şey ikram etme vs. artık bunlar yok. Hiç ol(a)mayacak… Gizemi de tabi ki…

Adresime bir postacı tarafından getirilen son kitap 2008 yılının Şubat ayında oldu. Zarfın dışında hiç tanımadığım bir isim. Sivas/Yıldızeli’nden gönderilmiş. Sivas deyince bende akan sular durur. Rahmetli Muhsin Başkan’ın memleketi... Partinin kuruluşundan 2000 yılına kadar onlarca kez gidip geldim Sivas’a. Konserler o kadar yoğundu ki, nerede ise gitmediğimiz ilçesi kalmazdı. Tabi memleketin farklı yerlerine de ama Sivas her vakit özel bir topraktı bizim için. Bu, hüzünlü bir meseledir o gelenekten gelenler adına artık.

Şuayip Pişkin/Şubat 08/Yıldızeli/Sivas

Zarfı büyük bir merak ile açtım. Kapağın iç tarafında uzunca bir metin. Vakti ile yaptığımız çalışmalara ilişkin hüsnü niyetlerini bildiren zarif cümleler. Bitiminde isim ve imza: Şuayip Pişkin/Şubat 08/Yıldızeli/Sivas… Sonra kitabın içinden, bir sendikanın Yıldızeli ilçe temsilciliğini yaptığını gösteren kartvizit de çıktı. Hemen kartvizitte yazan numarayı aradım. Bir müddet karşılıklı konuştuktan sonra adresime nasıl ulaştığını sordum sanırım. Benim hiç tahmin edemeyeceğim biçimde, ilgili sendika üzerinden bulmuş adresimi. Yaşadığım şehrin şube başkanını aramış. Muhtemelen şube başkanı beni tanıyor olmalı ki, adresimi vermiş kendisine. Beni mahçup edecek zorlu bir arayış. Çok etkilenmiştim bundan.

Şuayip Bey’in büyük bir incelik ile gönderdiği kitabı, Kendi yazdığı şiirlerden meydana geliyordu. İsmi: “Ateş Soylu Kelimeler”. Yıldızeli Çok Programlı Lisesi’nde çalıştığı yazılı idi kartvizitinde. Ayrıca doğum tarihini tahmin edebileceğim bir mail adresi vardı. Benden iki yıl sonra dünyaya gelmiş gözüküyordu. Aynı kuşaktanız. 70’lerin çocuk gözü ile algılanabilecek dünyasına tanıktık yani. Sonra 80’lerin acı günleri… 90’lar ise gençlik yıllarımız... Üzerimizde büyük etki bırakan yıllar. Ortak dünya tasavvurlarından besleniyorduk. Kitabında bana yazdığı uzun cümleler ve şiirlerinin kurgusunda yararlandığı kelimeler bunu gösteriyordu. Muhtemelen aynı gazeteleri takip ettik, aynı dergilere abone olduk, aynı yazarları okuduk, aynı konferanslara katıldık, aynı vakıflar gidip geldik, aynı evlere girip çıktık.

Onun gülümseyen fotoğrafının sanki bir tarafında ben de varım…

Şöyle giriş yapmıştı kitaptaki cümlelerine bana ithafen : “(…) Ne gam tanışmıyorsak? Ben sizi ‘Tebessüm Provaları’, ‘Kurutulmuş Gül Mevsimi’ ve ‘Artık Kuşlarını Uçur’la yeterince tanıyorum. Sizin anlattığınız gibi mi tanıyorum acaba? Doğrusu, bilemiyorum. Ama galiba daha çok benim anlamam gerektiği biçimde tanıyorum. (…) ‘Ateş Soylu Kemiler’ de, fakirin duygu ve düşüncelerine ayna tutuyor. Üzerinde durmaya layık ise şayet, bir vesileyle görüşürüz inşallah. Bir yanım Piraziz Giresun’a bağlıdır zira. Mevla hayırlı çalışmalarınızı tamamına erdirsin dilerim.”Şahsıma yazılmış başka özel cümleler de vardı tabiî ki. Ancak bunlar artık aramızda gelişen saygın ilişkinin özel hatıraları…

Bundan birkaç yıl sonra gazetelerdeki şu haber metni dikkatimi çekti : “Yıldızeli Çok Programlı Lisesi Müdürü Şuayip Pişkin, soğuk algınlığı ve grip sonrası bir süre ilaç tedavisi gördü. Okul Müdürü Pişkin, iyileşemeyince, geçen 24 Mart’ta Sivas Devlet Hastanesi’ne başvurdu. Sağlık durumunun ciddi olması üzerine Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi’ne sevk edilen Pişkin, burada anestezi yoğun bakım ünitesinde tedavi altına alındı. Kamuoyunda domuz gribi olarak bilinen H1N1 virüsünü kaptığı belirlenen Şuayip Pişkin, 23 gün süren yaşam mücadelesini yitirdi. Evli ve 2 kız çocuğu babası Pişkin’in eşinin hamile olduğu, çiftin bir erkek çocuk bekledikleri öğrenildi…” Hatta dunyabizim.com’da da hemen bir yazı çıktı Şuayip Beyile ilgili o tarihlerde.

Dünya yolculuğunu tamamlamış ve sizin ile aynı kuşaktan, yüz yüze görüşmeseniz de arkadaş olduğunuz bir yazarın kitabında biraz evvel not düştüğüm ve şahsınıza yazılmış özel cümleler çok daha ağır gelir artık. Okuduğunuz her kelime hüzün yüklüdür ister istemez. Bitirdiğiniz her cümlede durup gözlerinizi kapamak, ağlamak istersiniz. Ya da gazetelere yansıyan bir haber metninin çok daha ötesinde derin acılar açar ilgili manşetler…

Şuayip Bey’in suretini bilmediğim için, ilk kez dunyabizim.com’da çıkan yazıda görmüştüm fotoğrafını. Yüzü o kadar tanıdık, o kadar bildik geldi ki bana, sanki aynı mahallenin, aynı sokakların çocuğuymuşuz ve yıllarımız birbirimize küçük anılar bırakarak geçip gitmiş gibi hissettim. Hastane odasında çekilmiş ve dünyaya dair son gülümsemesini bıraktığı fotoğraf böyle duygular geçirmeme sebep olmuştu bir anda.

Rahmetli Şuayip Bey’in acı vefatı ardından görev yaptığı lisenin dergisi “Kemankeş”, 2012 yılında kendisi ile ilgili olarak bir özel sayı hazırlamıştı. Dergi bende yok ama internetteki tanıtım metinlerinden haberim oldu. Yıldızeli Çok Programlı Lisesi’nde bu özel sayıya katkı sunan ve Şuayip Bey’i tanıma fırsatı bularak okuyan öğrenci arkadaşlarımı ve en önemlisi bu vefalı duruşu yapılandıran okul müdürü ve öğretmen arkadaşları da kutlamak isterim. Ben tanıyamadım Şuayip Hoca’yı. Ama gülümseyen fotoğrafının sanki bir tarafında ben de varım. Elimi omzuna atmışım ve dünyaya dair son gülümseyişini paylaşıyorum. Arkamızda Yıldızeli’nin hüzünlü dağları…

Ateş Soylu Kelimeler kitabından bir şiiri:

GEL

Uykuya küs oldum gecelerde gel

Duada ağladığım seherlerde gel

İçli içli söylediğim türkülerde gel

Gel ey Anka Kuşum, yeter ki gel

 

Bu aşk yüreğime közler ekti, gel

Tuttum alevleri, od tutuştu gel

Sabır ufuk bendini çoktan aştı, gel

Gel ey Sevgili Canan, yeter ki gel

(s. 85)

 

NOT: Yıldızeli Çok Programlı Lisesi’nden ilgili arkadaşlar, eğer Kemankeş Dergisi’nin o özel sayısını bana gönderebilirler ise çok bahtiyar kalırım.

İletişim: [email protected]

 

Selçuk Küpçük yazdı