Harcının en önemli maddesi Hz. Adem ile başlayıp Hz. Muhammed (sav) ile biten İslam inancından beslenen geleneklerimiz bize, mabetlerin, insanın ruhunu besleyen en önemli vahalar olduğu için dünyevi olandan uzak kalmasını öğütler. Mabetler kalbin, ruhun maveraya açılan kapıları olduğu için saf olmalı, berrak olmalı, insanın süfli yanlarına ve dünyaya dair her ne varsa onları hatırlatmaktan uzak olmalı bilgisi, toplum olarak genlerimizde var. İslam dünyası olarak bizler de genlerimizde kodlu bu bilginin gereğini olabildiğince yerine getirmeye çalışmış, mabetlerimizi dünyayı ve dünyaya dair her şeyi hatırlatacak şeylerden uzak tutmaya çalışmış; mabetlerimizi sadece sağlam, estetik ve heybetli yapmakla kalmamış, onların içini de kalbe ilahi kelamı nakşedecek biçimde tezyin etmişiz.
Bu yüzdendir ki mabetlerimiz bize huzur verir, sükûnet verir. Ruhumuz Karadeniz gibi çalkalandığında, ilk sığınağımız, insanın ruhundan taa ötelere bir yol döşeyen derinlikli pencereleriyle bir Selimiye, bir Mihrimah Sultan Camii, bir Diyarbakır Ulu Cami, bir Bursa Yeşil Cami… olur bu yüzden.
O beyit kime ne mesaj veriyor?
Ama bu camilerden biri var ki, onda hem bir heybet, hem bir yeniden diriliş hem de ince bir hüzün vardır. Bu hüzün ince ama yakıcı bir hüzündür ve çok derinlerdedir. O kadar derindir ki bu hüzün, en sonunda dayanamamış, mihrabın alnına yerleşivermiştir bir beyit olarak.
Bilindiği gibi Bursa’da Yeşil Külliye’nin içinde bulunan Yeşil Cami, Yıldırım’ın Timur’a yenilmesiyle tarih sahnesinden silindiği sanılan Osmanlının ikinci dirilişinin kıyamıdır. Bu kıyam, gerçek bir kıyam olmuş ve bu tarihten sonra Osmanlı, hem devlet yönetiminde, hem estetikte ve hem de bilimde yeryüzünün önemli bir coğrafyasının mutlak hâkimi olmuştur. Yeşil Cami, bu hâkimiyetin kutup yıldızıdır, muştucusudur. İşte bu muştuyu avazı çıktığı kadar haykıran Yeşil Cami’nin çinilerinde ilginç bazı yazılar vardır. Bu yazılardan en ilgi çekeni ve kültür-akademi dünyasında da tartışma konusu olan yazı, mihrabın alnındaki çiniye nakşedilmiş bir beyit. İslam dünyasının ünlü isimlerinden Şeyh Sadi’nin Gülistan adlı eserinden alınan beyitteki ifade şu: “Zulmeden kişi bu zulmü bana yaptığını sandı; bana yapılan zulüm geçip gitti ama vebali onun boynunda kaldı”
Da Vinci’nin şifresi gibi bir şifre mi?
Yeşil Cami’nin duvarlarında başka beyitler, başka dörtlükler de bulunmasına rağmen, en çok ilgiyi çeken bu beyit olur. Zamanla bu beyit, birçok tartışmanın da merkezini oluşturur: Bu beyit buraya ne amaçla yazılmıştır? Kastedilen kimdir?
Dan Brown’un Da Vinci Şifresi’ni yayımlayıp gizemli şekillerin, güya gaipten haber veren şifrelerin herkesin gündemine oturmasından sonra, Yeşil Cami’deki bu beyitlerin de birer şifre olduğu ve gizeminin zamanla çözüleceğini söyleyenler çıktı.
Öte yandan, beyitte üstü örtülü bir beddua olduğu da yine rivayetler arasında. Çelebi Sultan Mehmet’in emriyle camiyi yaptıran Vezir Hacı İvaz Paşa’nın vezirlikten azli ve sonrasında da gözlerine mil çekilmesinin acısıyla bu beyti oraya yazdırdığı söylenmektedir. Ama zamanın tarihine kısa bir yolculuğun, bu ihtimali geçersiz kıldığı hemen anlaşılmaktadır. Çünkü cami 1419 yılında bitirilmişken Vezir Hacı İvaz Paşa’nın vezirlikten azli ve sonrasında da gözlerine mil çekilmesinin tarihi ise 1424’tür. Tarihi kronoloji, bu ihtimalin varlığına engeldir.
En kuvvetli rivayet, akademik dünyanın da kabul ettiği rivayettir. O güne kadar bölgenin hükümran devleti olan Osmanlının Timur’a yenilgisi sonucu bir anda tarih sahnesinin dışına itilmesi ve üstelik de hazinesiyle beraber “Ruhaniyetli Şehir Bursa”nın da ciddi bir yağmaya uğramasının hem yöneticiler hem de toplumun tüm katmanlarında yol açtığı ruh yırtılmasının etkisiyle böyle bir beytin bir mabede yazıldığı rivayeti, en ciddi rivayet olarak geçerliliğini sürdürür. Bu beyitle gönderme yapılan kişi, Bursa’yı da yağmalayan Timur ordusu ve bu ordunun yaptığı yıkımdır. Kısacası, tarihi sürekliliğin de desteklediği hâkim görüş, bu beytin, canı yanan bir vezirin padişaha sitemi değil, yıkılan ama yekinip ayağa kalkan bir devletin, canını yakan insanlara bir sitemi olarak anlaşılmasının en doğru yorum olacağıdır.
Ahmet Serin yazdı