Bir “Amerikan Rüyası”ndan bahsedilirdi. Çok çalışmanın, para kazanmanın, başarının kutsandığı… Müreffeh, ileri, hep ilerde, gelişmiş, genişlemiş bir “Amerikan Rüyası”. Bütün insanlığın efsunlandığı… Bol şans, bol kazanç… Upuzun demokratik hayaller, insan hakları söylevleri… Neonlar, çılgınca eğlenceler, dev motorlu arabalar, gökdelenler, yüksek duvarlı malikâneler… Kısacası: Kazanmak, kazanmak, kazanmak, sonsuzca…
“Amerikan Rüyası” değil “Amerikan Kâbusu” görüyorum!
Bir adam, bir zenci adam böyle bir rüyanın olmadığından bahsediyordu. Yok, öyle bir rüya… Malcolm Little’ydi O. “Amerikan Rüyası değil Amerikan Kâbusu görüyorum!” diyordu. Evet, Amerikalılar dışında herkesin kâbusu olan bir rüya. Kendi dışındaki insanları tenlerinden, renklerinden, dillerinden dolayı insan yerine koymayanların ülkesi Amerika. Dünyanın özgürlükler ülkesi, fırsatlar cenneti, kapitalizmin kalesi aslında dayak yemişlerin, itilip kakılmışların, dışarıda bırakılmışların feryatlarıyla, çığlıklarıyla tıka basa dolu. Bir rüya uğruna kandırılmışlarla, yerinden yurdundan edilmişlerle, kölelerle, zencilerle…
Tam da bu vebalı dünyanın ortasında bir isyan bayrağı açılacak: Malcolm Little ya da Malcolm X ya da Malik El Şahbaz… “Amerikan Rüyası”nın paramparça ettiği bir ailenin mensubu. Babası zenci karşıtı ırkçı Ku Klux Klan Örgütü tarafından öldürülmüş. Anne akıl hastası… İlköğrenimini zencilerin mahallesindeki okulda tamamlar. Avukat olmaktır en büyük hayali. “Amerikan Rüyası” zencilere avukatlık mesleğini layık görmez. Marangoz olması tavsiye edilir. Üniversiteye gidemeyen Malcolm kendini sokaklarda bulur. Dünyanın bütün zencileri gibi… Beyaz olmayanların tek seçeneği: Sokaklar… Harlem sokakları… Her türlü gayri meşru işler, alkol, esrar, kumar, hırsızlık, çeteler… Bıçkın bir delikanlıdır Malcolm. Yerinde duramayan, enerjik, öfkeli… Harlem sokaklarının sonu hapishaneye çıkıyordu her zaman. Malcolm’un yolu da… Hapishane Malcolmiçin bir inziva mekânı oldu adeta. Bir mağara… Daha doğrusu hapishanenin kütüphanesi. Bulduğu, eline geçirdiği kitapların satırları arasında kaybolur gibiydi. Bir arınma, tefekkür… Uzun uzun düşünüyordu, ölçüp tartıyordu her şeyi. Mağarasındaydı ve aydınlık için azık biriktiriyordu. Çıkacağı büyük yolculuğa hazırlık… Onun üniversitesi Harlem sokaklarıydı, yüksek lisansı hapishane… Bu gerçeği kendisi de ifade etmişti: “Bir insanın düşünmeye ihtiyacı varsa, gidebileceği en iyi yer, bana sorulursa, üniversiteden sonra, hapishanedir.”
Bugün, Malcolm’un uzattığı parmağı bir silah olarak görmeyenler, onu hiç anlayamamıştır
“Malcolm Little” olarak girdiği hapishaneden “Malcolm X” olarak çıkar. Hapishanede öğretilerinden etkilendiği Elijah Muhammed’in yanındadır artık. Yanı başında. En güvenilir adamıdır Elijah’ın, kurmaylarından… Elijah zenci ırkçılığı yapan, Müslüman olan ama İslam’ı bilmeyen bir örgütün lideri. Amerikan Rüyası’nın kirlerini bünyesinde taşıyan, Amerika’nın beyaz ırkçılığına karşı siyah ırkçılığı bayraklaştıran bir örgüt. Malcolm’un kaderi burada, beyazların ırkçığından zencilerin ırkçılığına savrulmak olarak tecelli eder. Karizması, enerjisi, adanmışlığı, pervasızlığı, sağlam kişiliği Malcolm’u öne çıkarır. Sarsılmaz özgüveni, zekâsı, hitabeti ve samimiliği… Bütün bu durumlar örgütte rahatsızlık yaratmaya başlar. Örgüte fazla gelmektedir Malcolm. Aynı zamanda örgütün işleyişini, pratikteki yanlışları gören “X” gidişata karşı tavır almaya başlar. Bütün cemaatlerde, örgütlerde olduğu gibi sesi kısılmaya çalışılır. Bilindiği gibi cemaatler, gruplar ve örgütler içinden çıkan farklı sesleri ya kısar ya da yok eder. Malcolm, bu dönemde örgütten kopar ve hacca gitmeye karar verir. Nitekim de gider hacca. Aynı zamanda Ortadoğu ve Afrika’yı da dolaşır. Gerçek arınmayı burada yaşar. İslam’ın hiçte Elijah’ın anlattığı gibi olmadığını görür. İslam kardeşliği onu derinden etkiler. Irkçılıktan uzaklaşır. Ve artık hayatına Malik El Şahbaz olarak devam eder. Amerikan ırkçılığına, sömürüye karşı İslam’ın evrensel çağrısını haykırır.
Bulanmadan durulmaz hakikati gereğince Malik El Şahbaz da önce Harlem sokaklarında daha sonra Elijah Muhammed’in yanında bulanır. Hac ziyaretinde durulur. Dupduru bir müslüman olarak döner, büyük kâbusların Amerika’sına. Varlığı artık hem Amerika için hem de Elijah için büyük tehdittir. Çünkü hakikati bulmuş ve hakikati savunmaya başlamıştır. Gerçektir onun kavgası. Tezgâhları dağıtmıştır O. Amerika ve Elijah arasındaki göstermelik mücadeleyi bütün çıplaklığıyla ortaya koyar. Tezgâhı dağılanlar, düzeni bozulanlar ortadan kaldırmak isterler Malik El Şahbaz’ı. Ve nitekim 21 Şubat 1961’de Manhattan’da bir konferans esnasında göğsünden vurularak şehit edilir.
Malik El Şahbaz, Malcolm Little olarak başladığı lanetli hayattan, Harlem’in suça, kana, belaya bulaşmış sokaklarından “Ahsen-i Takvim”e yükselmiş bir âdemoğlu. İslam’ın insanı yükselten, şereflendiren, değerli kılan ipine sımsıkı sarılmış… Bir vicdan olmuş “Amerikan Kabusu”nda. İnanmanın vicdanı… Serserilik ve keşmekeşle dolu sokaklardan muazzam bir direnişe, tertemiz bir mücadeleye yürüdü, en güzel yürüyüşle.
Malik El Şahbaz, özgürlüğün, insan haklarının, demokrasinin kalbi, beyni olarak pazarlanan Amerika’nın dünya çapında fiyakasını bozan, gerçek Amerika’yı hepimize gösteren bir büyük öncü. Gerçek bir özgürlük ve insan hakları savunucusu. Bugün Amerika, Malik El Şahbaz döneminde kendi zencilerine uyguladığı her türlü insanlık dışı muameleyi dünyanın geneline yayıyor. Demokrasi, insan hakları, serbest piyasa yalanlarıyla süslenmiş bir ambalajla. Amerika dün topraklarındaki zencileri, bugün bütün Müslümanları böcek gibi gören bir küstahlık içinde. El Şahbaz, bu küstahlığa karşı savaş vermişti. İşte şimdi, burada El Şahbaz’ın küllenmiş ateşinin harlanması şart. Yeniden yakılmalı onun meşalesi. Yine ve yeniden…
Malik El Şahbaz, edebi metinlere, lüks konferans salonlarındaki söylemlere malzeme edilecek bir nesne değil. Küresel tezgâhların kucağında Malik El Şahbaz güzellemeleri hiç de doğru değil. El Şahbaz, siyah beyaz bir nostaljik kare olamaz. Ergen gençlerin anarşik takılımları hele hiç… O ve onun büyük mücadelesi, bugün Harlem sokaklarına hapsedilmiş bir mücadele olarak bırakılamaz. El Şahbaz’ı sevmek mazlumları sevmek, emperyalistlerden nefret etmektir. Karizmasıyla, büyüleyen hitabetiyle karşı durduğu zulme, ezilmeye, haksızlığa, ırkçılık lanetine aynı heyecan ve şevkle karşı durmak gerekir. Onu gerçekten anlayan adam, Amerika’nın ve dahi bütün emperyalistlerin dünyadaki ve Ortadoğu’daki tecavüzlerine, yıkımlarına hayatı pahasına karşı durur. Edebiyat yapmaz. Şahbaz, edebiyat yapmadı. Canıyla ödedi davasının faturasını. Silik, pısırık, mızmız bir tavır onun kavgasının çok uzağında. Malik El Şahbaz’ın yanında durmak, Şark topraklarında, topraklarımızda taş üstünde taş, baş üstünde baş komayan, Moğollardan daha tehlikeli modern Haçlı sürülerine karşı açık bir savaş ilan etmek anlamına gelir. Onun Amerika’daki varoluş kavgası, dünyanın bütün ezilmişlerinin, horlanmışlarının, dışarıda bırakılmışlarının kavgası…
Bugün, Malcolm’un uzattığı parmağı bir silah olarak görmeyenler, onu hiç anlayamamıştır.
Selam olsun Malik El Şahbaz’a!...
Muaz Ergü yazdı