Yayın dünyasının önde gelen yayınevlerinden birkaçının bizlere sunmuş olduğu bu kıymetli eserleri sizlerle paylaşalım istedik. Dadaloğlu'nu birde Yusuf Yıldırım'dan dinleyin, çocukluk, taşra hallerini İsmail Özen'in  Babamın Şarkısı kitabı ile anın, Fatih Tetik'ten I. Abdülhamid Dönemi Savunma Sanayii ve Silah Teknolojisi hakkında bilgilenin istedik.  

Dadaloğlu

Yusuf Yıldırım

KETEBE

Bu mütevazi çalışma, Anadolu’nun kurucu isimlerinin öne çıkarılarak, bu isimlerin özellikle genç nesiller tarafından tanınmasının amaç edildiği “Türkçeyi Kuranlar” projesi kapsamında hazırlanmıştır. Dadaloğlu’nun hayatı ve sanatı hakkında bilgiler veriliyor.

Sinân-ı Ümmî

Ahmet Ögke

KETEBE

Millî kültürümüzü ve dilimizi inşa eden isimlerden, ustalardan biri Sinân-ı Ümmî. Elmalı gibi bir taşra yöresini, sade ve herkesin anlayabildiği öz Türkçesiyle, örnek ahlâk ve yaşantısıyla, tesir gücü çağlar ötesine ulaşan etkili şiir diliyle tam bir ilim, irfan ve sanat merkezi hâline getiren bir söz üstadı. Onun gibi bir şahsiyetin bütün insanlığa sunduğu âb-ı hayat niteliğindeki sözlerin bugün bile ilk günkü kadar taze oluşu ise işaret ettiği yolun doğruluğundan olsa gerek.

Kan: Bir Hristiyanlık Eleştirisi

Gıl Anıdjar

KETEBE

Gil Anidjar, Kan: Bir Hristiyanlık Eleştirisi’nde edebiyattan felsefeye, antropolojiden mitolojiye, teolojiden siyasete, tıptan hukuka uzanan bir “kan” okuması yaparak, Batı Hristiyanlığı’nın kendi kanını nasıl farklılaştırdığını inceliyor. Batı’nın seküler teslisi olan ulusun, devletin ve sermayenin damarlarında akan kanın peşine düşen Anidjar, okura idrak etmek için okumaktan fazlasını gerektiren, üzerine düşünüle­cek bir eleştiri sunuyor.

Kitap, Şimdiye kadar Batı’nın farklı uzmanlık alanlarının da yardımıyla kendi dışındaki dünyaya yönelttiği bakışı Batı’ya iade eden bir çalışma. Batı’nın kendisini Hristiyanlık olarak nasıl kurduğuna ve hâlâ da nasıl dönüşmüş, sekülerleşmiş bir Hristiyanlıkla varlığını muhafaza ettiğine dair ansiklopedik bir çözümleme ve emsalsiz bir eleştiri.

Hedef: Patton-II. Dünya Savaşı’nda Gizli Ajanların Nefes Kesen Komplosu

Robert K. Wilcox

KETEBE

Kitap, efsane general Patton’a suikast komplosunun adım adım izini sürerken aynı zamanda CIA ve KGB’nin atası olan istihbarat örgütlerinin Avrupa’yı nasıl arı kovanına çevirdiklerini ayrıntılarıyla veriliyor. Suikastlar, komplolar, katliamlar, din­lemeler ve politik oyunların dehşete düşüren dünyası bizzat gizli ajanların ağzından anlatılıyor. Öyle ki, Sovyetlerin ajanları arasında bakanlar, üst düzey yetkililer ve hatta neredeyse Başkan olacak bir isim bulunuyordu.

Yoldaş Zylo’nun Yükselişi ve Düşüşü

Dritero Agolli

KETEBE

Komünizm ve sosyalizm hicvi bir kara roman. Arnavutluk’ta sosyalizm zamanı geçen, bürokrasi ile insan ruhunun çatışmalarını konu alan, yozlaşmayı kara mizah ile anlatan bir eser. Bu kitap, düştükçe yükselenler ve yükseldikçe düşenler için…

Okuduğumuz bu roman zor şartlar altında can bulmuş bir romandır. İlk bakışta sos­yalizm döneminin özgürlüğe izin vermeyen katı kurallarına uyan bir şekilde yazılmış gibi dursa da aslında büyük bir zekâ ve ima ile yazılmıştır. Derin ve şaşırtıcı bir hiciv ile karşı karşıyayız! Alen Boske- Le Figaro

Okuduktan sonra insanda hem bir tebessüm uyandıran hem de bir iç sızısını var eden bu kitap sayesinde geçmişimizi hatırlıyoruz. Ralf Shuler- Neue Zeit

Köpeklerin Kalbi

Süleyman Unutmaz

KETEBE

Güçlü, dokunaklı, öfkeli; Thomas Bernard’a, Bela Tarr’a yakın bir sesi var şairin. ‘Rüzgar’, ‘atlar’, ‘çocukluk’ şairin sık kullandığı imgeler. Kendi deyimiyle kitabın adı şurana geliyor: “Hem çocukluk hem de köpeklerin mahsun bakışlarını, herşeyin etrafında koşup durunca birşey yapmamalarını düşünmüştüm o zamanlar. Köpekle­rin Kalbi en çok da ses ve keskin bir ifade olarak sardı beni. Yani dünyada herkesin yaşamak için ihtiyaç duydukları şeyler var, köpek gibi sevmek yapmak vs. deyimler de var. Muhtaç olmak var. İnsanları da hayvanları da canlılar kategorisine koyunca bizim hayatlarımız da esasen belgesele konu olacak kadar.

Bosna’da Dervişler ve İslam

Ines Asceric - Todd

KETEBE

Kitapta Bosna’nın 15.-16. yüzyıllarda tarikatların ve dervişlerin etkisiyle nasıl İslamlaştığı anlatılıyor. Fütüvvet, Ahi geleneği ve tarikatların iç içeliği toplumun Müslümanlaşmasına yardımcı unsur olarak öne sürülüyor. Kitap içindeki görseller genel olarak Bosna’daki tekke ve türbeler ile alakalı.

Halil İnalcık ve Suraiya Faroqhi tarafından editörlüğü yapılan Osmanlı İmparatorluğu ve Mirası: Siyaset, Toplum ve İktisat dizisinden çıkan bu kitap, tasavvuf geleneğinin ve tarikatların Bosna’da bir Müslüman toplumunun oluşmasına nasıl etki ettiğini görmek isteyen araştırmacıların ve konuya ilgi duyan herkesin başvuru kitabı niteliğinde.

Tanımlı ve Mutlak Hüzünler

Hasan Harmancı

KETEBE

Öykülerin büyük çoğunluğu 90’larda Anadolu şehirlerinde geçiyor. Fonda Azer Bülbül, Müslüm, Ferdi, İbrahim Tatlıses, Cengiz Kurtoğlu müzikleri eksik olmuyor. Bir yandan da Mevdudi, Şeriati, Witgenştayn, Fuko…

Mevdudi, Şeriati okuyan, İslam devrimine inanan gençler, bütün çelişkileri, açmaz­larıyla birlikte dönemin dava retoriği yer yer muzip bir dille öne çıkarılıyor. Türkiye’nin bütün sokaklarına ithaf edilen kitapta Hasan Harmancı, Şeker - Tekke’den dünyaya doğru hareket eden bir hikâye treninden sesleniyor bize. Trenin içinde bir o yana bir bu yana doğru dönen, salınan, yediği her kırbaç darbesiyle yal­palayan, hızlanan, yazarın deyimiyle “bir sohbet topacı” dönüp duruyor. İçtenlikle ve içerden anlatılan her hikâye gibi alabildiğine tanıdık, içtenlikle ve içerden anlatılan her hikâye gibi evrensel metinler bunlar.

Kuyu ve Sarkaç

Edgar Allan Poe

KETEBE

Kurgu öykülerin usta ismi olan Edgar Allan Poe, ürettiği eserlerle edebiyat tarihine şüphesiz damga vurmuş bir isim. Gotik edebiyatın usta kalemi olarak anılıyor olsa da onu tek bir türle bağdaştırmak olanaksız. Poe’nun korku öykülerini daha önce benzerine rastlanmamış şekilde kaleme almış oluşu ne denli önemliyse yazdıklarıy­la polisiye, bilimkurgu ve fantastik gibi türlere ilham kaynağı oluşu da en az onun kadar önemlidir.

Yazdığı kurgu öyküleri, yazanın adına bakmaksızın Poe’nun yazdığını anlayabilece­ğiniz bir dizi öyküyü okuyabileceğiniz Kuyu ve Sarkaç, yazarın gizemli dünyasının içinde bir yolculuğa çıkıyorsunuz.

Hamzanâme

Reyhan Çorak- Saime Çakmak

KETEBE

Türk edebiyatında, önce sözlü kültürde gelişen Hamzanâmeler, XIV-XV. yüzyıldan itibaren yazıya aktarılmaya başlanmıştır. Bunun sebebi, muhtemelen, halk arasında dağınık ve tutarsız şekilde bulunan rivayetleri bir sistem dâhilinde derleyip toparlamaktır. Hamzanâmelerin olay örgüsü ve kahramanların şahsiyetleri Türklerin hareketli ve canlı yapısı ile örtüşmektedir. Aynı zamanda hadiselerin geçtiği zama­nın muğlak olması ve kullanılan mekânların gerçekle hayal arasında gidip gelmesi üslûbun canlı yapısını korumakta ve beslemektedir. Okuyucunun veya dinleyicinin zihnini diri tutan bütün bu özellikler, edebiyatımızda menâkıbnâme denilen türün unsurlarıdır.

Babamın Şarkısı

İsmail Özen

KETEBE

Çocukluk, taşra halleri: yıkık duvarlardan atlayan kazağı üzerine kısa gelen çocuklar, kulağına iğde çiçeği takan bitirim delikanlılar, vosvos arabalar, balkonda çamaşır seren, komşuya sepet sarkıtan kadınların sesleri, fonda daima Müslüm çalan semt kahveleri, Anadolu’dan sahici insan manzaraları… Kısacası herkesi içine alan bizden bir kitap...

Kar ve Düğüm

Bahtiyar Aslan

Ötüken Neşriyat

"Gelip kördüğüm olduğumuz yer işte; bir bebeğin varlığını öperek vedalaşacağız tekilliğimizle. Başka yolu yok. Bu puslu ve soğuk geceyi seçişimizin - yıllar sonra hem de - bir anlamı olmalı. Puslu mu? Üşüyorum ve simsiyah bir şal olarak uzanan şefkatini sarılıyorum, dört yanımızda sağlam duvarlarla yükselen ispirto kokulu dünyanın ortasında gürültüyle ve dumana sığınarak, gürültünün ve dumanın örttüğü be varsa kutsayarak - ölmeden önce son bir kez tutabilirim ellerinden - ve tuhaf, renksiz bir din-ginliği - kimi zaman şarap kırmızısı, kimi zaman kan belki de - içerek ve saçlarının omuzundan dökülüşünün inceliğini bir kere daha hatırlayarak... Bu, aşkımızın ayini olmalıydı. Fakat..."

Şeyh Bedreddin

Ahmed Güner Sayar

Ötüken Neşriyat

Ahmed Güner Sayar, bugüne kadar ideolojik ve anakronik bakış açılarının kurbanı olarak gerçek târihin dışında bırakılan Şeyh Bedreddin portresini, temel kaynaklar ve kendi eserlerinin süzgecinden geçirerek bütün berraklığıyla ortaya koyuyor. Bu sayede, iştirâk-i emvâl anlayışının erken temsilcilerinden ve ilkel bir komünizmi va’zettiği söylenen Bedreddin, “İslâm hukûkunun ferdiyetçi mülkiyet ve miras nizâmının kodifikatörü” ve “Osmanlı Hukûkî Muhiti”nin toprakta özel mülkiyeti devre dışı bırakan hesap ve arazi defterlerinden, dolayısıyla toprak rejiminin tiran üreten râiyet statüsünün sebep olduğu sıkıntılardan mustarip Hanefî bir fakih-mutasavvıf olarak karşımıza çıkıyor. Bedreddin, Zeki Velidi’nin tabiriyle devletinin esası şeriat değil “türe” ve “yasak” olan Orhan Bey zamanında doğmaya başlayan “Osmanlı Hukûkî Muhiti”nin genişlettiği örfî hukûkun, Kur’ân hükümlerini ötelemesinden rahatsızdı; zîrâ menâkıbında belirtildiği gibi kendisi, her işi “zühd ile takvâla” olan bir hukuk adamıydı. Onun çilesi, Oruç Beğ’in tabiriyle fetvâyı koyup takvayı kaldıranların, Ahmedî’nin “Din nedürür, şer’i tahrir ettiler” diyerek tanımladıklarının zamanında, İslâm hukûkunu ‘taklid’den ‘ictihâd’a götüren, Batılıların “magister dixit” tabir ettiği “kaal-el-üstâzû” anlayışının dışında, kendi görüş ve reyine göre hüküm verebilen çağdaş bir hukûk öğretisinin ilk kıvılcımı olarak parlamasından kaynaklanıyordu. Ahmed Güner Sayar, Bedreddin’e atfedilen panteizmi ve eserlerinden habersiz tenkitçileri tarafından üzerine yapıştırılan dindışı ve âsî etiketlerini, hakîkati yansıtmayan türlü sapmaları, başta Vâridât olmak üzere, bu büyük Türk mütefekkirinin kendi eserlerine tevcihle cevaplıyor. Böylece Bedreddin, önderi ve yürütücüsü olmadığı bir isyanın ağında berrak bir zihin temriniyle değerlendirilerek iktisadî, dinî ve siyasî görüşleriyle anahatları çizilen bir portre halinde belirginleşiyor. Bu kitapta, “Peygamber’in şerîatının baş güneşi, Mustafa yolunun Bedr’i, Muhammed’e mensup hakîkatin mazharı, ulaşan ve ulaştıran irşad ıssı kişilerin övüncü, Hakk’ı bir bilen arif ve gerçeği gerçekleştirmiş erlerin seçkini, olgunluğa erenlerin en olgunlarının olgunu, gerçek ve yakîyn mertebesine varanların en ileri olanı, Allah’a mensup âlimlerin, ilimde samimiyet ve gerçeğe varanların sultanı, Hakk, şerîat ve takvâ ve dînin Bedr’i”nin, Fetret Devri gayyası içinden yükselen sarsıcı çığırına tanık olacaksınız.

Dikiş Yeri & Modern Şiir Okumaları

Mehmet Özger

Çıra Yayınları

Şairlerin şiir üzerine ve şairler üzerine yazdıkları, içeriden bir bakışa sahip olmaları bakımından önemlidir. Şair ve aynı zamanda akademisyen kimliğiyle bilinen Mehmet Özger, Dikiş Yeri’nde dönemsel bir bakışın dışına çıkarak Zarifoğlu, Akif İnan, Ebubekir Eroğlu, Kamil Eşfak Berki, Arif Ay, Şakir Kurtulmuş, Nurettin Durman, Necat Çavuş, Ömer Erdem, Cevdet Karal, Haydar Ergülen, Mürsel Sönmez gibi uzun yıllar şiire emek vermiş şairlerin şiirlerini doğrudan bir yöntemle değil, her şairi sui generis bir sanatçı olarak ele alıp değerlendirir.

Gökte Asılı Şarkılar

Şakir Kurtulmuş

Çıra Yayınları

dağlara ırmaklara ve kuyulara

suya yazılmış havadan önce şiir                

seninle yaşamış

güneşin doğum anında aşk

bulutların üstünden

dağlara inen

şiir yağmuru aşk

acı bir nimet kor

kalbimde kuşlar

ve sesler yürüyor

defler ve şarkılarla

doğuyorken yeni bir gün

kuşlar bahara aç

İtikat ve Siyaset

Rıdvan Özdinç

Dergah Yayınları

Sünnî siyaset düşüncesine dair gerek Müslümanlar gerek oryantalistler tarafından birçok çalışma yapıldı ve yapılmaya devam ediliyor. Bu çalışmalarda genel olarak meselenin fıkhî ve siyasî cephesine ağırlık verilmiştir. Diğer taraftan dünyadaki ve Türkiye’deki Şiîlik çalışmaları da meselenin farklı bir boyutunu ön plana çıkarmıştır. Biz de Sünnî siyaset düşüncesinin bir diğer cephesini yani itikatla münasebetini ele almayı amaçladık. Bu münasebeti görebilmenin en iyi yolu da Sünnî akaid/kelâm kitaplarındaki imamet bahislerine müracaat etmekten geçer. Çünkü Hicrî 5. asır itibariyle oluşmaya başlayan siyasetü’ş-şer’iye literatürünün meseleyi zenginleştirdiği ve fıkhî boyutunu ön plana çıkarttığı göz önünde bulundurulunca birinci dereceden ulemanın meseleyi ne ölçüde itikadî kabul ettiklerinin takibi Sünnî kelâmcılar tarafından kaleme alınan akaid/kelâm eserlerindeki imamet bahisleri üzerinden yapılabilir.

II. Abdülhamid Dönemi  Deniz Stratejisi

Evren Mercan

Dergah Yayınları

On dokuzuncu yüzyıl, askerî teknolojilerin muazzam dönüşüm geçirdiği bir dönemdi. Yeni teknoloji ürünü çelik zırh ve kuyruktan dolma toplarla donatılmış yeni tipteki ana muharebe gemileri, denizci devletlere denizlerin kontrolü aşamasında önemli bir üstünlük sunsa da, torpidonun keşfiyle bu imkân kısa bir süreliğine sona erecekti. Bir anlamda torpido, deniz savunma doktrinleri ve buna bağlı olarak donanmaların yeniden yapılanması sürecine hatırı sayılır katkılarda bulundu. Osmanlı karar mekanizmasında da bir dönüm noktasını teşkil eden ve donanma stratejisindeki köklü değişimlerin kurgusunu belirleyen hadiseler, torpidonun tarihte ilk defa kullanıldığı 93 Harbi ve akabindeki 1897 Osmanlı-Yunan Harbi’dir.

Osmanlı Devleti’nin sahip olduğu iktisadi ve sınai imkânlar doğrultusunda başta “Jeune École” olmak üzere önde gelen deniz harp doktrinlerini kendi jeopolitik ve stratejik hassasiyetlerine göre şekillendirmesi ve bunu muharebe sahasında edindiği tecrübelere uygun biçimde tatbik etmesi, dönemin şartları gözetildiğinde kaçınılmaz bir sonuçtu. Elinizdeki kitapta, Sultan II. Abdülhamid Dönemi boyunca Osmanlı Bahriyesi’nin hızla değişen koşullar altındaki güvenlik hassasiyetleri ve buna bağlı olarak takip ettiği stratejik yaklaşımları doktrin, teçhizat ve personel ekseninde mercek altına alınmıştır. Bu çalışmada Sultan II. Abdülhamid Donanması’nın yeniden yapılanma süreci veyahut daha popüler bir tabirle modernizasyonun, gemi tedarik ve inşa faaliyetlerine olan dolaylı/direkt etkisi ve Osmanlı’nın deniz güvenliğinin sağlaması noktasında ne derece başarı kaydedildiği sorgulanmıştır.

I. Abdülhamid Dönemi Savunma Sanayii ve Silah Teknolojisi

Fatih Tetik

Dergah Yayınları

On dokuzuncu yüzyılda baş döndürücü bir hızla gelişen global silah teknolojisi dünya ülkeleri arasında yaşanan askerî rekabetin bir sonucuydu. En etkili silahlara sahip olmanın savaşı kazanmadaki etkisini artırması, kendisi de bölgesel bir güç olan Osmanlı Devleti’ni yakından ilgilendirmiş ve yeni silah teknolojileri geliştiği bölge ile eş zamanlı olarak yöneticilerce tedarik edilmişti. Bu kitap; büyük oranda bugünkü şeklini alan silah ve mühimmatın gelişim sürecini ele almakla birlikte Osmanlı Devleti’nin 1. Cihan Harbi öncesinde yeni silah teknolojilerine ne oranda sahip olduğunu açıklamayı denemektedir.

Bunun yanında kitap, teknolojiyi ithal etmek yanında bu silahları içeride üretmenin yollarını da arayan Osmanlı harp sanayii tecrübesini konu edinmektedir. Türkiye’nin bugünkü savunma sanayii serüvenini anlamak için bu çaba oldukça önemlidir; çünkü Sultan 2. Abdülhamid dönemi harp sanayiinde kamuya ait önemli teşebbüsler hayata geçirilmiş, kurulan veya modernize edilen fabrikalar ve yıllar içinde elde edilen tecrübeler hem Cihan Harbi ve Millî Mücadele’de hayati başarıların kazanılmasına hem de sonraki yıllarda askerî sanayiye ait önemli işletmelerin ortaya çıkışına hizmet etmiştir. Türkiye’de bugün önemli kazanımların olduğu savunma sanayiinin mebdesi olan bu dönemdeki tecrübeleri anlamak bugünü idrak etmek ve daha önemlisi geleceği planlamak için elzemdir.

İnsanlığın Sığınağı Alp Arslan

Cihan Piyadeoğlu

Erdem Yayınları

Türk tarihi dendiğinde hemen akla gelecek ilk isim olmasına rağmen yeterince anlaşılmayan tarihi şahsiyetlerden biridir Sultan Alp Arslan: Eylemleriyle sadece Türklerin değil Avrupalıların tarihinde de farklı bir konumu hak ediyor. Sultan’ın hamasi anlatılara, içi boş savunmalara değil askerliği, devlet adamlığıyla birlikte diğer özellikleriyle kaynaklara dayalı bilgilerle derinden kavranmaya ihtiyacı vardır.

Anadolu’da Türkleşme sürecini başlatarak tarihe geçen Alp Arslan, Selçuklular’ın devletleşme sürecini tamamlayan ve devletin tamamına hükmen ilk sultandır. Askeri ve siyasi kişiliğinin yanında ilme verdiği kıymetle tarihimizde önemli bir yere sahiptir. Ancak bu özelliği gölgede kalmıştır. Nizamiye Medreseleri için Nizamülmülk’e izin vermekle kalmayıp ülkenin farklı şehirlerine yayılmasını istemiş ve bu uğurda devletin bütün imkânlarını da seferber etmiştir.

Kitap Doğumu ve Gençlik Yılları, Sultanlık Dönemi, Malazgirt Öncesi ve Sonrası ve Sultan Alp Arslan’ın Kişisel Özellikleri başlıklarını içeren dört bölümden meydana geliyor. Prof. Dr. Cihan Piyadeoğlu’nun kaleme aldığı İnsanlığın Sığınağı Alp Arslan kitabında sultanın adil, hayırsever, iradeli, liyakatli liderlik özellikleriyle birlikte pek çok isim ve olay hakkında da bilmediklerini fark edecek, yaşadığı dönemden bugüne etkilerini sürdüren Sultan Alp Arslan’la yeniden tanışacaksınız.