Yeni bir hayat şekli, bir Ankaralılık şuuru mümkün mü?

Bugün egoist, cemiyeti umursamayan bir saygıdışılık hali büyük ölçüde benimsenmiştir. Bilgi ve görgü rağbet edilen şeyler olmaktan çıkmıştır. Bu saygıdışılık kültür alanına büyük deformasyonlar yaşatmıştır. Lisan bozulmuştur, telaffuz bozulmuştur. Kültürüne yabancılaşmış, şahsiyetini kaybetmiş kimselerin içinde yaşadığı şehre ve cemiyete verdiği değerin yüksek bir seviyede olması mümkün değildir. Çünkü inşa ve dayanışma faaliyetleri bu şahsiyete dairdir. Yeni bir hayat şekli, bir Ankaralılık şuuru inşasına girişilmelidir. 21. yüzyılda bir üst tasarım yapıp yapamamamız kültüre bağlıdır. Ancak kültürel bir noktadan hareketle bir üst tasarım yapabiliriz.

Kültürel şuursuzluk saygıdışılığa dairdir, ucuz taklit saygıdışılığa dairdir. Yaşadığımız şehirler ruhlarımıza şekil vermektedir. Bunu tespit edebiliyorsak önce ekonomi sonra kültür, önce ekonomi sonra çevre diyemeyiz. Şehirlerimiz büyük bir okul, devasa bir müze, harika bir kütüphane ve beş yıldızlı bir tesis olarak tahayyül edilmelidir. Belediyeciliği yeni bir şehri, yeni bir medeniyeti hayal etme yeteneği olarak kurgulamalıyız. Bu tespitlerle yeniden başlanmalı, kutlu sadamız ile bir bilgi ve görgü toplumu inşa edilmelidir. Ankara’nın Avrasya’nın zarafet ve nezaket bakımından en iyi durumdaki büyük şehri olması gaye edinilmelidir.

Gayemiz gelecekte çocuklarımızın sabah güzel evlerinde uyandıktan sonra nezih bir semt, harikulade bir şehir görmeleri, geniş bahçelerde oyun oynayabilmeleri, rüzgârın onlara kir ve egzoz dumanı değil, şehrin içindeki ve çevresindeki orman kuşağından güzel kokular getirmesidir. Gayemiz gelecekte yaşayacak olanların bizden bilgili, bizden daha düşünceli olmalarıdır.

Ankara’da uluslararası mahiyette markalaşma sağlayacak bir nevi guggenheim etkisi inşa edilmelidir. Semtlere kimlik verecek işlerle meşgul olunmalıdır. Geredeli Hacı İbrahim Mutlu ve benzer kıymetli sanatçıların yaptığı kapılar, işlemeler, tavan göbeklerinin motifleri Ankara sathına yayılmalıdır. Giderek tekdüzeleşen bina cephelerine bu motiflerde seramik süslemelerin yerleştirilmesi ve bu hususta bir Ankara üslubu oluşturulması desteklenmelidir. Ankara’nın Stockholm, Madrid ayarında Avrupa başkentleriyle rekabet edebilecek bir turizm potansiyeli yoktur. Ancak bugün doğru işler yaparsak yirmi yıl sonra olabilir. Kızılay’dan Ulus’a uzanan binalar belli bir temayla yenilenebilir, cepheleri özel çalışılabilir. Gerek kentsel dönüşümde gerekse yeni planlanan yerlerde uyumlu ve güzel yapılar inşa edilmelidir. Reklam tabelalarının estetiği üzerinde ısrar edilmelidir. Apartmanların balkon çiçekleriyle süslenmesi teşvik edilmelidir.

Önceki yıl bir mezatta Arif Nihat’ın kartvizitini gördüm. Üzerinde ev adresi yazıyordu. Kavaklıdere, Bülten Sokak 23/3 imiş. Bu apartmanda da butik müzelerden biri açılabilir. Belediye en azından apartmanın cephesine Arif Nihat Asya şu tarihler arasında burada yaşamıştır levhası asabilir. Oktay Sinanoğlu, Sezai Karakoç acaba Ankara’da hangi binalarda yaşamıştır? Buralara bir vefa nişanesi olarak isim plakaları asmak gerekir. Bunlar şehrin hafızasını oluşturacak şeylerdir. Müzecilikte eski çağ uygarlıklarının ağırlığı azaltılmalıdır. Milli anlayışa yönelik çalışmalar öne çıkarılmalıdır. Ankara’da Berlin veya Viyana’dakinin çapında bir bilim ve teknoloji müzesi kurulmalıdır. Uluslararası teröre 31 diplomat kurban vermiş bir ülkenin başkentinde bir dışişleri müzesi olmalıdır.

AVM’lerin ve birtakım mağazaların isimlerinin Türkçe olmasını destekleyecek bir mevzuat oluşturulmalıdır. Ankara’nın sembol binalarından Atakule’de bize dair izlere rastlamak zordur. İçinde bütünüyle yabancı isimli mağazalar bulunan bu mekânda ancak Espresso bazlı kahveler içebilir, Meksika usulü hamburger yiyebilirsiniz. Bizim güzel içeceklerimiz, güzel yemeklerimiz nereye gitmiştir? Bizim ninnilerimiz de Schubert’in Schumann’ın ninnileri kadar değerlidir. Mozart Cafe Viyana’da, Albertinaplatz’da olur. Ankara’da olmamalıdır. Bunun yerine Adnan Saygun, Cemal Erkin kafe olmalıdır veya Köçekçe kafe olmalıdır.

Ankara’nın özgün kültür unsurları desteklenmelidir. Şehrin özgün mutfağını ve tarihi restoranlarını ortaya çıkaracak çalışmalar yapılmalıdır. Burada, İstanbul’da, Trabzon’da, yurtdışında Şevki Bey’in, Hacı Arif Bey’in bestelerini çalacak, bizim kültürümüzü, yiyecek ve içeceklerimizi, halk oyunlarımızı dahi tanıtacak bir Türk kahvesi, restoranı hayal ediyorum. Sokaklarda halk türkülerimiz ve klasik Türk müziği tınıları işitilmelidir. Sokak sanatçılarını özellikle bu yönde desteklemeliyiz. Yurtdışında Türk kültür merkezleri açıldı. Korkarım ki şehirlerimizde de bunlardan açılmaya ihtiyaç olacaktır. Yurtdışına tahsil için giden gençlere şehre ve ülkeye dair dokümanlar sağlayarak onları birer kültür ve turizm aytarı, gönüllüsü olarak teşvik etmek gerekir.

Hukuk Fakültesi Ankara’da önce şimdi yıkılmış olan Telgrafhane Binası’ndaydı. Sonra bugün Vakıf Eserleri Müzesi olarak kullanılan binaya, oradan da Cebeci kampüsündeki binaya geçti. Bu binaların hepsinin mimari manası vardır. Bugün bir fakülte açılmasına izin verildiğinde binasının mimari bir değeri olmasına dikkat edilmelidir. Apartman-fakülte, altı market üstü fakülte, bahçesi olmayan fakülte anlayışları terk edilmelidir. Ülkedeki ortaokul görünümlü fakülte olmamalıdır. Şimdilerde büyük ölçüde unutulmuş olan 1922 tarihli Erzurumlu Nafiz Bey Apartmanı, 1968 tarihli Özkanlar Evi gibi güzel yapılar onlara sade birer bina gözüyle bakanlara iyi anlatılmalı, şehrin kültürel kimliğinde ön plana alınmalıdır.

Su Süzgeci Binası sanayi çağının bir ürünüydü, mimari kıymeti vardı. Bir kültür merkezine, sergi salonuna, fakülte binasına dönüştürülebilirdi. Bu türden binalara eskimiş gözüyle bakmak mümkün değildir. Ancak mimariden biraz anlayan kimseler bunları takdir edebilir. Polisiye literatürde çok bilinen bir şey vardır. Katil cinayet mahalline mutlaka geri döner. Burada çirkin bir AVM inşa edilmesini böyle yorumlayabiliriz. Cevizlidere, Çukurambar, Beştepe gibi yeniden inşa edilmiş semtlerin neden daha iyi planlanmadığına hayıflanıyorum. OGM eski kampüsü içinde ormancıların on yıllar içinde bin zahmetle yetiştirdiği çeşit çeşit ağaçlardan oluşan, yeşil papağan ve baykuş gibi hayvancıkların yaşadığı büyülü korunun yok edilmesini anlayamıyorum.

Memleketimizde Sungurlulu Mehmet Kurman, Seydişehirli İsmet Yavuz, Ereğlili Rahim Demirbaş, Mardinli Şeyhmus Erginoğlu, Pertekli Ziya Abay, Çankırılı Osman Erol, Konyalı Sabri Akyıl gibi hayatlarını fidan dikmeye vakfetmiş kimseler vardır. Anadolu’da Orman Dede olgusunu görmek gerekir. Belediyelerimiz zikzaklı takkesiyle Orman Dede festivali tasarlayabilir, böylece ağaç dikilmesini teşvik edebilir. İçinde Seymenlerin ve mahalli halkoyunlarının bulunduğu Avrupa’nın en iyilerinden olacak bir Ankara karnavalı tasarlanmalıdır. Yabancı turistlere Seymenleri ve halk oyunlarımızı tanıtacak bir turizm farkındalığı geliştirilmelidir. Dublin Writers Fest benzeri üst düzey bir edebiyat festivali geliştirilmelidir.

Yunanistan’da geçen yıl Bulustra Belediyesi onayıyla bir Osmanlı mezarlığı yok edilmiştir. Buna karşılık “Jewish Heritage Europe”un Avrupa’da köy köy Yahudi mirasını tespit etmesi, bir inşaat çalışması sırasında bulunan Yahudi mezar taşlarına sahip çıkması düşünüldüğünde gıpta etmemek elde değildir. Biz bir Neval Konuk yetiştirmişiz. Balkanlardaki sayısız eseri bize tanıtmış, tek tek dolaşarak birçok sahte restorasyon işini tespit etmiştir. Balkanlarda ve başka coğrafyalarda bulunan eserlerimize yapılan saldırılarla ilgili uluslararası kamuoyu oluşturulmalı, bu eserlerin korunması sağlanmalıdır.

Geçmişte sivil toplumda Çelik Gülersoy gibi bakanlardan, belediye başkanlarından daha mühim biri çıkmıştır, 1970’lerden itibaren İstanbul’un devrik mezar taşlarını ayağa kaldırmış, Beyaz Köşk’ü, Yeşil Ev’i, Hidiv Kasrı’nı, Büyükada İskelesi’ni onarmıştır. Bayburt’un ıssız bir tepesine Avrupa Konseyi müze ödülü alan Baksı Müzesi’ni kuran, burayı bir kültür merkezi haline getiren Hüsamettin Koçan’ı ve Konya Hüyük’e bağlı bir köyü uluslararası sanat etkinlikleri merkezi haline getiren Mehmet Taşdiken’i anlamak gerekir. Bu projeler ülkeyi kapsayan veya bölgesel ölçekteki kültür - turizm planlamalarında yer almadı. Bu önemli bir noktadır. Devletimizin bir sonraki büyük işi ortaya koyacak adamları bulup desteklemesi lazımdır. Bir TC sosyetesi, bir kültür lobisi oluşturulmalıdır.

Türkiye’de turizm politikalarında genel olarak ziyaretçi sayısı ve gelir odaklı bir yaklaşım vardır. Ancak bunun sürdürülebilir bir anlayış olmadığı ortadadır. Pandemi ve dolar krizleri ile sarsılan turizm beldelerindeki el değiştirmeler takip edilmeli, bundan 50 yıl sonra Türkiye’de turizmin nasıl bir hal alabileceği üzerine projeksiyonlar çalışılmalıdır. Turizm beldelerinde yaşanan kimliksizleşme süreçlerine itiraz edilmelidir.

Friglerin başkenti olan Gordion antik kenti Ankara’nın en büyük iki üç turizm değerinden biridir. İnternette yabancı dillerde doğru dürüst bir turistik tanıtımı yoktur. Haddizatında Ankara’nın da bir turizm tanıtım sitesi yoktur. Gordion isimdeki alışveriş merkezi, Gordion antik şehrini internette de şehir sakinlerinin dimağlarında da gölgelemiştir, isminin değiştirilmesi gerekir. Gordion denildiğinde akla bu AVM gelmektedir. Hal böyle olunca Ankara’ya gelen yabancı turistlerin Gordion’a nasıl ulaşacaklarına dair uzun bir araştırma yapması gerekir. Yoksa çoğu kimse onları çok yanlış bir mekâna yönlendirecektir.

Dünyanın önde gelen turizm ülkelerinden birisinde başkentin turizmden aldığı payın neden bu kadar az olduğunu sorgulamalıyız. Ankara için mevcut olanlardan daha nitelikli belgeseller, gezi vlogları, tanıtım programları hazırlanmalıdır. Anholt endeksinde şehirlerin insanların aklında basit bir kalite, özellik veya hikayeyle yerleşmesi konu edilir. Şehrin sunduğu temel hizmetlerinin niteliğinin yanı sıra, beynelmilel ünü, güzelliği, huzur ortamı, yabancı düşmanlığının olup olmadığı, ekonomi ve eğitimle ilgili sunduğu fırsatlar, aktivite çeşitliliği gibi başlıklar dikkate alınır. Ankara’nın veya diğer şehirlerimizin bu alanlarda mesafe katetmesine yönelik bir çalışma yapılması gerekir. New York özgürlük, Paris romantizm, New Orleans müzik, Milano moda, Tahoe evlilik, Salem korku şehridir. Markalaşmada bir model olarak gösterilen “I Love New York” logo ve sloganı 1970 yılında geliştirilmiştir. Ankara ve diğer şehirlerimiz güçlü bir marka bilinci geliştirilmelidir.

Anadolu’da geleneksel kıyafetlerini giymiş bir gencin, gülen bir babaannenin fotoğrafındaki şiiri resmi tanıtım otoriteleri yakalayamamaktadır. Bir ülkeyi sadece doğal güzellikleri, tarihi abideleri için görmek istemezsiniz, özgün insani unsurlarını da tanımak istersiniz. Bu şiiri bilen Leonardo Dalessandri Watchtower of Turkey ile geçmişte milyon dolarları heba ederek hazırlattığımız kampanyalardan çok daha değerli bir tanıtım filmini çıkarmıştır. Hem de ücretsiz olarak.

Turistler havaalanlarında uzun vakitler geçirmektedir. Ülke tanıtımı için havaalanları daha etkin kullanılmalıdır. Ankara tanıtımıyla ilgili Esenboğa Havaalanı’na özel bir alan ayrılmalıdır. Yabancı bir turist Ankara’yı ziyaret etmeden önce şehri tanımak isteyebilir. Ancak piyasada satın alabileceği bir Ankara gezi rehberi yoktur. Şehrimiz için DK’nın Eyewitness serisi seviyesinde bir rehber hazırlanmalıdır.

On yıl önce Ankara’daki bir toplantıda TaTuTa temsilcileri turizm bakanlığının üst düzey idarecilerinin yüzüne karşı bizim yaptığımız turizm faaliyetlerinin yasal bir zemini bulunmuyor, jandarma tesislerimizi basıp işletmemizi kapatıyor dediklerine şahit oldum. Geçen zaman içinde işletme sayılarını arttırmış olsalar da Türkiye’de agroturizmin halen başlangıç aşamasında olduğu söylenebilir. Ankara’nın çevresinde agroturizm temalı çok sayıda gençlik kampı oluşturulmalı, öğrencilerimiz buralarda faaliyetlerde bulunmalıdır. Ankara’daki doğa yürüyüşü güzergâhları markalaştırılmalıdır.

Geçmişten bugüne siyasal partiler esaslı kültür davaları oluşturamamıştır. Oysa siyasetin büyüğü siyasete değil safi kültüre dairdir. Kültürel iktidar talebinin altı henüz doldurulmamıştır, kültür ve sanat kurullarımız, kurumlarımız teorik yapılar olarak kalmıştır. Kültür davasından mahrumsa herhangi bir dava uzun vadede var olamayacaktır. Devlet insan topluluğu, sınırları olan bir toprak parçası ve siyasi yönetimle tanımlanır. Ama toplumsal şuur ve kültür şuuru olmazsa bunların bir kıymeti kalmaz.

Kendi kültürüne sahip çıkmak yabancı düşmanlığı değil, kardeşliğe ve evrenselliğe ulaşmanın yolu olabilir. Fransızlar l’exception culturelle yani kültür istisnası dedikleri bir düzenleme yapmışlardır. Kendi kültürleri söz konusu olduğunda serbest ticarete izin vermemişlerdir. Bir McDonald’s şubesini protesto eden bir adam Fransa’da kahraman haline gelmiştir. McDonald’s güzel olabilir ama biz Fransız’ız, Amerikalı değiliz demiştir. Şimdi bu Fransızlar “Fransız”ın anlamını korumak istemektedirler. Kültürel ticari mallar ile ilgili koruyucu tedbirler alınmalıdır.

Modern çağda Doğu Bloku’nda yasak olan Mickey Mouse’a karşı Çekoslovak komünizmi Krtek’i çıkarmıştır. Moskova’da 1947-1953 arasında inşa edilen Stalinskie Vysotki gökdelenleri Sovyetlerin Chrysler Building ve Empire States’e cevabıdır. Bunların hepsi çok kıymetli eserler olmuştur. İyi ki dünyada tek bir dil konuşulmuyor, iyi ki dünyadaki binaların hepsi aynı stilde değildir. İyi ki yollarda sadece Ford’un arabaları dolaşmamaktadır. Farklı olmak zorundayız ve büyük tutkularımız olmalı. Birçok başlıkta kültürel reaksiyonlar geliştirilmelidir. Ankara tavşanı, Ankara kedisi, Ankara keçisi gibi hayvanlarla ilgili yurt dışına ihraç edebileceğimiz nitelikte çizgi filmler üretilmeli, bunlara dair çeşitli şehir unsurları ve hediyelik eşyalar geliştirilmelidir. Netice itibariyle kültür şuuru oluşturmanın, kültür ithal etmekten ziyade kültür ihraç etmenin yolları araştırılmalıdır.

YORUM EKLE