Bilgi ile değil de sezgi ile yazabiliriz çok zaman. Bilgi neyi bilir? Acıyı bilir mi? Acı, bilgiyle yok olur mu? İnsan, yani unutan, bilmediğini bilmek, bildiğini de unutmak istemiyor mu? İnsan acıyı unutamaz ki. Bilgi unutulur ama… Sonsuzluğu hatırlatan uçsuz bucaksız bozkırı, uçsuz bucaksız atları unutabileceğimiz sonsuz bir unutkanlık var mı? Bilmem.
Zeki Bulduk unutamıyor bozkırı… Bozkır, sonsuz, sınırsız huzur… İnsan hüzünle de neşeyle de yaşamaz, huzurla yaşarmış! Huzur, unutamayıp rüyalarını gördüğümüz, hayalini kurduğumuz…
Bozkırın Atları Yaman Ölür çeşitli dergilerde yayımlanmış kısa öykülerden oluşuyor. Hikayelerinden oluşan ilk kitap. Bu kitabından sonra birçok kitabı doğdu yazarının. Yani bu kitap, kendi özünden, kendini yitirmeden, yenilerini getirip durdu, anaç bir kitap oldu.
Bozkırın Atları Yaman Ölür’de, arka kapakta da yer alan, Ara Metin’de geçen şu satırları yazmak istiyorum: “Bugün çok yorgunum. Uyumak, düşümde atlar görmek istiyorum. Uçsuz bucaksız bozkırda, uçsuz bucaksız atlara binmek istiyorum.” “Yelelerinde muradımın asılı gittiği atlar şimdi neredeler?”
Şimdi de bugünlerde yazdığı şu satırlara yer vermek istiyorum: “Atlarımızı terk ettiğimiz günden beri / Bozkır bize hiç selam vermiyor. Atımızdan indiğimiz gün, dünya sırtımıza bindi işte.” Eskileri yenide yitiremiyor Zeki Bulduk. Bozkırın havasını soluyor, toprağın kokusunu duyuyor. Toprağı incitmiyor. Yeryüzünde toprağı inciterek yürüyenlerle değil, toprağı dost bilenlerle dost oluyor. Her söze kulak vermez, her yüze gülmez oluyor.