Bu mülakattaki misafirimiz Mehmed Akif Kültür ve Sanat Vakfı Başkanı Mehmet Cemal Çiftçigüzeli. Henüz yenice tamamladığımız 2011 yılı Başbakan tarafından Mehmed Akif yılı ilan edilmişti. Mehmet Cemal Çiftçigüzeli ile mülakatı Eyüp Sultan’da İş Dünyası Vakfı’nda gerçekleştirdik.

Yazı hayatına nasıl başladınız?

Yazı hayatına 1961 yılında Kilis’te Huduteli Gazetesi’nde başladım. Ayrıca Gaziantep’te çıkan Yeni Ülkü Gazetesi’nin Kilis muhabiriydim. Oralara haber vererek yazı hayatına başladım. İhtilalin olduğu senelere tekabül ediyor yani. İhtilal 1 yaşındaydı. O zaman da gazetecilik yapmak zordu çünkü ailemiz DP’li olduğu için bütün DP’li aileler zor durumdaydı, işkence altındaydı ve ben de bundan nasibimi alarak yazdığım yazılardan dolayı daha ortaokulu bitirirken bile mahkemede yargılandım.

Sizi yazı konusunda en çok teşvik eden kim oldu?

Beni teşvik eden öğretmenlerimiz oldu. İkincisi o zamanki sivil toplum kuruluşları olan Komünizmle Mücadele Derneği, Türk Ocağı Derneği, Aydınlar Ocağı gibi kuruluşlara gidip geliyorduk. Bunun dışında yine Risale-i Nur orjinliyim ben, Risale-i Nur talebesi ağabeylerimiz de bizde yazı yazma kabiliyetini keşfetmişler ki sürekli “Yaz!” dediler. 1967 yılında İttihad Gazetesi’nde Yazı İşleri Müdürü olarak görev yaptım. 1966 yılında Babıali’de Sabah Gazetesi’nde profesyonel gazeteciliğe başlamıştım. Dolayısıyla Babıali’de Sabah Gazetesi’nden İttihad Gazetesi’ne transfer olarak yazı hayatını sürdürdüm.

En çok Risalelerden...

Ruberu görüşme imkanı bulduğunuz insanlardan sizi en çok etkileyen kimdir?

Ben Risale-i Nur’dan çok etkilendim. Bediüzzaman’ı görmedim ama eserlerinden çok etkilendim. Ama ben şu açıdan şanslı bir nesilim. Bütün üstadları görme fırsatı buldum. Bunların başında Necip Fazıl Kısakürek gelir. Necip Fazıl’la hem birlikte çalıştım, gerek Babıali’de Sabah gazetesinde, gerek Tercüman gazetesinde, birlikte çalıştık. Sezai Karakoç’un etkisinde kaldım. Sinan Omur’un gazetesini okurdum, Eşref Edip’in Sebilürreşad’ını okurdum. O döneme ait bizi etkileyen isimler bunlardır. Yine o zaman çıkan Son Havadis, Havadis, Yeni İstanbul gibi milliyetçi- muhafazakar yapıda gazeteler vardı. Bütün ağabeylerimizin, Üstadlarımızın ister istemez etkisinde kaldık. Bunların dışında beni en çok etkileyenlerden biri de Safahat ve Mehmed Akif olmuştur.

En beğendiğiniz yazarlar kimlerdir?

En başta Necip Fazıl’dır, Peyami Safa’dır. Yahya Kemal’in şiirlerinden, Mehmed Akif’in şiirlerinden, Faruk Nafiz Çamlıbel ve Yavuz Bülent Bakiler’in şiirlerinden de etkilendim. Sonra Osman Yüksel Serdengeçti’nin hakkını vermemiz lazım. O gün için çok önemli bir yazardı.

Mahkemeleri etkileme suçunu işlemişim

Yazılarınızın toplumda tesiri oldu mu, bunu bizzat müşahede ettiniz mi?

Toplumda tesiri oldu mu, onu bilemem. Ama benim yazılarımla alakalı olarak İletişim Fakültesi’nde 3-4 arkadaşımızın mezuniyet tezi yaptığını biliyorum. Bana geldiler, konuştuk. Mezuniyet tezini de başarıyla verdiler. Ben ilk gazeteciliğe başladığım zaman zaten mağdur edilen Müslümanların hayatını konu edinmiştim. Daha çok Risale-i Nur okumaktan dolayı tutuklananlar veyahut da haklarında TCK’nın 163. veya 6187. maddesinden dolayı dava açılan ne kadar insan varsa Kars’tan ta Muğla’ya, Muğla’dan Edirne’ye ve Hakkari’ye kadar ne kadar insan varsa oralara gidip onlarla konuştum, röportajlar yaptım. Hatta Turgutlu’da bizzat hapishaneye girdim. O tutuklanan insanlarla röportajlar yaptım. Onların da suçu sadece kitap okumaktı. Daha sonra bunların tümü beraat etti. Dolayısıyla ister istemez bizim yazılarımız mahkemeleri de etkiliyordu. Çünkü bu kitaplar yasak değildi. Bunun üzerine bizim de aleyhimize dava açılıyordu. Demek mahkemeyi etkilemiş ki o zamanki Basın Kanunu’nun 33. maddesine göre mahkemeye tesir etmek yasaktı. Ben askere gittiğimde 1968’de hakkımda açılan 40 dava vardı. Bundan da şu çıkıyor, demek ki o yazılar mahkemeye tesir etmiş. O sanıkların çoğu da beraat etmişti.

Bundan dolayı askeriyede herhangi bir problemle karşılaştınız mı?

Askeriyede şöyle bir problemle karşılaştım. 1968-70 döneminde ben askerlik yaptım. O dönemde Komünist hareketler hızlanmıştı. Dolayısıyla otorite bizimle flört ediyordu. Yani bize ses çıkarmıyordu ama bizim faaliyetlerimize de pek göz yummuyordu. “Sessiz kalın.” diyordu. Biz de askerde genelde sessiz kalıyorduk. Fakat Komünist militanların o dönem Atatürk Kültür Merkezi’ni yakması, gemi kaçırmaları, banka soymaları  vs. arttıkça bizimle pek ilgilenecek vakitleri kalmadı. O zamana kadar zaten bizim askerlik süremiz dolmuştu. Cemal Tural döneminde askerler, Cemal Tural çok antikomünist bir insandı, acımasızdı, bizim avantajımıza göründü. Biz de çünkü o dönemde antikomünist bir mücadele veriyorduk.

Yahudi demek yasak!

Sizden gazete yıllarına ait bir hatıranızı anlatmanızı rica etsem?

Tercüman’da çalışırken gazetede o ara İstanbul Festivali büyük alaka görüyordu. İstanbul Festivali’nin ilanları, haberleri gazetelerde geliyordu ve özellikle Tercüman Gazetesi bununla yakından ilgileniyordu. O zaman bir musahhih arkadaşımız vardı: Fahri Atabeyler diye. Doktordu kendisi ama gazetecilik yapıyordu. O günlerde Tercüman Gazetesi’nde gazetenin ortağı Yahudi olduğu için gazeteye Yahudi kelimesinin girmesi yasaktı. Onun için musahhihler ve ben Yahudi kelimesinin üstünü çizer ve onu Musevi yapardık. O zaman da Yehüde Menühün diye çok ünlü bir müzik ustası İstanbul Festivali’nin birinci sanatçılarından biriydi. Onun ismi gelince bizim Fahri Atabeyler, Allah rahmet eylesin, adamın ismi Yehüde, bak gözümüzden kaçacaktı diye Musevi Menühün diye yazmıştı. Tabii o zaman hem sanat dünyası hem de medyada kızılca kıyamet koptu ve Fahri Bey’e ceza verilmişti.

Yani Musevi kelimesi Yahudi kelimesine göre daha mı hafif?

Musevi kelimesini genelde toplum anlamıyor veya daha yumuşaktı. Toplumda zaten Yahudi’ye karşı, Kur’an’da da zaten bir tavır var. Alışılmış protitipin dışında bir şey. Bunu Kemal Ilıcak da bildiği için gazetede Yahudi kelimesinin kullanılmasını istemiyordu. Bu konuda gazeteye bir genelge yayınlamıştı. Dolayısıyla biz de Yahudi kelimesini kullanmazdık.

Beğenildik ama satamadık

En beğendiğiniz eseriniz hangisi?

Ben velud biriyim ama seri yayınlayan biri değilim. Çok kitabım var. Şu ana kadar benim 20’ye kadar kitabım yayınlandı. En beğendiğim eserim demeyeyim de en topluma yansıyan eserim 163 isimli eserim oldu çünkü bu eserimde TCK’nın 163. ve 6187. sayılı kanun Müslümanları mağdur eden, haklarında dava açılmasına sebep olan, yıllarca mahkum eden maddelerdi. Mesela bir Savcı, Mustafa Türkmenoğlu’nun cebinde 5 tane adres vardı, arkadaşlarının isimleri, 163’ten dava açtılar, Dini gizli örgüt kurduğu gerekçesiyle 5 yıla mahkum ettiler. Dolayısıyla 7 yaşından 70-80 yaşına kadar çok sayıda mağdur edilmiş insanlar vardı. Ben de bir aydın sorumluluğu içinde hareket ederek onların hayatlarını röportajlarla gündeme taşıdım, ayrıca bu maddelerin kabulü sırasında 1949 yılındaki meclis müzakerelerini ve onların yansımalarını, maddenin tümünü, bu maddeden mahkum olanları yine Komünistlerle alakalı 141 ve 142. maddeyle birleştirerek kitap haline getirmiştim. O zaman tek baskısı 20.000 satmıştı. O eserimi halen önemsiyorum ben. Çünkü fikri yapılanmamızda çok ciddi katkısı oldu. İkinci kitabım da Türk Cumhuriyetleriyle ilgili. 1992’de hepsini dolaşarak gezi notlarını kitap haline getirmiştim, o da çok satmadı ama çok büyük alaka gördü. Çok tartışıldı ve Türk Cumhuriyetlerini ilk tanıtan eserlerin arasına girdi.

Akif yılında devlet bir şey yapmadı!

Mehmed Akif’e olan sevginiz nasıl başladı?

Mehmed Akif’e olan sevgim bir defa Safahat’la başladı. İstiklal Marşımızı her gün söylüyorduk ama Mehmed Akif’in Safahat dışındaki şiirlerini okuyunca; sosyal içerikli olsun, öteki şiirleri olsun, sizi ister istemez etkiliyor. Üstelik Mehmed Akif’i biraz daha keşfetmeye başlayınca görüyorsunuz ki entelektüel ahlak sahibi bir insan, bir aydın, bir aile babası, bir akademisyen, bir mütercim, bir müellif olduğunu görüyorsunuz. Ayrıca Doğu ve Batı dillerini bilen bir insan. Doğu’yu ve Batı’yı da çok tanıyan biri. İslam Coğrafyası ve Batı Dünyasını keşfetmiş, onların artılarını ve eksilerini de bilen bir insan. Bu ister istemez ruh dünyanızda etkili oluyor ve ömür boyu devam ediyor. Safahat hala bugün basılıyorsa, yayınlanıyorsa Safahat’ta bahsedilen sorunlar demek ki daha çözülmüş değildir. Nedir bu sorunlar? Fakirlik, kolaycılık, hantallık, hurafecilik, gericilik, tembellik, neme lazımcılık... Bunların hepsi o gün de vardı, bugün de var. Mehmed Akif’in bu eserleri ve dramaları daha fazla okunuyor, daha fazla alaka görüyor. Ama ne yazık ki 2011 yılı Mehmed Akif yılı ilan edilmesine  rağmen başta kamu görevlisi TRT bir dramasını, bir müzikalini bile yapmadı. Sadece bazı belediyeler Safahat’ı bol bol dağıttılar, Safahat o kadar dağıtıldı ki artık cılkı çıktı, bazı kitapçılardan kitap satın alana kitap hediye ediliyor, o noktaya geldi. Bazı yerlerde de 2 liraya satılan bir kitap haline geldi. Maalesef bazı kamu kuruluşları Safahat’ı çok ciddi sıkıntılara soktular. Bundan dolayı da şahsen çok üzgünüm.

Mehmed Akif Ersoy Fikir ve Sanat Vakfı ne zaman kuruldu?

Mehmed Akif Ersoy Fikir ve Sanat Vakfı 1984 yılında kuruldu. Genel Merkezi Ankara’dadır. 14 tane bir grup akademisyen, işadamı, yazar, prodüktör, sanatçı arkadaşımızla birlikte kurduk. Türkiye Yazarlar Birliği’nin her sene Taceddin Dergahı’ndaki törenlerinin büyük alaka görmesi üzerine böyle bir oluşuma geçilmesinin ihtiyacı hissedildi. Türkiye Yazarlar Birliği’ndeyken ordaki arkadaşlarımızla birlikte böyle bir örgütlenmeye gittik. Bunda bizzat Cumhurbaşkanı Özal o günkü Devlet Bakanı Prof. Dr. Ercüment Konukman’ı görevlendirdi. O da zaten bir Mehmed Akif dostuydu. Balıkesir Milletvekili İsmail Dayi Bey gönüllü olarak bizim aramızda bulundu. Böylece 1984 yılında Ankara’da bu vakfı kurduk. Bu vakfı kurduğumuzdan beri Mehmed Akif, Allah’a şükürler olsun, hiç gündemden düşmedi. Bugün bazı olumlu gelişmeler varsa bunda vakfımızın karınca kararınca bir katkısı olduğu düşüncesindeyim.

Akif üzerine dişe dokunur işler

Siz başkanlığa ne zaman geldiniz?

Parasız vakıflara  başkan bulmak zordur. Mehmed Akif Ersoy Fikir ve Sanat Vakfı’nın beş kuruş parası yoktu, yeri yurdu yoktu. Ben Yazarlar Birliği yönetiminde 15 yıl kaldım. Evim yoktu, arabam yoktu vs. biraz kendime çalışayım, yazarlık yapayım diye söyledim. Arkadaşlar bana dediler ki: “Vakıf kurmak zorlaştı, 12 Eylül’den dolayı, hiç olmazsa iğreti olarak bunların başında bulun. Hiç olmazsa vakfı kapatmayalım.” Hakikaten o zaman vakıf kurmak için 800 milyara yakın para gerekiyordu. Şimdi gerçi o kanun değişti. Böylece ben vakfı kucağımda buldum. Kucağımda bulduktan sonra da resmen bir sorumluluk almış oldum. Bunu fiiliyata döktük. Yaklaşık 15 yıldır bu vakfı yürütmeye çalışıyorum. Yine de vakfımızın çok ciddi bir kaynağı yok. Öyle çok müthiş bir yeri yok. Ama buna karşılık ciddi etkinlikler yapıyoruz. 20’ye yakın kitap yayınladık, 20’ye yakın film çektik, drama, belgesel konusunda. Ayrıca Mehmed Akif’in ata dede memleketi olan Kosova’da, Priştine’de, Prezren’de, Novipazar’da Uluslar arası Sempozyum düzenledik. Mehmed Akif’in ata dedesinin köyü olan Şuşisa’da bir müze kurduk. Oranın cazibe merkezi haline gelmesini sağladık. Son olarak Kahire’de ve Almaata’da yine uluslar arası toplantı yaptık ve Mehmed Akif’in tanıtılmasını, eserlerinin yayılmasını, bölge dillerine tercüme edilmesini sağladık. Bu faaliyetlerimiz inşallah gelecek yıllarda Saraybosna’da ve Bakü’de devam edecek.

Sizin dışınızda Mehmed Akif ismiyle vakıf var mı?

Bizim dışımızda Mehmed Akif ismini alan 7 tane Sivil Toplum Kuruluşu var, üniversite var. Biz bunların olmasından dolayı da mutluyuz. Ayrıca 250’ye yakın Mehmed Akif Ersoy isimli okullar var. Biz bu okullarla birebir temas halindeyiz. Ayrıca Mehmed Akif Ersoy Üniversitesi’ni çok önemsiyoruz. Dilerim Mehmed Akif Okullarıyla Üniversitesi çok yansıyan bir iletişim içinde olurlar. Aynı Galatasaraylılık gibi, Robert Kolejlilik gibi bir Mehmed Akif Ersoy lobisi oluşur. Mehmed Akif Ersoy okulunda, üniversitesinde okuyan insanlar “Benim de okulum var.” diyerek üniversiteye sahip çıkar ve onun öğrencisi olur.

Sizden önce vakfın başkanı kimdi?

Benden önce vakıf başkanımız Yavuz Bülent Bakiler’di, ben ondan devraldım. İlk başkanımız da bir işadamıydı. Bir trafik kazasında vefat etti. Kastamonulu. Mekanı cennet olsun. Onun hatırasına biz Kastamonu’da da etkinlikler düzenledik. Her sene onun hatırasına mevlüt okuyoruz, Kur’an okutuyoruz. Bazı kurucularımız da hayata veda etti. Onlara da rabbimden rahmet diliyorum.

Akif’in Mısır’daki evi...

Mehmed Akif’le ilgili Mısır’daki çalışmalarınız neler oldu?

Mehmed Akif’in yaşadığı Hilvan’daki yeri bulduk. O yerin bulunması önemliydi. Bununla ilgili olarak resmi temaslar yaptık. Cumhurbaşkanımız Abdullah Gül’e kadar olayı intikal ettirdik. Şu an dondurulmuş olsa bile o evin alınmasına, Mehmed Akif Müzesi, Mehmed Akif Öğrenci Yurdu veya Mehmed Akif Kültür evi olarak yapılandırılmasına çalışılıyor. Dilerim bir an evvel netice verir. Ayrıca Mehmed Akif’in Safahat’ının tümünün tercüme edilmesi için Prof. Safsafi bir gayret gösteriyor, zaten Gölgeler daha önce de Mustafa Sabri Efendi tarafından yayınlanmıştı. İnşallah şimdi tamamlanacak ve Arapça olarak neşredilecek.

Mehmed Akif’in torunlarıyla görüşebiliyor musunuz?

Mehmed Akif’in torunlarıyla arkadaşlarımız görüşüyorlar, alakadar oluyorlar. Şu an Bursa’da, İzmir’de ve İstanbul’da Mehmed Akif’in torunları veya torunlarının çocukları hayattadır. Fakat asıl torunları kendisinin Asım’ın Nesli dediği insanlar sadece bugün Türkiye’de yetmiş dört milyondur, İslam coğrafyasında bir milyarı aşmıştır. Kan bağından da öte inşallah Asım’ın nesli Akif’e layık insanlar olarak ülkelerine, insanlığa ve barışa büyük hizmet edeceklerdir.

163 Müslümanları eziyordu

Şimdi hatıralar faslına geçelim. Mehmet Şevket Eygi’yle olan dostluğunuzdan bahsedebilir misiniz?

Mehmet Şevket Eygi’yle çok hatıralarımız var. Mesela ben işsiz kaldığım zaman bana sahip çıktı. Boşta geziyordum. Gazetecilikte en kötü taraf “Ben boştayım, iş arıyorum.” demek kadar aşağılayıcı bir şey yok. İnsan düşünemiyor bile. Evden para isteyemiyorsunuz, işsizsiniz ve Şevket Bey bana iş teklif etti. İş teklif etti ama ben para vermeyeceğini bilerek işe girdim. Ben de 163’ten mahkum olan Müslümanlar hakkında bir yazıdizisi hazırladım. Şevket Bey  kabul etti. Yazının anonsuna başladık. “163’ten mağdur olan Müslümanlar vs.” diye. Şevket Bey bu yazıdizisini çok önemsedi. Sonra bir gün Necip Fazıl gelmiş. “Bu yazıyı kim hazırlıyor?” diye sormuş. O da benden bahsedince Üstad “Bu yazı ancak Büyük Doğu neslinden birisinin yazabileceği bir yazıydı. Ondan başkasının yazacağını zaten düşünemezdim.” demiş. Fakat bir müddet sonra Necip Fazıl beni çağırdı, beni tebrik etti, sonra bendeki dökümanları alarak kendisi bu işin çilesini çekmiş bir insan olarak yazmak istediğini söyledi. Ben de elimdeki dökümanların hepsini kendisine verdim, Son Devrin Din Mazlumları kitabını yazmış oldu. Benim de çalışmam 163 ismiyle meydana geldi. Şevket Bey ayrıca Şule Yüksel Şenler’e de sahip çıkmıştır. Ona yazılar yazdırmıştır.

Şevket Bey’le ilgili ilginç hatıralarımdan birisi de Suudi Kralı Faysal İstanbul’a gelecekti. Şevket Bey sabah uyandığında bakıyor ki bütün İstanbul caddelerinde, sokaklarında, mahallelerinde La ilahe illallah yazılı, kılıçlı, yeşil bir bayrak var. Önce zannediyor ki şeriat ilan edilmiş. Sonra gazeteyi okuyor ve anlıyor ki Suudi Kralı Türkiye’ye gelmiş. Bunu kara mizah olarak çok güzel dillendirmişti.

Yavuz Bülent Bakiler’le olan diyaloğunuzdan bahsedebilir misiniz?

Yavuz Bey bizim ustamız, kurucumuz. Çok duygusal bir insan. hemen ağlayabilir. Gözü yaşlıdır, Tarık Buğra gibi. Çok ince bir sanatçı, duygulu bir sanatçı. Ben kendisinden çok şey öğrendim. Ayrıca vakıfta halef-selef olduk. Aynı zamanda vakfımızın da kurucusu. Çok iyi bir aile babası. Cemaate veya topluma sahip çıkan, toplumun da babası. Nerde bir acı görse, yara görse onu dindirmek için çabalar. Çok sevdiğimiz bir sanatçıdır. Allah ona uzun ömürler versin. Bir an evvel hatıralarını bitirip yayınlamasını diliyorum.

Zübeyir Yetik ile de irtibatınız olmuş?

Biz kendisiyle Milli Gazete’de birlikte çalıştık. Daha önce de tanışırdık. O da Risale-i Nur orjinli bir arkadaş. Fikir Yayınları’nın sahibi Nihat Armağan’a da çok sık gider gelirdi o da benim gibi. Milli Gazete’nin topluma mal edilmesi için uzun yıllar sabahlara kadar beraber çalıştık. O sabaha kadar çalışırken bu görevde kalacak mı, kalmayacak mı gibi bir endişe taşımazdı. Bugün Holding mesabesinde olan bir işadamımız Zübeyir Bey’e sürekli iftira atarak onun elinden Genel Müdürlüğü almaya çalıştı ve aldı da. Çünkü o ifiraya patronlar inanmasa bile böyle bir iddiayla gazetenin yaralanmasını istemediler. Zübeyir Bey de çok duyarlı bir insan. O da istifa etti. Memur-Sen Konfederasyonun Başkanlığında olduğu gibi... Sırf Konfederasyona zarar vermemek için aynı şekilde istifa etmişti. Çok sevdiğimiz, çok velud, çok kibar bir arkadaş.

Çok teşekkür ederim.

Ben teşekkür ederim. Güzel bir internet siteniz var. Aktüalite ve konjonktürle de alakalı haber, yorum, sohbetleri ben daha çok alakayla Dünyabizim sitesinden takip edebiliyorum. Teşekkür ederim.

 

Mehmet Said Fidan konuştu