Bir yazarın iç dünyasını, içindekileri bir kenara bırakalım, kitap isimleri ele verir mi; verir. Hele ki yalnızlığı… Evdeki Yabancı. Yalnızlık Sarkacı. Sokağın Adı Issız. Sesim Bana Yetmiyor. Sarıldığım Soğuk Bir Ceset. Ay Işığında Vav’ın Odası… Adam kitap isimlerinde bile kendi yalnızlığından bir yazar kişilik yontuyor. Bir kendine tutunma çabası; kendini tutma çabası daha çok… Bu tutunma çabasını besleyen göçmenliği, çocukluğu, çocukluğunun göçmenliği, öğrencilik yılları, değerlerinin yadırganması, aynaya baktığında annesinin anneannesinin, anne anneannesinin annesinin alın kırışıklarından yansıyan bütün bir geçmişin, obanın, oymağın, aşiretin hayatıyla kendi hayatına tekabül eden dönemin çatışması da derinleştiriyor yalnızlığı… Koskocaman İstanbul da…
Çok budanmaktan, çok hırpalanmaktan, çok çalışmaktan, çok okumaktan, saklı sızılarını çok yoklamaktan, harfleri öpmekten, gözbebeklerine tanık olduğu toplumsal dönüşümün acılarından, tortularından resimler yapmaktan da ziyadesiyle yorgun… O yorgunluk da biçimlendiriyor yalnızlığını…
Saygı duyulası bir yazı hassasiyeti var
Bütün bu iç karmaşasına, yalnızlığına, tutunma çabasına karşın inançlarında sabitkadem… Sünni, sarsılmaz ve yayılmacı inancı var. Kuşatıcı bir dünyası… Mecmuasının ve yayınevinin adını “yedi iklim” koyması biraz da bu yayılmacılıktan… Yeryüzünün her noktası Bingöl…
Bingöllü değil sadece bin gönüllü…
Kitaplara açılan ve kitapların açtığı dünyadan sokağa çıktığında bir ayağı yine kütüphanesinde; mecmuasında, akıp giden hayatın akıp giden edebiyatında… Yazma eylemini istidadı ölçüsünde başat kaygı olarak görenlerden… Saygı duyulası bir yazı hassasiyeti var. Kalem ve kelama bakışında da Sünni, sağlam ve sarsılmaz.
İki dilde konuşup, bir dilde yazıp, her dilde ağlayanlardan…
Kutsalın belirlediği bir bediiyat anlayışı var.
Cemden, camiden, cemiyetten yana
“Yedi İklim”in ve yedi iklimin yükünü omuzlarında hissediyor.
Ali Haydar Haksal bu… Öykücü…
Bir düzine öykü kitabı var. Roman ve inceleme denemeleri öykücülüğünün gölgesi altında…
Israrla mecmuacı… Cemden, camiden, cemiyetten yana…
Yalnızlıktan kurduğu, içinde yalnızlıktan denizler, ırmaklar, vadiler, ulu dağlar, göller, dereler, keşfedilmeyen kıtalar bulunan o mahrem dünyanın pencereleri yazdığı kadar açık olsa da, gönül dünyasının pencereleri kayıtsız koşulsuz açık…
Büyüklere hürmeti var; biraz da genlerinden…
Dili 99 boğum…
Küfrettiği ve kaba konuştuğu görülmemiştir.
En çok “şafi” ismini zikrediyor.
Yüzü doğunun doğumu anısına çıkarılan ilk gün pulu… Tarihsiz ve damgalı… Zulme hayır mitinglerinde pankart olarak kullanılabilir.
Bir sureti hilkat albümünde…
Böyle biliriz.
Mehmet Aycı yazdı