Büyük felaketler; tozun dumanın içinde bir de gelecek zamanın diriliş tohumlarını getirirler. Ahlâk, adalet, ehliyet, şeffaflık, özgürlük, merhamet, insan onuru, fedakârlık, samimiyet ve hakikat diriliş tohumlarıdır.
Yedi İklim 396. sayısına, “Diriliş Tohumları” diye başlıyor…
Acının ortasına oturduk. Acı bile altımızda azgın bir at gibi kükreyip durdu. Ansızın öte âleme göcen analarımız babalarımız çocuklarımız kardeşlerimiz için başımıza kül saçmaktan başka bir şey yapamadık. Akrabaları enkazda unuttuk. Bir mahşerden başka bir şey değildi. Toprağın betona karşı öfkesini her hücremizde hissettik. Sadece ağıtlarımız vardı sağır en kazlara çarpıp çarpıp yüzümüze dönen ve çok sonra gelen siren sesleri... Bütün duygularımız büyük çaresizliğimizin karanlık girdabında kaybolup gitti. Saf bir çaresizlik, saf bir acziyet ve saf bir kimsesizliği kalbimizin kılcal damarlarında hissedişimizin adı depremdi. Bizim büyük çaresizliğimiz ve acziyetimizde Allah bizi terk mi etti? Elbette, terk etmedi. O'nun gazabından O'nun rahmetine sığındık. 0 bizi terk etmedi. Biz, uzun zamandan beri O'nu ve O'nun doğaya koyduğu kanunları terk ettik. Toplum, tabiat ve insanın aslında tek bir organizma gibi yapılandığını göremedik. İnsan bozulurken toplumu bozdu, yetmedi doğayı bozdu.
İnsan, bozuldu: kendi iradesini iyinin, güzelin, adaletin ve ehliyetin tarafında kullanmadı. Kul hakkı yemekten, yetimin ve öksüzün hakkını yemekten korkmadı, zulmetmekten çekinmedi. Allah'ın rızasına aykırı her iş toplumda yaygınlaşırken sesini çıkarmadı. Toplumda toplumun iyiliğini gözeten insanlar azaldı. Oysa iyiliği emredip kötülüğe karşı koymak her insanın asli görevlerinden biri değil miydi? Ve tabiat, kendi diliyle üstünde yaşayanlara haykırdı.
Sezai Karakoç, “Tabiat bir hikmet kürsüsüdür. Bilhassa büyük felaketlerde, tabiatın dili eşsiz bir belagat kazanır. Ama anlayan için. Yoksa inkârcı, bu ibret vakalarından bile inkârını artırmaya bakacak kadar zalimdir” der. Bu büyük felaket, bize nadir görülecek tabiat, insan ve toplum görüntüleri sundu. Benciller, yağmacılar, bu can pazarında kendi reklamını yapmaya buradan nemalanmaya çalışanlar da oldu, kendi canı pahasına yardıma koşanlar, hiç görünmeden nice canları kurtaranlar da. Depremin insanların imanını artırdığını da inkârcının inkârını artırdığını da gördük. Hayatın her alanında olduğu gibi Allah yokmuş gibi davrananlar; seküler yorumlarla sanki inanç bilimin her ortaya koyduğunun tam tersini söylüyormuş gibi siyantik bir bakışla bilimi putlaştıranlar oldu ve olacaktır. Allah bize düşünmeyi emretmiştir. Düşünmek, her inanan insan için farzdır. Aklı, bilimi, düşünmeyi ve tabiatın yasalarını da Allah yaratmıştır. Allah'ın kendisi kendi koyduğu yasalara -uymak zorunda olmadığı hâlde- uyar. Nitekim deprem de bunun bir neticesidir.
Deprem, bize ağır hasarlı olanın duygularımız, düşüncelerimiz ve hepsinden önce varlığa bakışımız olduğunu gösterdi. Eşyaya verilen değerin, eşya için verilen mücadelenin kıymetsizliğini; aslolanın insan olduğunu bir kere daha çocuk hayretiyle görmemizi sağladı. İnkârcıların bu toprakların mayası dediğimiz ezanın ilk sözleri olan “Allahu Ekber” nidasına bile tahammülleri olmadığını gösterdi. Allah, tabiatın diliyle bizimle konuşurken, kulaklarını tıkıyorlar; gözlerimizi acıtan hakikate gözlerini kapatıyorlar. Oysa biz teslim olduk, inanarak canını teslim edenlerimiz şehit oldu. Allah bizi mallarımızla, canlarımızla sınayınca inanmaktan vaz geçecek değiliz.
Eski ve güzel adamlar, “cami yıkılsa da mihrap yerinde” demişlerdir. Mihrap, kıbleyi gösteren ve yardım beklenilen yer anlamına gelir. Mihrabımız, kıblemiz, yardım beklediğimiz yegâne merci Allah'tır. Yer, Celâl isminin tecellileriyle zikre durmuştur. Bizler mihrabımıza, istikametimize sahip çıktıkça yer de zikrini değiştirecek Cemâl, Rahman ve Rahim isimlerinin tecellileri de yansıyacaktır şüphesiz.
Büyük felaketler; tozun dumanın içinde bir de gelecek zamanın diriliş tohumlarını getirirler. Ahlâk, adalet, ehliyet, şeffaflık, özgürlük, merhamet, insan onuru, fedakârlık, samimiyet ve hakikat diriliş tohumlarıdır. Bu diriliş tohumlarına sahip çıkabilirsek, sadece binaları değil çarpık zihinsel yapıları da yeniden inşa edebiliriz. Yeniden ve daha güçlü bir şekilde ayağa kalkacağız, umudumuzu yitirmedik.
İçindekiler
- Yedi İklim/Diriliş Tohumları
04- Hasan Aycın/Çizgi
05- Ali Günvar/2.Sühan Mülkü
06- Osman Bayraktar/Vahyın Aydınlığında II
10- Münire Kevser Baş/Çözülme ve İnşa Toplumsal Dönüşüm ve Türk Edebiyatı –V-
17- Ali Haydar Haksal/Paris’e Giden Müslüman gençler II
24- Ali Haydar Haksal/İç Sessizlik
25- Burhan Özdin/Tırnak İzlerim
26- Hayrullah Gürdağ/Çanakkale Şiiri
27- Osman Koca/Kalantor
29- Nurettin Duman/Akşamın Rengi
31- Duran Boz/Maraş’tan Kara Haber Geldi
32- Yakup Şafak/Sadî-i Şîrâzî’den Tercüme ve Kısa Yorumlar
34- Mehmet Sertpolat/Sinir Hattı
35- Erdal Çakır/Ayağı Takılan Benim, Düşen Neden Sizsiniz
36- İmam Şafî-Şiirler II: Müslüman Ahlâkı/ Peygamber Ailesi / Musibetlerden Birisi /Hayat Arkadaşları Türkçesi: Dr.Ali Tülü / Abdülaziz Duman37-Rainer Maria Rilke/Duino Ağıtları - Birinci Ağıt Türkçesi: Münire Eslem Bozkurt
38- İsmail Demirel/Gölge Kişilik Ayakkabı
42- Sevgi Korkusuz/Yola Dökülenler
43- Aykağan Yüce/Yüksek Voltaj
44- Yunus Emre Altıntaş/Acıların Risalesi
45- Mukadder Uçar Beyoğlu/Bir Başka Dünyada
46- Yasemin Karpuz/ Sen Olmayınca
47- Özgül Yaşar/Aramızdaki Fark Ben Bir Deliyim O Doktor
48- Mehmet Burak Canbaz/Biraz Sessizlik
49- Selma Bölücek/Radyo
50- Şenay Suluk Sencer/Kaplu Kaplu Bağlar
51- Ayşe Altıntaş/Otuz Bir Şubat
52- Volkan Kaleli/Dilimin Kast Rejimi
53- Irmak Güneş/Yürüyen Yalnızlık
54- Ahmet Karpınar/Kaybolanlar Müzesi
55- Yusuf Bülbül/Bir Nihilist’in Varoluş Istırabı
57- M.Ertuğrul Evyapar/Amsterdam’a Varamadım
58- Bünyamin Topçu/Üsküdar Toprağı
59- Semiha Nur Mıhçıoğlu/Ağır ve Ağrılı
61- Eren Buğdaycı/Nihan Feyza Lezgioğlu: Kaz Ayağı
62- Sezer Taş/Gelecek Bir Güne Ramak Kala
63- Şifanur Şahintepe/Gizli Yapıt (Honore de Balzac)
63- Mustafa Harun Şahin/Ürdünlü Bir Cezaevi Edebiyatçısı/ Büyülü Söz Ustası Ehmedê Xanî