Issızlığı Söylemek’ sıra dışı bir etkinlik... TYB İstanbul Şubesi’nde gerçekleşen etkinliği Selvigül Şahin ve Hasibe Çerko organize ediyor. 12 Mart Cumartesi günü Mevlüde Burnaz’ın moderatörlük yaptığı ‘Issızlığı Söylemek’ başlıklı etkinliğe konuşmacı olarak Yurdagül Mehmedoğlu ve Hasibe Çerko katıldı.

Etkinliği sıra dışı kılan özelliklerin en başında her iki yazarın birbirlerinin kitaplarını tahlil ederek yorumlamaları ve sorular sormaları geliyor. Yurdagül Mehmedoğlu, Hasibe Çerko’nun yeni çıkan öykü kitabı ‘Leyla’yı, Çerko ise Yurdagül hocanın son çıkan kitabı ‘Sen de Rivayet Etsen’i yorumladı.

Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öğretim üyesi olan Yurdagül Mehmedoğlu’nun Hasibe Çerko ile tanışması da metinlerarası ilişki ile başlamış. Önce metinler aracılığıyla tanışıyorlar. Bu ilişki birkaç yıl sürüyor ve birbirlerini yakın bir zamanda görüp bir araya geliyorlar. Leyla ile ilgili yorumlara başlarken öncelikle tanışma öykülerinin bu metinler sayesinde olduğunu vurguladı Yurdagül Mehmedoğlu. Öykülerin yaşananla aynı olmadığını söyleyen Mehmedoğlu, kendi gerçeklikleriyle yaralananların, mahrumiyet yaşayanların ‘acı veren sevinç’le karşılaştıklarına inandığını belirtti. Hasibe Çerko’nun öykülerinde yaralanmaların ve mahrumiyetlerin biçimsizleştirilerek dile gelmesinin sevincini yaşadığını söyledi. Çok farklı bir dille acının felsefesinin yapıldığını ifade etti. Acının sevinci dediğimiz durumun bizim için çok-buutluluk olduğunu belirtti.

Yazılar telafi ediyor yıkımları

Yurdagül Hanım, Leyla’nın metinlerinin ikiye ayrıldığını söyledi: Bizim yazdığımız ve bizi yazan metinler... Bizi yazan bir metinle karşılaştığımızda, bizi yazmanın zorluğu tarafından kuşatıldığımıza inandığını belirtti. Ona göre bizi kaleme, yazarın dünyasına, düşüncesine götürüyor Leyla’daki metinler. Onu anlama, öngörme ve özgürce merak etmemizi sağlıyor. Leyla’daki metinlerin bu anlamda bizi yazan metinler olduğunu ifade etti ve “yazdıkça yoksunlaşır mı insan, kururken içine çekilen bir bataklık gibi, yoksa yazdıkça taşırdıkları sebebiyle hafifleyip genişler mi?” diye sordu.

Hasibe Çerko’nun dilini, “çetin bir dille karşı karşıyayız” cümlesiyle önemsediğini ifade etti. Dilin yol üzerinde karşılaşılan bir engel değil, aksine yolu döşeyen, yolun üzerindeki engelleri kaldıran şey olduğunu belirterek Çerko’nun dilini acı çeken ‘varolan’dan bahseden bir dil olarak nitelendirdi Yurdagül Mehmedoğlu. Sözcüklerle giriştiği kışkırtıcı bir oyun olarak değerlendirdi yazarın dili kullanmadaki ustalığını. Anlam dediğimiz olayın ancak sözle varolabileceğini ifade ederek, bu sözcüklerin bizi kendi anlamımızı bulmaya ve kendi zamanımızla anlamaya sevkettiğini söyledi.

Felsefenin arkaplanda ilham veriyor oluşunu ortak, metinlerdeki benzer yön olarak gördü. En güçlü olduğu şeyin konuşmalardaki bağdaşlık olduğunu söyledi. Kelimelerin sizi kendi anlamlarıyla buluşturan bir akışla karşılaştırdığına inanıyor. Kelimelerle birlikte bir akışa tutuluyoruz ve bu akışta gerçek bir zeminde durmak mümkün olmuyor fakat, Mehmedoğlu bu zeminde durulmasa da, ‘akıntının tıpkı göç gibi hala bir mekan olarak’ düşünenlerden.

Çerko’nun ilk öyküsünde zamanda geri ve ileri anlatımlarla herkesin yaşayabileceği türden gerçekliklere dokunduğunu ifade ederek şunları söyledi: “Belki öykülerde bizi saran ve ürküten durum da bu. İmgeler denizinde boğulmaktan korkarken, kendi denizimizin farkına varmanın hayreti... Ve boğulmuyoruz. Tekinsiz de olsa yüzüyoruz. Ama sanki size boğulmayacağımızı önceden vaad ediyor, siz en azından biliyormuşsunuz gibi duruyorsunuz.”

Leyla’da hayata dair olarak görülebilecek ölüm temasının da, çiçek çeşitliliği olarak görülebilecek olan hayatın da dolambaçlı ve uçurumlu bir yolda ilerlediğini söyledi. Mehmedoğlu, “büyük çiçek demetleri ile hayatın bağlarını muhafaza mı etmeli yoksa ahşap bir kapıya çivileyerek bağlantıları tahrip mi etmeli” diye sordu ve “Neyden çözülerek neye bağlanacağımızı söylemeksizin işte bizi bu aralıkta bırakıveriyor gibisiniz.” dedi yazara. Çerko’nun kendisinden farklı olarak hiç tekrara düşmediğini de belirterek sözlerini şöyle sürdürdü: “Tekraren sayıklamalar şeklinde görülebilecek temalar, benim yazılarımda çok yer kaplıyor. Bu sembolik tekrarlar, hazırlıksız yakalandığımız travmatik nevrozlarımızın gecikmiş ve işe yaramayan girişimleriymiş. Fakat ben E. Borgna’yı tercih ederim kendimi açıklarken. Öyle bile olsa hâlâ hazırlanıyorum. Kırık ve yürek paralayıcı hikayelerimizle en azından hayata devam etmeye dair bir hevesle. Yazılar telafi ediyor yıkımları... Ama kimin yıkımı yok diye sormayacağım, kimin telafi etme arzusu diye de...”

Kalp ile yazılan sahici bir eser

Hasibe Çerko ise “Sen de Rivayet Etsen” romanının tahliline başlarken bu kitabın öncelikle bir rüya roman olarak çok yönlü okumalara açık deneysel bir dokusu olduğunu belirtti. Çerko’ya göre kitaptaki cümlelerin saydamlaştığı bölümde bir sanat/güzellik yazınının zirveye ulaştığı yerlerde bile kapalı mekan etkisi görülüyor. Okur için ‘ifşa eden, ifşa edileni örten bir belirsizlik ve hadiselerin derinden kavrayan canlı anaforuna kapılıp gitmekten başka yol’ kalmıyor.

Çerko'ya göre, Mehmedoğlu’nun rüya romanında acının ve parçalanmanın sözcüklerle dokunulabilir hale gelen bir anlatım tarzı var. Hem mekan hem de mekandan fışkırma olarak beliren güzelliğe “aman Allah’ım, elime bir yürek bulaşıyordu ve ondan hiç arınmayı istemiyordum” diye söyletmesi ilginçtir.

Hakkakın sanatıyla mertebe kat ederek, gül ile insan arası bir ara safha varlığı derecesine yükselttiği can, cansız bir motif iken ikili varoluşun kalp aynası oluverir. Çerko böylece eserin dokusundaki incelikli sızıntılara nüfuz etme imkanı bulmuş.

Hasibe Çerko da, Mehmedoğlu ile önce metinlerarası bir ilişki vasıtasıyla tanışmalarının çok heyecan verici olduğunu dile getirerek, rüya romanı okurken öncelikle “ne oluyoruz” sorusunun akla geldiğini ve anlatımda kırılmalar yaşandığını ifade etti. Bir gül figürü vardır eserde... Bu gül öylesine bir yere oturtulur ki, bu güle dokunma biçimi, o oluş evrenini irdelemesi çok etkileyicidir.

Eserin anlamının, zaman ve mekanın derinliği içerisinde kök salacağına inandığını belirten Çerko, bu nadide eseri kalp ile yazılan sahici bir eser olarak niteledi. Aklın sınırlandıran, soyutlamalar yapan bağlayıcı bir özelliğe sahip olduğunu söyledi ve sözlerini şöyle sürdürdü: “Oysa kalp öyle mi? O yazarsa imgeyle yazar, ele avuca gelmez dönüşmelerin aralığını, yani dehlizi... İmgeyle yazar. Hem sıcak ışığı, hem soğuk gölgeleri bambaşka bir dokunuşla yansıtır hakiki sanatçının imgelemi. Bu kitabı değerli kılan en önemli niteliklerden birisi de bu bence.”

Hasibe Hanım'a göre, Sen de Rivayet Etsen okuması tamamlandığında, dehlizin nemli katmanlarındaki gibi edebiyatın boşluğunda bütün bir insanlığın eriyip gittiği sessizlik ve belki de evrenin mezarlığını görüyor insan. İnsanlığın bütünü dağılıyor bu zamanın kumlarında, yitip gidiyor.

Her iki yazarın birbirlerinin kitabı hakkındaki tahlil ve yorumlarından sonra etkinlik soru-cevap şeklinde devam etti. Yurdagül Mehmedoğlu, kendisine sorulan bir soruya, “hikmet kavramı bizi düzgün tutabilir, içinden beslendiğimiz geleneğin hikmet ve hakikat kavrayışlarına sıkı sarılmalıyız” diyerek, “gül dediğimiz sıradan bir gül değildir, yol dediğimizde sıradan bir yol değildir. Kavramları iyi tahlil etmeliyiz, anlamaya çalışmalıyız” sözlerini sarfetti. Yüzleşmek durumunda olduğumuzu dile getiren Mehmedoğlu, “düşleri açık kalmış birisi her zaman ilgimi çekmiştir” diyerek sözlerini tamamladı.

 

Şakir Kurtulmuş etkinlikten notlarını aktardı