Tevârîh-i Ȃli Osmân ya da Osmanoğullarının Tarihi, Ȃşık Paşazade’nin yazarı belli olan ilk Osmanlı tarihi eseri olması dolayısıyla çok değerli bir kitap. Eser, Gökkubbe Yayınları tarafından yayımlanmış, Prof. Dr. M. A. Yekta Saraç ve Prof. Dr. Kemal Yavuz tarafından da hazırlanmış. Kitap iki bölümden oluşmaktadır. Birincisinde günümüz Türkçesiyle, ikinci bölüm ise çeviri yazı ile okunabilmektedir.
Eserin farklı nüshaları son derece meşakkatli bir inceleme ve çalışmayla birleştirilerek tek bir kitap haline getirilmiştir. Ȃşık Paşazade, 14. yüzyılın sonlarından 15. yüzyılın sonlarına kadar yaşamıştır. Bu da onun Türk tarihi için çok önemli birçok olaya şahitlik ettiğini gösteriyor. Hiç şüphesiz bu olaylar içinde İstanbul’un fethi en dikkat çekici olanıdır. Selçuklulardan sonra Anadolu’da kurulan beyliklerin düşmanlarıyla ve birbirleriyle olan münasebetleri, Osmanlıların durumu, şehzadeler arasındaki mücadeleler, alınan ganimetler, Türk İslâm ülküsüne olan inanç ve bir aşiretin yavaş yavaş nasıl dünyaya hükmeden bir imparatorluğa dönüştüğü Ȃşık Paşazade’nin kaleminden sunulmaktadır. Kitabın müellifi aile olarak Osmanlı sultanlarına yakınlığı ile bilinir. Bu ailenin mensupları Ȃşık Paşa’dan itibaren Türk tarihini ve kültür hayatını gözlemlemişlerdir. Ȃşık Paşazade bunların son temsilcisidir. Bu özellik iyi ve kötü yönleriyle tartışılabilir bir özellik. Sultana yakın olmak onun eylemlerini, hislerini gözlemleme imkânı da verir. Osmanlı’da ve daha öncesinde, bunu tüm devletler için de söyleyebiliriz kutsallık arz eden bir görevde bulunan insanlara yakın olmak, onlara yaklaşmak kolay değildir. Halifelik Yavuz Sultan Selim ile Osmanoğullarına kazandırılsa da daha öncesinde sultanların bir İslâm idealiyle hareket ettikleri çok belli oluyor. Esasında Ȃşık Paşazade’nin sürekli kullandığı “kâfir” sözcüğü dönemin dilini de ifade ediyor. Bir de işin diğer boyutu var elbette… Sultanlara bu kadar yakın olmak bazı hataları ya da anlatılması gereken bazı şeyleri anlatmamaya da neden olabilir. Yapılmış kimi hatalar ya da yanılgılar bu yakınlığa dayanarak dışarıda tutulmuş olabilir.
Süleyman Şah’ın Anadolu’ya gelişiyle başlıyor kitap. Üzerinde bazı şüpheler varsa da Ȃşık Paşazade’nin Süleyman Şah’ı Ertuğrul Gazi’nin babası, Osman Bey’in de dedesi olarak kabul ettiğini görüyoruz. Ayrıca Caber Kalesi ve o civardaki mücadeleler, Türk mezarı gibi konulara da açıklık getirilmiş.
Aslında müellif Osmanlı Devleti’nin kuruluş kodlarını da veriyor. Osman Gazi’nin gördüğü rüya, bu rüyayı şeyhi Edebalı’ya anlatması, Şeyh Edebalı’nın yorumu ve müjdesi… Osman Gazi bir devletin, bir imparatorluğun kuruluşunu kendisinden sonra gelecek nesillere kutlu bir miras olarak bırakmıştır. Bu olaydan sonra Osman Gazi’nin kendisine olan güveni artmakla beraber, kendisine bağlı olan insanlara karşı sorumluluğu da giderek ağırlaşmıştır. Türk töresi ve İslâm üzere hükmetmek adaleti, iyiliği, doğruluğu, gaza ve fetih gibi proaktif idealleri de gerektirir. Osmanoğulları bir sancak beyliğinin ötesinde bir cihan hâkimiyeti mefkûresi hedefindeydiler. Ȃşık Paşazade’nin şahit olduğu ve birinci ağızdan aktardığı olaylar gerçekten de bu idealin peşinde ne kadar ciddiyetle koşulduğunu gösteriyor. Anlatılan olaylarla kuruluştan itibaren Osmanlı’nın bakış açısını anlamak da mümkün olabiliyor.
90 yıllık uzun bir ömür
Kimi yerlerde sorulu cevaplı bir anlatım var. Ȃşık Paşazade kendisine sordurduğu soruyla yaşamadığı zamanlara ilişkin bilgileri nasıl verebildiğini açıklıyor. Mesela Ankara Savaşında Bayezid Han’ın tutulmasını has solaklarından Koca Nayib diye anılan birinden dinlediğini söylüyor. Eserde anlattığı birçok olayın da bu ya da buna benzer kaynaklar kullanılarak anlatıldığı belli. Doksan sene civarı yaşamış bir kişinin iki yüz seneye yakın bir tarihi oradaymış gibi anlatabilmesinin başka bir sebebi olamaz. Fakat Ȃşık Paşazade bir yandan da bahsettiği döneme çok da uzak olmayan zamanda yaşamıştır. Çevresinde sorabileceği kişileri bulabileceği gibi henüz dilden dile yayılan olayları çok değişmeden duyma imkânı da vardır. Belki yönetim katına yakın yerlerde durduğu için olumsuz bir şeyler yazmak istememiş olabilir ama her şeye rağmen verdiği bilgilerin kıymeti çok yüksektir.
Bazı yerlerde bir olayı anlatırken kısa kestiğini, hikâyesini tam anlatmadığını ifade ediyor. Bizler yüzyıllar sonra çok kısıtlı kaynaklarla ilerlerken bir de meseleyi bildiğini ama anlatmadığını söyleyen bir tarihçiye sitem etmek hakkımızdır diye düşünüyorum. Devlet arşiv tutar ama ikili ilişkileri, resmiyet arz etmeyen olayları görmez, bilmez. Bunları ortaya çıkaracak hatırat, otobiyografi gibi eserler bu anlamda büyük önem taşımaktadır. Tüm bilgilerin Ȃşık Paşazade’nin anlattığı şekliyle olup olmadığı başka kaynaklarla teyit edilerek anlaşılabilir. Ayrıca burada anlatılan olaylar muhakkak olmuştur diye bir kaide de yoktur. Aynı şekilde başka türlü teyit etme imkânları varsa onlar da kullanılabilir. İlişkilerde birden fazla taraf kayıt tutuyor olabilir. Şahsi bir mesele değilse ve devletlerin kayıtlarına alabilecekleri resmiyette bir meseleyse bu bilgilere mutlaka bir yerlerden ulaşılabilir. Fakat devletlerin de ideolojik ya da şovenist yaklaşım sergilemeleri söz konusu olabilmektedir. Tarihsel gerçeklikler bazen kayıtların karşılaştırılmasıyla dahi anlaşılamıyor. Kayıtların desteğiyle, hatırat ve bazen söylenceler mantık süzgecinden geçirilerek mutabakata varılmamış meselelerin çözümüne yardımcı olabilir. Burada tarihin kaynakları dersi vermek istemiyorum ama herkes kendi tarihini kendine göre yazarsa olacağı budur. Bir başka konu da buraya yazılmamış olayların yok kabul edilmemesine ilişkin konudur. Sonuçta bir insan bir tarih yazma gayreti içerisine girmiş ve eksikleri olsa da bazı konuları tam yansıtıp bazı konulara temas dahi etmemiş olabilir.
Ȃşık Paşazade her şeye rağmen kişisel tarihini de yazmış. Mesela, Sultan İkinci Murat’ın Belgrad üzerine yürüdüğü sırada yazar da orada olduğunu, hatta yüz akçeye yedi yaşlarında bir oğlan satın aldığını söylüyor. Hatta bu sefer sırasında bir gün padişahın huzuruna bile varmış. Padişahtan da çeşitli hediyeler (beş bin akçe, iki at) almış ve getirdiği esirleri Edirne’de satmış. Burada kişisel tarih anlatımı yok mudur? Aynı şekilde Kosova’da düşman askerini öldürdüğünü övünerek anlatıyor. Üsküp’e ise ganimet umarak kendi isteğiyle gittiğini ve istediği ganimeti elde ettiğini söylüyor. İstanbul’un fethinde de bulunmuş yazardan çok daha ayrıntılı bilgiler vermesini bekleyebilirdik. Kitabı bildiklerimizin önemli bir kısmına kaynak teşkil etmiş satırlardan kimselerin şimdiye kadar gün yüzüne çıkaramadığı saklanmış gerçekleri görebilir miyim diye de okudum aslında. Fakat bu mümkün olmadı. Bazı tarihi tanımlamaların da kitapta yer almadığını görüyoruz. Padişahlara numara verme meselesi takdir edilmelidir ki çok sonradan yapılmış bir şey. Daha çok Bayezid Han oğlu Mehmet ya da Mehmet Han oğlu Murat gibi isimlendirmeler var. Yine Ankara Savaşı sonrası Birinci Mehmet’e kadarki dönem için de “Fetret Devri” ifadesi kullanılmıyor. Bunları bizim duymaya alışık olduğumuz ifadeler olduğu için örnek olarak veriyorum. Hatta Fatih Sultan Mehmet’e “Fatih” de denmiyor.
Kitabın sonunda Osmanlı padişahlarının özelliklerinin ve başka açıklamaların yer aldığı bölüm var. Ȃşık Paşazade’nin bu eseri birçok ayrıntı barındıran, bazı yerlerde adlarını hiç duymadığımız kişilerin tarihini de anlatan bir eser. Ama daha çok bir devletin kurucu babasının rüyasıyla kuruluş sürecinden itibaren cihan hâkimiyeti idealine uygun olgunluğa nasıl eriştiğini okuyabileceğimiz bir eser.