Ünsal Ünlü ismi, hem yazın dünyasının hem de yayın dünyasının yabancı olmadığı bir isim. İsmi farklı ama derdi aynı olan değişik yayın organlarında şiir, deneme ve makale türünde yazılar kaleme aldı. Şiirlerini ilkin, aynı zamanda genel yayın koordinatörlüğünü yaptığı Okur Kitaplığı’nda “Savaşlar Kararında” ismiyle iki kapak arasında topladıktan sonra, ikinci olarak Şubat 2015 tarihinde “Aşılmış Duvarlar” isimli şiir kitabıyla şiir dostlarına selam verdi. Kendi ifadesiyle hayatının dönüm noktası olan yayıncılığını da 2010’dan beridir sürdürüyor. Metamorfoz Yayıncılık’ın kurucularından olup bu yayıncılığın bünyesinde ürünler veren Okur Kitaplığı, Okur Akademi, Mat Kitap ve geçtiğimiz aylarda yayın dünyasına kazandırdıkları Okur Çocuk yayın konseptlerinin genel yayın koordinatörlüğünü yürütüyor.
Ünsal Ünlü ile hem geçtiğimiz aylarda ikinci baskısını da yapan yeni şiir kitabı Aşılmış Duvarlar üzerine hem de yayıncılığı üzerine bir söyleşi gerçekleştirmeyi yeğledik. Faydalı olmasını ümit ederek sizleri bu söyleşiyle baş başa bırakmak istiyoruz. Buyurun.
Öncelikle neden şiir, şairlik yolunda karar kılışınızın sebebi nedir desek?
Şiir, insanın, insanlığın arayışıdır. Bulmak ya da bulmamak meselesi değildir. Bir tür hakikate varma arzusudur. O, bir kelime oyununda bocalama uğraşısı değildir. Dolayısıyla insanın şiir hali, yani hayatın ve hakikatin sancısına tutulma, bu hâl üzere aramak ve yol yürümek zorunluluğudur karar kılmak. Bu da bir yerden sonra sizin elinizde olmayan bir şeydir. Ne zekâ ile, ne bilgi ile ne de performans durumları ile tek başına açıklanamaz. Açıklanabilir olsaydı şiir olmazdı. Şiir, sizinle birlikte sizden önce de, sonra da hayatınıza dâhil olan şeydir. Bir arayış, bir bilememe, anlayamama; ancak anlayabilme yolculuğudur. Ben, bu yolun yolcusuyum. Belki bundan olsa gerek ‘ne yazsam da şiir olsa’ sendromuna tutulanlardan olmadım.
Aşılmış Duvarlar’da on dört şiirle okuyucu karşısına çıktınız. Şiirlerinizde hızlı bir duyarlılık, bir an önce bir şeylerin gerçekleşmesini isteyen, bekleyen bir hava seziyoruz. Hayırdır, nereye bu gidiş?
Duyarlılık hep var. Hızlı ya da yavaş olmasından ziyade duyumsayarak, kendime duyurarak ortaya koymak, ortaya, insanların, insanlığın ortasına koyabilmek meselem. Hayatın kendisi hızlı; varmışız, yokmuşuz. Var olmak, var kalmak için insan olmaya, Allah’ın kulu olmaya çalıştıkça vuku bulan şeyler hepsi. Evet, cehdimiz iyilik yapmak ve kötülükten alıkoymak adına bir şeylerin daha iyi olması içindir. İyiliğin hep var olması ve olanların da ölmemesi için mücadele etmek, insan olarak, Allah’ın kulu bir müslüman olarak ve dahi şair olarak sorumluluğumdur. Gidişimiz, akibetimiz hayrolur inşallah.
Şiirlerinizde soyut ve somut imgeler hâkim. Ama özellikle de elle tutulur, gözle görülür cinsten somutlukları görüyoruz. Bu da hayattan uzak durmamayı bir tarz edinmişsiniz gibi bir düşünceye götürüyor bizi. Şiirlerinize hayatın daha çok hangi yönü şekil veriyor?
Bütün varlığımla hayatın hep içindeyim. Elle tutulduğu, gözle görüldüğü kadar hayatın görünen ve görünmeyen tüm katmanları ilgi alanımdadır. Biz, gayba inanan müslümanlar olarak, bu hayatı her yönüyle dikkate alırız. Çünkü biz Müslümanları diğerlerinden ayıran özelliklerin en başında gayba inanmak gelir. Hâl böyle iken maddenin, eşyanın görünen ve görünmeyen yüzü de bu veçhede anlam bulur bizde. Allah’ın âfâkî (dışsal, kozmolojik ve ontolojik) ve enfusî (içsel, psikolojik ve ahlâkî) ayetlerine her zaman muhataplığımız veçhesiyle bahsettiğiniz soyut ve somut imgeler kendi doğallıkları içinde şiirimde yer bulurlar. Bu ayetlere muhataplığın bilincinde olmak, beni, hem kendi dışımda var olan her ne varsa onun hakikatini arama hem de kendi içimde olan her ne varsa onun künhüne varma (özüne ulaşma) azminde tutuyor. Velhasılı yaşamaya çalışıyorum ve yaşayamadıklarımı yaşanabilir kılmak için, tahammül edilebilir kılmak için şiir yazıyorum. Doğrudan anlatamadıklarım, anlatamayacağımı anladıklarım için şiir yazıyorum. Şiir, bir bilinmezlik, bilememezlik ve anlatılamamazlık halidir aynı zamanda. İsmet Özel üstadımızın ifade ettiği bir husustur; düzyazı ile yazabiliyorsak, ne diye şiir yazalım! Şiir bir başınalıktır; özgünlük, kendine aitliğin alanında başkalarına da açılandır. Şiir, güzel söz söyleme sanatı, vs. de değildir. Kelime oyunları için bile ‘deneme’nin imkânları varken, şiir alanına girilmemeli bence.
Yayıncılığınıza gelecek olursak… Hayatınızın dönüm noktası olduğunu söylediğinizi biliyoruz yayıncılık için. Nedir bunun sizde gerçekleştirdiği değişim, öğrenebilir miyiz?
Evet, yıllardır okumanın ve yazmanın verdiği ilhamla niyetlenip mühendisliğime güvenerek 6,5 yıl önce işe koyulduğum yayıncılık, birçok açıdan hayatımda bir dönüm noktası oldu. Nelerden döndük, nelere yöneldik, ayrı sorular; ama yıllarca kendimi ‘ideallerime yatırım yaptım’ diye ikna ettim. Ki, öyledir de hâlâ benim için. Bu itibarla edebiyatımıza, kültürümüze ve yayıncılık piyasasına önemli katkılarımız olduğuna inanıyorum. Birçok değerli eser ve yazarın edebiyatımıza ve kültürümüze kazandırılmasına vesile olduk. Kendi adıma, bu katkıları yaparken yayıncılıktan çok şey öğrendim. Fakat her şeyin bir bedeli var. Öğrendiğim şeyler için büyük bedeller ödedim. Ödemeye de devam ediyorum. Anlatılmaz, yaşanır…
Yayıncılığın, günümüzü dikkate alarak durumu ve konumu ile ilgili değerlendirmenizi alsak. Zorlukları, kazanımları, imkânları nelerdir? Ve sonra da sizin yürüttüğünüz yayıncılığın bu durum ve konum içerisindeki yerini sorsak?
Türkiye’de yayıncılık zor bir sektör gerçekten. Oldukça karmaşık bir algoritmaya sahiptir. Birçok parametreye sahiptir. İnşaat sektörü bile bu kadar karmaşık değildir. Sermayeniz sadece para, sadece ticari tecrübe değildir. Her bir parametresi üzerinde sıkı bir şekilde durmanız gerekir. Yaptığınız işle sağlam bir bağınız olmalı; ancak duygusallık kaldırmayacak kadar rasyonel olmanız gerekir. ‘Ben yaptım oldu’ ile olmayan işler yani. Ayrıca tüm ilişkilerinize azami derecede dikkat etmeniz lazım. Bu söylediklerime dikkat etmiyorsanız bedeli çok ağır olabilir.
Kazanımına gelince... Türkiye’de, edebiyata ve kültüre katkı yapmak gibi toplumun yüksek ideallere yönelmesini teşvik eden yüksek nitelikli bir iş yayıncılık, bana göre. Bu işe yönelen birinin bir bilinç taşması yaşadığını düşünürüm. Yani size yeten bir şeyin ötesine geçmesi lazım bilincin ki bu işe yönelmek için bir gerekçeniz olsun. Yoksa sadece herhangi bir malın ticari amaçlı üretiminden ve dağıtımından öteye geçmez amacınız. Türkiye’de okuma oranı her geçen gün artıyor. Günde 40-50 kitabın çıktığı bir ülkeyiz artık. Ancak yine de birçok açıdan -yayıncılıkta yaptığınız tercihlere bağlı olarak- birçok zorluğu göğüslemeniz gerekiyor. Biz, edebiyat ağırlıklı yayınlar çıkardığımız için, edebiyatın, ülkemizdeki okullaşma oranının hızına paralel olarak önemsenmesi gerekiyor. Bu konuda Milli Eğitim Bakanlığı’nın son zamanlarda gösterdiği hassasiyetin yaygınlaşmasını umut ediyoruz. Yayıncılık, yayıncılara bırakılmayacak kadar önemli bir alan bence. Bunu bir espiri ya da ironi olsun diye söylemiyorum. Çünkü ‘yayıncılık’ diye ortalıkta gördüğümüz hareketin kahir ekseriyeti, sıradan bir ticaretin ötesinde değil.
Herkesin meselelere sizin baktığınız yerden bakmasını bekleyemezsiniz. Ancak herkesin adil ve vicdanlı olmak zorunda olduğunu beklemek hakkımız elbette. Sorumluluk alınacaksa size her türlü övgüleri yağdıranlar, sorumluluğun bedelinin ödenmesi söz konusu olduğunda size kolaylıkla ‘ticaret yaptığınızı’ hatırlatırlar. Eğer biz sadece ticaret için buradaysak -ki benim böyle bir zorunluluğum yok-, bu işi zaten yapmamam gerekir ya da çoğunluğa uyup sadece ticari olanı öncelemiş ve bu kadar nitelikli eserlerin kazandırılması için uğraşmamış olmam gerekirdi.
Yaptığımız işler ortada. Buna rağmen ‘Meyve veren ağaç taşlanır’ misali taşlanmaya devam ediyoruz. Meyve veriyoruz, taşlanacağız elbette. Eleştirileri dikkate alıyoruz. Birçoğundan son derece yararlanıyoruz. Elbette hatalarımız da oluyordur. Bilmeden, istemeden kırdığımız muhataplarımız da oluyordur. Tüm eserlerini yayınladığımız yazarlarımızın yanında, birçok eserini yayınladığımız yazarlar var. İlk defa eserini yayınladığımız şair ve yazarlar da var. Yayınevine referanslı-referanssız dosyalar gelir sürekli. Bu kapı her zaman açıktır. Değerlendirmeye alınır-alınmaz, yayınlanır-yayınlanmaz, ayrı konu. Ancak “Onun eserini yayınladın, benim eserimi neden yayınlamıyorsun?”a dönüşebiliyor bazen. Bu işin kendi mecrasında bunları normal kabul ediyoruz elbette. Sadece bilinsin diye söylüyorum.
Okur Kitaplığı’nın yanında başka yayın konseptleriniz de var. Neler yapıyorsunuz ve bundan sonra yapmak istediğiniz neler var?
Okur Kitaplığı, yayınevimiz bünyesindeki ilk marka yayın konsepti olarak amiral gemimizdir. Sonrasında Okur Akademi, Mat Kitap ve yakın zamanda Okur Çocuk marka yayın konseptlerimizi ortaya koyduk. Şimdiye kadar 200’ün üzerinde eser yayınladık. Gücümüz yettiğince sürdüreceğiz. İnşallah yaz döneminde çocuk edebiyatı ağırlıklı yayın konseptimiz Okur Çocuk için yoğunlaşacağız. Bu alanı her bakımdan çok önemsiyoruz. İnşallah bu alanda da başarılı çalışmalar yaparız.
Bir de Süleymaniye’deki yayınevimizin yerinde bir süre önce Okur Kitap Kahve olarak özel bir konsepti deneme amaçlı ortaya koyduk. İlgi yoğunluğunu görmek istedik. Gördüğümüz ilgi nedeniyle yaz döneminde buraya özel yeni çalışmalarımız olacak. Okurlarımızla farklı birlikteliklerimiz de olsun istiyoruz. Nasip olur inşallah.
Son olarak neler söylemek istersiniz?
Okur Kitaplığı, yaptıklarıyla birçok ilki gerçekleştirdi. Birçok yayınevine ilham kaynağı oldu. Yayıncılığın imkânlarının nasıl zorlanabileceğine dair bir örnek oldu. Özellikle edebiyat yayıncılığı, belli mecrada (dergi merkezli, belli bir anlayış merkezli, vs.) seyretmesi nedeniyle kendi kozasından çıkamamıştı, diyebilirim. Okur Kitaplığı, eklektik (seçmeci) yaklaşımla edebiyat ortamında birbirinden farklı düşünen öne çıkmış kalemleri bir araya getirerek bir konsept ortaya koydu. Bu konsept öyle bir kabul gördü ki, hem Okur Kitaplığı’na her mecradan şairler ve yazarlar eserleriyle katılmak istedi hem de ortamdaki yaklaşımlar zaman içinde değişmeye başladı. Ancak herkese karşılık verecek gücümüz ve imkânımız olmadı. Keşke olsaydı. Bu yüzden Türkiye’nin her yerinden destekçimiz çok oldu. Hepsine müteşekkiriz. En başından beri bunu nasıl yaptığımıza dair çok soran oldu. Hem anlayış olarak hem de ticareten nasıl sürdürülebildiğini soranlar oldu. En başlarda “sizi kim finanse ediyor, arkanızda kimler var” diye soranlar oldu.
Bu işe en başında inandık. Gücümüzün yetmediği aşamalarda çok sıkıntılar yaşadık. Devam edip etmemekte tereddüt yaşadığımız dönemler yaşadık. Ama çok şükür Allah’a ki, yolumuza devam edecek iradeyi nasip etti. Yaklaşık 6,5 yıldan beri maddi-manevi tüm imkânlarımı, gece-gündüz mesleğimden arta kalan zamanımı bu işe adadım tabiri caizse. İlk başlarda iki ortak olarak başladığımız bu yayınevi serüveninde, 1,5 yıl sonra tek başıma devam etmek durumunda kaldım. 6,5 yıldan beri bu işten şahsıma bir kazanç elde etmeden sürdürüyorum. Geçimimi 17 yıldır inşaat sektöründe sürdürdüğüm mesleğimden sağlamaya çalışıyorum. Kirada oturuyorum. Ve en önemlisi de yayınevinin koordinasyonunu sağlayabilmek için 2 yıldır şartları, şartlarıma uyduğu için düşük ücretli bir işte çalışıyorum. Yani bir işe ihtiyacım olduğu için yayıncılığa başlamış değilim; asıl işimi dahi yayıncılığa uyduracak kadar bu işe inanmış ve gönül vermiş biri olarak yayıncılık yapıyorum.
Zahmet verici sorularımıza rahmet nazarıyla verdiğiniz cevaplar için teşekkür ediyoruz.
Rica ederim, ben teşekkür ederim.
Konuşan: Fatih Pala