Yayınevleri, televizyon programları, gazeteler ve belediyelerle, yürüttükleri faaliyetler üzerine konuştuğumuz soruşturmamızda, Beyan Yayınları’ndan Ali Kemal Temizer ile yayınevinin dününü ve bugününü konuştuk.
Beyan Yayınları hangi endişelerle yayın dünyasına adım attı? İlk olarak bastığınız kitap hangisiydi?
Beyan Yayınları, 1982 yılı sonlarına doğru Mevdudi’nin “Kur’an’a Göre Dört Terim” isimli kitabıyla yayın hayatına başladı. Daha önce bir yayıncılık geçmişim vardı. 1976’da başlayıp 1981 yılına kadar süren Düşünce dergisi ve yayınları ekibinin içinde yer alıyordum. Düşünce’nin kısa fakat etkili yayın döneminden sonra yoluma Beyan’la devam ettim.
1970’li yıllar tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de fikirlerin en yoğun tartışıldığı dönemdi. İnsanlar kamplara ayrılmış, herkes karşı tarafa eline geçirdiği her şeyle hücum ediyordu. Bu, bazen silah, bazen sopa, bazen de kitap oluyordu. Yaşanan bu özel dönemde biz de kendimizi bu kavganın içinde bulmuştuk. Hem iyi, hem güzel, hem de hayırlı şeyler yapmayı düşünüyorduk. Bunun için en uygun ve en etkili araç kitaptı. Bu nedenle yayıncılık, bizim için bilinçli bir tercih oldu. Yayıncılığı, hem hayatımızın hem de mücadelemizin ayrılmaz parçası olarak gördük. Hayatımız hep kitapla, kültürle, bilgiyle iç içe olsun istedik. Yayıncılık serüvenimin kısa özeti budur. Yaşanmış bunca zamandan sonra şunu açıkça söylemeliyim ki benim için yayıncı olmak, hayatta sahip olduğum şükrü ödenemez en önemli nimettir.
Yayınladığınız kitapların hangi hususiyetlere sahip olmasına dikkat ediyorsunuz? Bugüne kadar neler yayınladınız ve önümüzdeki günlerde neler yayınlayacaksınız?
Yayınladığımız her kitabın öncelikle “kitap” tanımına uygun bir çalışma olmasına dikkat ediyoruz. Emek verilmiş olmasına, işlediği konunun üstesinden gelmiş olmasına, okuyucuda saygı uyandıracak nitelikler taşımasına, kısacası bizi mahcup etmeyeceğine inandığımız özelliklere sahip olmasına dikkat ediyoruz. Bugüne kadar 600’e yakın kitap yayınladık. Her kitabımızı, ilgi gösterecek herkese bir hediye vermenin heyecanıyla hazırladık. Başkalarından önce kendimizin seveceği, beğeneceği bir özelliğe sahip olmasına gayret ettik. Amacımız, piyasaya göre değil, kendi doğrularımıza göre yayınlar yapan bir yayınevi olmak. Satma potansiyelini değil, faydalı olma potansiyelini gözeten bir yayıncılık anlayışını yaşatmak, bu yönümüzle bir ekol olmak istiyoruz.
Kur'an-ı Kerim hakkında muhtelif çalışmalar yayınladınız. Yayınladığınız bu çalışmalar okuyuculardan nasıl tepkiler aldı? Kur'an-ı Kerim'in anlaşılması konusunda bu çalışmalar, sizce ne gibi faydalar sağladı?
Temel hedefimiz hayatın her alanına ilişkin kitaplar yayınlamak. Bu nedenle çocuk kitaplarından İslam’ın klasik metinlerine kadar geniş bir yelpazede kitaplar yayınladık. “Kur’an Araştırmaları” da yayınladığımız kitapların tasnif başlıklarından birisi. Kur’an’a ilişkin her dosyaya ilgi gösterdik, uygun gördüklerimizi bastık. Eğer 28 Şubat dalgasını yaşamamış olsaydık bugüne kadar yayınladıklarımızın birkaç misli çalışmayı yayınlamış olabilirdik. Fakat 28 Şubat, hem yayıncılar hem de okuyucular üzerinde bir travmaya sebeb oldu. Pek çok kişi ve kurum, başlangıçta geçici olduğunu düşünerek İslamî ve Kur’anî metinleri okumayı, bulundurmayı veya yayınlamayı ertelediler. “Geçici olandan daha kalıcı bir şey yoktur” deyişinde olduğu gibi bir daha da eski hallerine dönmediler. 28 Şubat’a ilişkin pek çok şey söylendi, hâlâ söylenebilecek pek çok söz olabilir. Fakat söylenecek sözlerden biri de bu dönemin yayıncılığımızda meydana getirdiği kırılmayı konuşmak, bu dönemde yayıncılığımızın verdiği imtihanın maliyetini çıkaran değerlendirmeler olmalı.
Cahit Zarifoğlu'nun bütün eserlerini basan yayınevi olarak, son dönemde yayınlanan “Yedi Güzel Adam” dizisini nasıl buluyorsunuz? Dizinin Zarifoğlu'nun eserlerinin satışına etkisi oldu mu?
“Yedi Güzel Adam” devam eden bir dizi. Hüküm vermek için henüz erken. Bu konuyu uzmanları değerlendiriyor, sözlerini söylüyorlar. Şu ana kadar ortaya çıkan gerçek, bu dizi vesilesiyle hem Cahit Zarifoğlu’nun, hem de o dönemin temsilcilerinin eserlerine olan ilginin artmış olmasıdır. Bu dizinin sağlayacağı en önemli fayda, yeni kuşaklara, günümüz dizilerinin ön plana çıkardığı bozuk kişiliklere ve ilişkilere karşı yeni ve farklı bir rol-model sunma potansiyelidir. Ümit ediyoruz ki bu dizi vesileyle yeni kuşaklar arasında edebiyata ilgi artacak, şiirler, hikâyeler, denemeler yazanların özgüvenleri yükselecek, pek çok insan kendi kuşağının güzel insanlarından biri olmaya gayret edecektir. Alaaddin Özdenören, Cahit Zarifoğlu’nun vefatının hemen sonrasında yapılan bir söyleşide “Öyle tahmin ediyorum ki gelecek kuşaklar Cahit Zarifoğlu’nu bizden daha çok sevecekler” demişti. Bu dizi, sanki bu öngörünün gerçekleşmesine yardımcı olmuş gibi görünüyor.
Hz. Ali Efendimizin (k.v) kutlu sözlerini ve hutbelerini ihtiva eden “Nehcü'l Belağa” isimli eseri özenli bir baskıyla yayına hazırladınız. Günümüz Müslümanlığı, Hz. Ali Efendimizin (k.v) şahsiyetinin en çok hangi yönünü numune-i imtisal edinmeli?
Hz. Ali’nin sözleri, hutbeleri, emirnameleri ve mektuplarından oluşan Nehcu’l Belağa isimli eser, ne yazık ki Sünni toplumlarda beklenen ilgiyi görmüyor. Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer veya Hz. Osman’a atfedilecek benzeri bir kitabın sahip olacağı ilgiyle mukayese edildiğinde hüzün verici bir durum bu. Oysa Hz. Ali bizim de halifemiz ve İslam tarihinde çok özel yeri olan biri. Şiilerin sahiplenmeleri bizi Hz. Ali’den, onun değerli sözlerinden uzaklaştırmamalı. Nehcu’l Belağa’yı biraz da bu düşüncelerle yayına hazırladık. Bizim için Hz. Ali’yi bütün yönleriyle tanımak ve tanıtmak çok önemli bir sorumluluk. Çünkü günümüz Müslümanlığı en çok Hz. Ali’nin bilge kişiliğine muhtaç. Bu nedenle Nehcu’l Belağa, hem tercümesine hem de sunumuna en çok özendiğimiz yayınların başında geliyor.
Kanaat önderlerimiz diyebileceğimiz âlimlerimizin hayatlarını konu edinen yayınlarınızla kültür hafızamıza önemli katkılar yaptınız. Bu başlık altında neler yayınladınız, yeni yayınlar yapacak mısınız?
Hiçbir düşünce, insan unsurundan bağımsız düşünülemez. İyi fikirler iyi insanlarla temsil edildiğinde bir bütünlüğe sahip olur. Bu nedenle hayatları tüm insanlara örneklik teşkil edebilecek özel insanların hayatlarını yeni kuşaklara aktarmayı yayıncılık sorumluluğumuzun en başta gelen görevlerinden birisi olarak kabul ettik. Bu alanda yaptığımız yayınlara, benzeri hayat hikâyeleriyle devam etmeyi düşünüyoruz.
Ülkemizde yayıncılığın sizce en önemli sıkıntısı nedir? Bu sorunun giderilmesi yolunda sizce ne gibi adımlar atılmalı?
Ülkemizde yayıncılık, özellikle kitap yayıncılığı, rüştünü ispat edebilmiş bir sektör değil. Henüz yeterince olgunlaşmadı, emekleme çağında sayılabilir. Dünyada başka bir milletin başına gelmeyen özel bir felaket, harf ve kültür değişimi pek çok şeye sıfırdan başlamak zorunda bıraktı bizi. Bu nedenle yayıncılığımızın tarihi çok yeni ve kurumları oluşmuş değil. Son yıllarda sahip olduğu dinamizmi devam ettirebilirse bir kuşak sonra kurumları oturmuş, yeterli sermaye ve insan potansiyeline sahip bir sektör olabilir. Bu iyi mi olur, kötü mü, emin değilim. Çünkü bugün sahip olduğu amatör ruh, piyasa baskısı dışında yürüttüğü özgür yayıncılık, sektör haline geldiğinde yerini başka endişelere, piyasa baskısına bırakabilir. Bu nedenle bugün yapılan yayıncılık, daha sıkıntılı ve kıt imkânlarla yapılıyor olsa da gelecekle mukayese edildiğinde daha özgün, okuyucu açısından daha güven verici sayılabilir.
Ümit Aksoy konuştu