1Rasim Baba'nın dört öyküden oluşan Çok Sesli Bir Ölüm'ü 37 yıl geçmesine rağmen ürperticiliğini, sahiciliğini, derinliğini devam ettiriyor. Mezradan, köyden kente... bitmeyen hesaplaşmalar.Çok Sesli Bir Ölüm, Rasim Özdenören

Kitapta sadece dört öykü var. Ama 143 sayfadan oluşan Rasim Özdenören’in bu eserini okuyunca ‘çok sesli’ bir coğrafyanın insanlarının ‘çatışma’larının en karanlık ve ifade edilmesi zor derinliğine gömülüyoruz.

İlk baskısı 1974’de yapılmış olan çok sesli bir ölüm’ün beşinci baskısı İz Yayınları’ndan. Kitaba ismini veren ilk hikâyede 17 yaşındaki Kamber’le mezradan kente doğru bir yolculuğa çıkıyoruz. Beygirin üstünde babası Şehmuz var. Çok hasta. Baygın. Ölmek üzere. Hatiç anne gerilerde kalmış. Doktora yetişmemiz gerekiyor. İkinci defadır kalbi sıkışmış babanın. Doktora yetiştirilmezse ölebilir. Bakaç Ali öyle demişti. 

Onyedisinde ve çok korkuyor

Onyedi yaşındaki acemi bir genciz bu hikayeyi okurken. Yabanıl, acımasız topraklar üzerinde içimize bir gariplik duygusu, anlaşılmaz bir korku düşüyor bu yüzden. Karanlık bastırmak üzere. Kent gözükmüyor. Sonra şimşekler çakıyor. Bir iki yağmur damlası… ‘Umutsuz boşluk’ yağmurun bastırmasıyla koyulaşıyor. Beygir kuduruyor karanlık ve yağmurla birlikte. Çıldırıyor ve tepinmeye, kaçışmaya başlıyor. Beygirin üstünde iplerle bağlanmış ve ancak öyle durabilen, bilincini yitirmiş baba mahvoluyor. Artık yapılacak bir şey yok. Kamber çarpılmış sanki. Sağanak kesiliyor lakin artık kente gitmek anlamsızlaştı.

Kırkbeşinde ve korkuyor

Sabah aralığı’nda jandarmadan kaçan Halil ve karısı. ‘Tanrının varlığına aldırmayan insanların yaşadığı yerde, eninde sonunda’ kendisini de hırsın bürüdüğünü söyleyen Halil, kırkbeş yaşlarındadır. O da tıpkı ilk hikâyedeki Şehmuz gibi ekmeğini bu çorak topraklardan binbir zorlukla çıkarmıştır. Ama oğulları onu terketmiştir. Şimdi bir jandarma katili olarak aranmaktadır. O bunu yapmamış olsa bile.

Sessizlik
(+)

Sessizliğin sesini işitmek

Özdenören’in öykülerindeki betimlemeler çok güçlü. Köy, insanları, taşlık arazi, ‘çorak ülke’, dağların yalçınlığı… Fakat insanların ruh hallerini, gelgitlerini, çelişkilerini, anlayamadıkları durumlarını anlatırken okuyucuyu öyle kuvvetle ve yetkinlikle maceraya dahil eder. Ki okuyan bütünleşir o öykünün iç damarıyla. Bu iki özelliğin yanında çok önemli bir başarısı daha var Rasim Baba’nın. Sesin, seslerin çok iyi kullanılması. Pek çok öykücü sesi bir hayatiyet olarak hikâyelerine yediremediği için Özdenören denli yazdıklarını ‘can’landırmayı başaramıyor. Oysa onun öykülerini okurken sessizliğin içinden bile yükselen tanımsız sesler işitiriz. 

Bir oğlun var ve evden kaçıyor

Üçüncü öyküde Zeynel’in akmayan Kan’ı var. Topraktan ‘sıcağın uyandırdığı o tuhaf hareketsizlik, bezginlik tütmeye’ devam ediyor. Yoksulluk, yoksunluk, zorluk, sıkıntılar bu sefer daha fazla. Karısı Fatik üç çocuk doğurmuş. Üçü de ölmüş erkenden. Dördüncüsü Şahin yaşamış ama hiç sevmemiş o taşlık arazileri. Zaten bir süre sonra temelli terkedip gidecek oralardan. Gerçekten topraklarından kopmak o kadar kolay mı, kader buna izin verecek mi? Bu hikayede nesiller arası farklılaşma, çatışma günyüzüne çıkmaya başlıyor. Zeynel’in annesiz, babasız olarak büyü(yeme)mesi öykünün beslendiği nirengi noktası. Zaten Özdenören çoğunca insanın bilinmezliklerine, anlaşılması zor yönlerine tutuyor ışıktan kelimelerini.

O silah patlayacak!

Dördüncü ve son hikayede Şermin’in elinde bir çekiçle babasının odasına girdiği o ‘an’da bu tanımlanamaz, bilinçsizce sürükleniş somutlaşıyor. Kentteyiz artık. Şermin babası ve halasıyla yaşamakta. Bir kez aldatılmış. Konfeksiyon mağazasında çalışıyor. Sadık’la tanışıyor. Onunla görüşmeye başlıyorlar. Halası engel olmaya çalışıyor. Bir süre sonra babası da bu ilişkinin bitmesini istiyor. Kentte geçmişle bugün arasındaki mesafe büyümüş, köklerden kopuş barizleşmiş. Mesela baba abdest almak için şadırvana yanaşır ama üşeneceğini anlar.

Sonra inancının olmadığını, hayır, bir alışkanlığı yitirdiğini, yenilenmeyen inancının kendisini bıraktığını düşünür. ‘Onu yakalayabilmek için güçsüzdü ve galiba yakalamak için hevesi de yoktu, böyle düşününce tövbe etmesi gerektiğini anımsadı, bilinçsizce ‘’tövbe ya rabbim’’ diye mırıldandı.' Halası adanmış bir ülkeden bahsediyor. Kendisinin ulaşamadığı ama çocuklarının ulaşmasını istediği bir geçmiş zaman ülkesi. Sadık onu anlamaya başlıyor. Şermin babasından ve halasından kurtulmak istiyor, onlara karşı çıkıyor. Babası bilinçsiz de olsa bir şeyleri korumak istiyor. Konuşmayı da nerdeyse unutmuş. Bu yüzden mi silahını temizlemeye başlıyor?

Rasim Özdenören  insanı, insanın binbir çeşit ölümünü, karanlığını, yalnızlaşmasını, tarjedisini anlatmaya devam ediyor. Tazeliğinden, etkileyiciliğinden hiç bir şey yitirmeyen bir dil ve ruhla yazmış çünkü. Otuzyedi yıl geçmesine rağmen bu böyle. 

Mustafa Nezihi Pesen özden-ören'e hayran