“Bir avuç toprak, biraz da suyum ben
Neyimle övüneyim, işte buyum ben”
Böyle tanımlamış sehl-i mümteni ustası Yunus Emre Hazretleri insanoğlunu. Tevazu dolu bu anlatım aslında bütün hikayemizi içinde barındırıyor. Herkesin kendini hayatın merkezinde sandığı ve çocuklarını da buna göre yetiştirdiği modern dünya düzeninde, hatırlanması gereken en önemli dizelerdendir bana kalırsa. Ve şöyle diyor Nihan Kaya Kırgınlık kitabında: “Şahıslar, devirler, mekanlar farklılar; ama hikâye aynı.” Tam olarak da öyle değil mi? Kızgınlık yine kızgınlık, mutluluk aynı mutluluk ya da öfke aynı öfke, hisler değişmiyor. Değişen yalnızca şahıslar, devirler, mekanlar ve en önemlisi de algı. En nihayetinde kırgınlık da aynı kırgınlık.
Algımızı yöneten, doğduğumuz andan itibaren çevremizdir. Nitekim bu çevrenin ilk temsilcisi ise aile. “Söz bir büyüdür” diyor Adem Güneş ve ekliyor, “çocuğa nasıl hitap edilirse çocuk öyle olur”. Kırgınlık kitabı da bu çocukların öykülerini yazmış, ama yazar bile isteye her şeyi yarım bırakmış. En heyecanlı yerinde biten bir roman ya da hikâye düşünün. Ya da bir aksiyon söz konusu olduğunda nedenini bilmediğinizi. Aslında modern roman, insanın içsel yolculuğuna bizleri şahit etmeye başladıktan sonra, artık sonlar yazılmamaya ve okuyucuya doldurulması gereken boşluklar bırakılmaya başlanmıştı. Bırakın romanları, artık filmler de öyle, en azından alternatif sonlu olmaya başladı çok uzun süre önce. Fakat Nihan Kaya daha fazlasını yapıyor Kırgınlık’ta: Hikâyenin kahramanının neye dönüştüğünü görüyoruz ya da bazen görmüyoruz ve nasılı kocaman bir muamma. Nitekim kahramanın sonu da öyle; muamma. Bu tıpkı komşudan yarım yamalak bir şeyler duyup evde anlatmak gibi: Hayatın ta kendisi.
Bir süredir tartışılan ve Twitter’da da TT listesine giren Bennu Yıldırımlar ve Nuri Bilge Ceylan kamera arkası videosunu hatırlayın. Nuri Bilge Ceylan, Bennu Hanım role girmeye çalıştığında ona diyor ki: “Hayatın kendisi bu değil”. İnsanlar bu konuda ikiye bölündüler, tabii ki fikirler farklılaşabildiği gibi tek doğru da yoktur. Fakat şu noktada sayın Ceylan ile tamamıyla aynı fikirdeyim ki hayatın kendisi bir film kurgusu gibi otomatik değil. Rabbimiz bize seçme özgürlüğü tanıyor, ilave etmek gerekir ki Rabbim tercihimizi biliyor. Ama insanlar birbirlerinin tercihlerini ve davranışlarını kestiremiyor. Önemli bir konuşma anında tek ayağını yere vurmaktır hayat. Bir anda ne yapacağını insan kendisi bile kestiremez -ki çoğu zaman da farkında olmaz. Nihan Kaya da bize hayatın ta kendisini anlatmaya çalışıyor bu kitapta. Roman nasıl yazılır konusunu tartışırken de hepimizin ortak hayat döngüsü üzerine kurgulamış. Sonuç olarak hayatın ta kendisi gibi, doğal bir şekilde her şeyi ayrıntısı ile bilmemiş ve yazmamış. Çünkü günlük hayatta her birimiz her olayın ayrıntısını bilemeyiz.
Boşlukları okurun inisiyatifine bırakmış
Bütün boşlukları okuyucunun zihninde doldurmasını ve okuyucunun kendi özüne ulaşmasını hedeflemiş. En nihayetinde kitabı da bu sebeple okuyucuya ithaf etmiş. Özetlemek gerekirse; hayatı okuyucuya dikte etmek yerine, okuyucunun potansiyeli doğrultusunda boşlukları doldurmasını beklerken aynı zamanda romanın görevinin her durumu bütün ayrıntısı ile bir gazeteci gibi anlatmak olmadığını ifade etmiş. Bunun ışığında kalıplaşmış yargıların ve algı yönetiminin değiştirdiği doğamızı ele alan olaylar ve durumlar anlatmış: Nedenini ya da sonunu bilmediğimiz hikayeler.
Biz bu boşlukları doldurduğumuz için biz oluyoruz, hayatın kendisi işte bu. Ve ekliyor Nihan Kaya: “Hangi hayat tamamlanabilmiş ki benim buradaki hikayeleri tamamlamamı bekliyorsunuz benden? Öldüğünüzde, hikayeniz tamamlanmış değil, birdenbire yarıda kesilmiş olacak.” İşte bu yaklaşım bir romanı bizim romanımız yapar. Nedenini ve sonunu bizim yazdığımız bir kurgu bizizdir. Ve “her şey neye layıksa ona dönüşür” (Mevlana’nın da dediği gibi) işin sonunda. Böylelikle de herkes Kırgınlık’ı okuyarak kendi romanını yazmış olur. 146 sayfa. Tabi bu 146 sayfa yazarın girişini yaptığı kısım, sayfaların çoğalması okuyucuya bağlı…Kitaptan birkaç alıntı ile yazımı sonlandırmak istiyorum.
“İnanın bana üst kattaki komşum, bir kez okuduktan sonra beni artık geceleri heyecandan uyutmayan, uyusam uykularımdan uyandıran romanlar kadar canlı değil.” (s. 122)
“Hayatta gerçek anlamda sahip olduğumuz tek bir şey vardır, biliyor musunuz: İsmimiz! Hayatımız boyunca o ismi inşa ederiz, ya da inşa edemeyiz.” (s. 52)
“Kişi bizzat arzusudur.” (s. 19)
“…hiçbir çocuk hasta, hiçbir çocuk hasarlı doğmazdı. Tedaviye ihtiyacı olan çocuklar yoktur, tedaviye ihtiyacı olan anne babalar, tedaviye ihtiyacı olan öğretmenler vardır.” (s. 131)