Yarası Kanayan Şair: Müştehir Karakaya

 

İstanbul ile Van güzergâhında Şairimiz Müştehir Karakaya ile hasret giderme babında bir muhabbet edelim istedim. Birer eski dost olarak ben sordum; Müştehir beni kırmayarak cevapladı. 1990 yılında tanıştık. Kardelen Dergisini çıkardık bir grup arkadaşla. Bir dostluk halkası kurulmuş oldu. Bir edebiyat camiası teşekkül etti. Ve derken kitaplar yayınlandı.

 

Bekârlar evlendi ve çoluk çocuğa karıştılar. Giderek dünyanın döndüğünü, ömür denen şeyin olduğunu ve zamanın su gibi akıp gittiğini gördüler. İş sahibi, kitap sahibi oldular. Kimi uzaklara gitti Müştehir Karakaya, Mesut Doğan gibi. Kimi çakılıp kaldı yerinde benim gibi. Hayat tabii bir yere bağlı kalmayı pek yakıştıramıyor olsa gerek. Böyle savuruyor oradan oraya insanı. Bunun acısını en çok şairler çekiyor. Onlar bir melali sürekli olarak yanlarında taşıyorlar.

 

Biz Müştehir'in eksikliğini, yanımızda olmamasını hep hüzünle kabul ederiz. Müştehir olsaydı şunu yapardık, bunu yapardık falan der dururuz zaman zaman. Belki yanımızda olsa hiçbir şey yapmayız ama gene içimizde bir ukde olarak vardır bu düşünce. En çok da biz Müştehir'e koca İstanbul'da bir iş bulamamanın üzüntüsünü yaşarız bu devirde.

 

İşte böyle bir şey sevgili okur. Bir iç konuşma olarak kabul buyur bu dediklerimi. Dostumu dost olarak bağrına bas emi?

 

Nurettin Durman

23 Aralık 2008 – Salı -Beylerbeyi

 

 

 

 

Sevgili Müştehir şimdi Van ilimizde ikamet ediyor, bir kurumda çalışıyor, yazma eylemini sürdürürken bir de Beyaz Gemi adında bir edebiyat dergisi çıkarıyorsun. Öncelikle bunu merak ediyorum. Bu işlerin üstesinden nasıl geliyorsun? Tabii birde bu kadar yoğun çalışma temposu için şöyle bir nefes alma zamanın/zamanların oluyor mu?

 

- Heyhat ki heyhat! Dışı seni yakar içi de beni... Fuzuli'nin bir beytini günümüze uyarlayarak söyleyelim: “Kim ki cananun içün canun sever cananun sever/Kim ki canun içün cananun sever, canun sever”. Eskiden daha çok coşkulu ve hareketliydim, yaş ilerledikçe bunu yitirdiğimi farkediyorum. Artık ben de bıkkınım, acizim, kırığım, hayattan haz almıyorum, eskiden de almazdım ya. Melankolizm devam ediyor mu hâlâ bilmiyorum. Sizin de buyurduğunuz gibi gerçekten kendime nefes alacak zaman bırakmıyorum. Biraz dertlerimi ve sıkıntılarımı kamufle etmek için tüm bu uğraşlar. Yıllar yıllar önce söylediğim bir mısra aklıma takılıyor; “ben senin derdinle yandım, sen yandın kederinden...”

 

  

Uzun yıllar İstanbul'da, Cağaloğlu'nda bulundun. Yani sanatın - edebiyatın merkezinde geçti gençliğin diyebiliriz. O mekânlarda çalıştın. Kardelen dergisini çıkardın. Zorluklar yaşadın biliyoruz. Bize o günlerden söz eder misin? İşin heyecanı var mıydı, aksiyonu nasıldı? Çevrende kimler vardı. Kardelen dergisinin işlevini ve amacına ulaşıp ulaşmadığını anlatır mısın?

 

- Yaramı kanatıp duruyorsun dost ağabey Nurettin Durman. Geçmişimle hasbihal etmek beni yorar, biliyorsun. En yapamadığım şey, kendimden bahsetmektir. O günün şartlarında zannederim öyle olması gerektiği için aynen ben de sesimin çağrısına kulak verdim, gençliğim hay-huylarla geçti. Pişman değilim öncelikle. Kader beni böyle isimlendirdi ve böyle bir mecraya itti. Heyecan doruk noktadaydı. Daha gözü pek, cesur ve atılgandık. Bunu sadece ben tek başıma beceremezdim. Mürsel (Sönmez) gibi kadim bir dost vardı arkamda, siz vardınız (Nurettin Durman), Özcan (Ünlü) vardı, Şefik Memiş gibi bir dost vardı, malumunuzdur şimdi de serüvenlerini yaşıyorlar.

 

Mesut Doğan vardı, Hüseyin Akın vardı, başka özverili arkadaşlar vardı... Hepimiz gençtik, deli divaneydik... Arkamızda Kardelen gibi naif bir çiçek bıraktık. Madem soruyorsun ki, benden daha iyi biliyorsun, “Kardelen”in aksiyonunu, bir iki cümleyle özetleyeyim: O günün şartlarında seslerine ses, yüreklerine yürek katacak, motive edecek, yazmanın ve okumanın kahrını bir yük olmaktan çıkaracak bir dergiye el attılar. Kendilerini buldular. Samimi, dürüst, sıcak yüzler buldular. Gençler böylece dört elle sarıldılar. Yüreklerine bastılar. Peşin ve kabulsüz bir dergiydik. Yüreği olanlarla yola çıkmıştık, yürekli olanlarla sürdürdük.

 

Bugün geriye dönüp baktığımızda, ne demek istediğim anlaşılacaktır. Kardelen, bir yürek çırpınışıydı, görevini yerine getirdi, ömrünü tamamladı, adı gibi ömrü de kısa oldu.

 

Böyle olması gerekiyordu. Dergi olarak belki kapandık, ama yüreğine bir köz tutuşturulanlar hiç sönmediler, yangınlarını büyütüp durdular.

Bundan da anlaşılıyor ki, bu dergi ve bunun gibi olabilecek dergiler, etrafında kümelenen dostlar, kalplerini taze tutanlar öykülerini yaşamaya devam edeceklerdir. Ben Kardelen'in görevini yeterince ifa ettiğini düşünüyorum. Sıra şimdi genç yüreklerde...

 

Tabii biliyorum romanlar yazdın, hikâyeler yazdın ama seni bir şair olarak tanıdım ilkin. Van ilimizden İstanbul ilimize bakarken yazma eyleminde bir değişiklik, bir kırılma noktası, bir umutsuzluk hali yaşadın mı? Yani ne gibi etkisi oldu senin üzerinde İstanbul'dan uzakta olmak?

 

- Romanlar yazdım, hikâyeler, öyküler yazdım hayattan yana, belki ahım-şahım değillerdi ama yazma istidadımı kaybetmemek için. Denemeler kaleme aldım, ne derece işlevini yerine getirdi, okuyuculara bıraktım. Ancak İstanbul gibi dev bir metropolden Van gibi bir köye düşünce yolum, kendime çeki düzen vermek, biraz sigaya çekmek, biraz yoklamak adına kendimi gelip günün şartlarına ayak uydurarak yerleştim. Van biraz bu yönden İstanbul'a benziyor.

 

 

Kırılma noktası yaşadığım doğrudur, ilk iki-üç yıl çok sıkıntı çektim. Her an bir delilik yapma girişiminde bulunabilirdim, doğrusu denedim de, yine felek beni bana bırakmadı. Umut; içimizdeki sönmeyen mumdur. Mum ne zaman tükenirse o zaman umudumuzu yitiririz. Mumum sönmedi dostlar sayesinde. Kendimi yenilemem gerektiğini anlamıştım. Bir çiçekle bahar gelmezdi amiyane tabirle. Bir el bir ele, bir zincir bir zincire dolanır. Böyle olmalı. Ama İstanbul hasreti taşıdım yıllar boyunca bu yorulmuş bedenimde. Daha bileylendim.

 

Zaman bu, kimini öğütür durur, biz zamanın sonucunu tayin eden Mevla'nın ne gibi bir çizim yaptığını hakkımızda, bilemeyiz. Belki İstanbul'da kalsaydım yitip giderdim, kaybolurdum, bugünkü ben olmazdım. Her şeyin hayrı vardır, bunu bilmeyiz. Ayetlerde buyrulduğu gibi, hoşlanmadığınız bir şeyi şiddetle olmamasını isteriz, ancak belki o sonuçta bizim için hayırlıdır. Şiddetle arzuladığımız ve sevdiğimiz bir şeyin olmasını istediğimiz için de, sonuçta bizim için şerdir, hayırlı olmaz, biz bunu bilemeyiz.

 

 

Şimdilerde şiirle aran nasıl diye sorsam? Bir de bildiğim kadarıyla üzerinde önemle durduğun çok emek verdiğin bir romanın vardı, yanılmıyorsam ismi Semiramis olacaktı. Son romanını ne zaman okuma imkânımız olacak. Ve bu iddialı olduğun romanından beklentilerini öğrenmek istiyorum. Malum olduğu üzere edebiyat âleminde romanın bir ağırlığı var. Bilhassa en fazla okunan bir tür olarak başta gelmesi açısında da önemli tabii zamanımızda...

 

- Şiirle aram her zaman iyi olmuştur, bazan kesintiye uğrarsa da ben onu bıraksam da o beni bırakmadı, bana vefasızlık yapmadı bazı dostlar gibi. Evet, çok emek verdiğim bir tarihi roman yazma serüvenim var. Roman bitti. “Tuşbanın İncisi Semiramis” 2800 yıl öncesini anlatıyor. Üç dört yayınevi girişimi sonuçsuz kaldı. En son Adem Özbay Akis Yayınları uhdesinde roman yayınlayan Romanevi serisine verdim, bir yılı aştı galiba, son olarak bana dizgi işlemlerinin bittiğini, kapağı beklediklerini söylediler. Ramazandan hemen sonra çıkacaktı, maalesef hâlâ çıkmadı, ben de sabırsızlıkla beklemedeyim.

 

Hatta dahasını söyleyeyim, eğer bu roman çıkarsa, bunun bir devamı niteliğinde olacak ikinci cildine de başlamışım. Bunun akim kalması benim moralimi bozmuştur. Şimdi üç bölümünü kaleme aldığım ama benim şevkimi kıran bu olaylardan sonra altı aydır bir tek satırını bile yazamadım. Dilerim bir an önce çıkar, ben de sizler de zevkle okuruz.

 

 

Sormaktan kendimi alamayacağım bir soru; İstanbul'u özlüyor musun?

 

- Hem de nasıl! Gel gör ki felek koymuyor... Allah bana bir kapı aralarsa, yürü kulum derse İstanbul'la hemhal olmak işten bile değil. Artık usandım buralardan... Aslında Van ili çok güzel bir yer. Suyuyla, havasıyla, insanlarıyla, iklimiyle, doğa güzellikleriyle, bulunmaz bir yer. Hatta şehir dışına çıktığımda bir an önce dönmek için sabırsızlanıyorum ama... Mehmet Akif'in deyimiyle: Eşin var, aşiyanın var, baharın var ki beklersin, kıyametler kopardın ey bülbül, nedir derdin? İşte böyle.

 

 

Van'da çıkarmakta olduğunuz Beyaz Gemi dergisini tanıtır mısın? Nasıl bir dergi tasavvuru içersinde yayınlamaya çalışıyorsunuz. Amacınız nedir? Ben aslında her ilimizde en az bir edebiyat dergisinin çıkmasını gönülden isteyen biri olarak, merkez addedilen şehirlerin dışında çıkan dergileri çok önemsediğimi belirtirken dergilerin zihin yapılarını da merak etmekteyim doğrusu. Bu bakımdan merakımı gidermek açısından da beni aydınlatır mısın?

 

- Aslında siz de bilirsiniz ki, merkezin içinde de olsa, dışında da olsa, edebiyat ve kültür dergisi çıkarmak aynı babdandır. Ordaki zorluklar, buradakilerle aynıdır.

 

Yine yalnızsınız, yine beş parasızsınız, yine gönül birlikteliği olanların özverili çalışmalarıyladır. Amatörcedir. Şevk ve heyecanladır. Biz bunu daha önce de denedik. Artık bana garip gelmiyor. Hazan diye bir dergi çıkardım, 46. sayısında kaldı.

 

Seyir diye bir dergiye katkı sundum. Gazeteler çıkardım. Hiç yılmadım. Düştüm-kalktım, kanatlarım yaralandı. Uçmaya çalışıyorum şimdi. Benim en büyük dayanak noktam, benim gibi düşünen, bana yol açan, yüreğini ortaya koyan hala üniversitede bir kaç öğretim elemanının olması.

 

Onların gayreti ve desteğiyle bu dergi çıkıyor. Yine üç-beş kişiyiz. Derginin kapıları herkese açık, klik, grup, meşreb, cemaat, siyasi angajmanlardan uzak, ideolojik tavır ve süslemelerden beri, sadece kültür ve sanat yolunda insanlara yol gösterici ve kalem oynatmak isteyenlere bir zemindir. Hem bizi yeniden bileyliyor, hem de okuyanları bir çatı altında topluyor. Hemi de, yazma aşkı olanları motive ediyor. Derdi olanlar iniler, değil mi ama! Evet, ilk ve son amacımız bu. Kendi serüvenimizi sürdürmek ve seslere yeni sesler katmak, yüreklere yeni kan pompalamak. Yoksa biz kim, devler aynasında lejyon olmak kim?

 

80 şiiri hakkında ki sizde o kuşak içindesiniz. 80 kuşağı şiirini nasıl tanımlarsınız? Günümüz şiirine bir yansıması olmuş mudur?  80 şiiri amacına ulaşmış mıdır sizce? Yoksa günümüz şiiri ayrı bir maceranın peşinde mi koşmaktadır? Bu arada şiirimizin gidişatını nasıl buluyorsunuz? Bir de şimdi neler yapıyorsunuz ve tezgâhta neler var bize söyler misiniz?

 

- Şiiri kuşaklara ayırmak doğru mu acaba diye düşünüyorum ama bir yandan da kendimi bundan alamıyorum. Belki de bu kuşaklar aracılığıyla şiir ve şair daha iyi tahlil edilebilir. 80 kuşağı, kendini arama ve bulma için gayrete gelme kuşağıdır. Dengelerin değiştiği, yer yerinden oynadığı, akın karaya, karanın aka karıştığı bir dönemdir. Etik olarak sesleri birbirinden ayırd etme uğraşısıdır.

 

Yanı başınızda akan bir ırmaktan nasıl faydalanılabilir düşüncesi vardır. Yeni bir eylem girişimidir bir bakıma. Teslimiyetin köküne nasıl bir isyan şırınga edilebilir uğraşısı vardır. Sesler gürdür, sancılıdır, isyan kokar. Kendi rüştünü ispatlama gayreti vardır. Yeniden bir silkinişin ipuçlarını içerir. Bunları saplantıların içinden çıkarmak gerekir. Lale devri sona ermiştir, saray kapanmıştır. Âşıklar maşuklarını terk etmiştir.

 

Arayış... Arayış... 90'dan sonra sular seller duruldukta, hatta 2000'den sonra merkez kaç kuvveti devreye girdiğinde yeni yeni anlamaya başlıyoruz bu 80 kuşağını. 90'lara gelindiğinde şairler sevgiliyi buldu ancak çok nankör bir sevgiliydi bu. Şimdi bu rant için savaşım var... Ancak son dönemlerde iyi gelişmelerin ve ortak bir paydada buluşmanın ve iyi şiirlerle kaynaşmanın bir götürüsü de olacaktır elbette. Sanal âlem bizi çok yakında mahvetmezse ki, öyle umuyorum, yaşarsak bunun sancılarını on-yirmi yıl sonra duymaya başlayacağız. Geriye dönüp seksenlere baktığımız gibi, o zaman daha iyi anlaşılacaktır...

 

Sevgili şair, samimi cevaplarınız için teşekkür ederim…

 

- Ben candan ve yürekten teşekkür ediyorum. Bana kalbimin sesini tekrar hatırlattığınız için…

 

 

 

Nurettin Durman, şiir yarasını söze taşıdı.