Tövbe bize işlenmiş bir günahı çağrıştırır genelde. Dolayısıyla da onu yaptıklarımızla ilişkilendiririz. Ne zaman bir hataya düşsek, bir günah işlesek nedamet yaşar ve ilk fırsatta tövbe ile arınmaya çalışırız. Dolayısıyla hep olumsuz eylemlere ilişir tövbe kavramı zihnimizde. Yaptıklarımızın tövbekârı oluruz çoğunlukla. Peki ya yapmadıklarımız? Yapmadıklarımızın da tövbesi gerekmez mi?

Tövbe; Allah’ın, kullarına sunduğu önemli bir fırsat şüphesiz. Kul olarak eksikliğimizin bir ifadesi tövbe. Esasında o, bizi tamamlayan bir eylemlilik hali. Dolayısıyla tövbe pasif bir eylem değil. İşlediğimiz bir hatayı bir daha tekrar etmemek, tövbenin olmazsa olmazı. Lakin iş burada bitmiyor; tam tersine belki tam da burada başlıyor. Bundan sonrası onu telafi edecek bir eylem üzere olabilmekle ilişkili. Bir kalp mi kırdık örneğin? Tövbe ettik, helalleştik ve bu hatayı tekrar etmedik diyelim ki; bu durumda tövbenin asgari şartlarını sağladık diyebiliriz. Ancak bunu bir adım daha öteye götürmek gerekmez mi? Kalp kırmak yerine kalp kazanmak, kalpleri onarmak da bize düşmez mi? Yaptığımız hatadan çıkardığımız ders bizde olumlu eylemleri tetiklemiyorsa tövbe gerçek işlevini yerine getirmiştir diyebilir miyiz gönül rahatlığıyla?  

Gerek birey gerekse toplum olarak “Biz neyi ya da neleri yapamadık?” diye düşünmek durumundayız. Bugün içinde bulunduğumuz durum ne yaptığımızdan çok ne yapmadığımızla ilişkili bana kalırsa. Yapacaklarımızı yapmadığımızda yapmayacaklarımızı yaparken buluyoruz kendimizi. Halbuki dinimizdeki temel ilke “emr-i bi’l-ma’rûf nehy-i ani’l-münker” (iyiliği emretme, kötülükten sakındırma) şeklinde. Burada ma’rûfun (iyiliğin) münkeri (kötülüğü) öncelemiş olması manidar kanaatimce. Şayet bir kötülük yaptıysak bu esasında yapmadığımız bir iyiliğin bedeli olarak karşımıza çıkıyor. Bu durumda, yaptığımız bir kötülüğe tövbe ediyorsak öncesinde yapmadığımız iyiliğe de tövbe gerekmez mi?