Adına ister antoloji, ister güldeste, ister de seçki deyin, belli bir edebi türün seçkin örneklerine odaklanmış bir çalışmanın altına imza atmak hem önemlidir hem de oldukça güç bir iştir. Önemlidir çünkü “hafıza-i beşer nisyan ile maluldür” akidesince, insan en beğendiklerini bile günü gelir unutur. Bazen birilerinin elini taşın altına koyup, unuttuğumuz güzellikleri bize hatırlatmasına ihtiyaç duyarız. Tarihin tanıklığında belli bir tür özelinde bütün bir fotoğrafı görmek, hastalığımıza bir nebze de olsa ilaç olur. Seçme işi oldukça zordur. Çünkü seçme işini gerçekleştiren kişinin işinin erbabı, konuya vakıf bir kimse olması gerekir. Biraz da o erbab-ı kalemin zevkini, beğenisini, entelektüel inceliğini görmek için okuruz seçtiklerini. Bir yandan “beni niye seçmedin” sitemlerine maruz kalabilir seçki hazırlayan edebiyatçı, bir yandan da “bunu neden seçtin” ikazı, eleştirisine muhatap olabilir.

Hem bu yıl hem de daha öncesinden, dergilerin şiir, öykü yıllıklarının yanında bazı edebiyatçıların hazırladığı antolojilerle karşılaştık. Bunlardan Edebiyat Ortamı dergisinin hazırladığı yıllıklarla Murat Soyak’ın hazırladığı Kırk Öykü seçkisi dikkate değer çalışmalardı. Bunların yanında bir dergi ve belli bir tür özelinde önemli bir çalışma da Sütun Yayınları editörü ve genç kuşağın önemli hikâyecilerinden Yılmaz Yılmaz’dan geldi. Yılmaz, Yağmur dergisinin on beşinci yılı münasebetiyle, Yağmur’da yayımlanan öykülerden bir “güldeste” hazırladı ve bu çalışma Yağmur Hikâye Güldestesi adıyla kitapçılardaki yerini aldı. Bugüne kadar Yağmur’da hikâyelerini yayımlayan yirmi bir yazardan yirmi bir hikâye iki kapak arasında okuruyla buluştu.

Güldestede yer alan yirmi bir hikâyeci arasında kimler yok ki… Recep Şükrü Güngör’den Şemsettin Yapar’a, Zekeriya Kantaş’tan Osman Alagöz’e her biri Türk hikâyeciliğinin son on-on beş yılında önemli bir yer tutan kıymetli hikâyecilerin eserleri bu çalışmada bir araya getirilmiş. Yağmur dergisi, misyonu yönüyle tartışılan, hatta bu yüzden yer yer edebiyat dünyasında dışlanan bir dergi olmasına rağmen, çalışmayı okuyunca durumun önyargıdan kaynaklandığı derhal ortaya çıkıyor. Çünkü Yağmur, kesintisiz on beş yıldır yayın yapan ve bu süre zarfında uzaktan bakanların algıladıklarının tersine; dil ve kültür bağlamında hikâyeden şiire, denemeden eleştiriye edebiyatın belli başlı türlerinde çok kıymetli eser ve edebiyatçılara sayfalarında yer vermiş bir dergi.

Yağmur’un on beş yıllık yayın hayatındaki en başarılı hikâyeler

Hikâye güldestesindeki hikâyelerin geneli, hikâye tekniği açısından oldukça başarılı. Bazı hikâyelerde zaman zaman okuyucuya mesaj verme kaygısı öne çıkabiliyor. Ancak mesela Zekeriya Kantaş’ın Filipis adlı hikâyesinde olduğu gibi bu mesajlar öylesine ustaca veriliyor ki, “filipis” marka bir radyonun evdeki Mushaf’ın yerini alması ve Mushaf okunmadığı için yıllarca durumun fark edilmemesi gibi çok kuvvetli bir ironi okuyucuyla paylaşılıyor. Aynı güçte bir ironi Sacid Arvasi’nin Gaz Lambaları hikâyesinde de karşımıza çıkıyor. Bu hikâyede bir zamanlar devleti yönetenlere hâkim olan, doğudaki köylere elektrik gidince insanların sorunlarının çözüleceği algısı ve bu algının eder tutar yanının olmadığı üzerine kurulmuş.

Güldestedeki hikâyelerde sıkça işlenen bir diğer tema da aile bağları. Modern hayatın dayattığı keşmekeşin bir sonucu olarak dedelerden, ninelerden, anne babadan kopuş işleniyor kimi zaman. Kimi zaman da aile büyüklerini saygı ve sevgiyle sarıp sarmalayan, onlara dünya gurbetinde ikinci bir baharı yaşatan ideal bireylerle karşılaşıyoruz. Bazı hikâyeler ise hayatını yüce bir ideal peşinde koşmaya vakfetmiş kahramanların hayatına eğiliyor. Bu tip hikâyelere en iyi örnek Recep Şükrü Güngör’ün Devri Deşen Zaman adlı hikâyesidir. Güngör, hikâyesinde Mehmet Zülkadiroğlu’nu ve yaptıklarını kıyamete kadar hatırlatacak bir not düşüyor hem tarihe, hem de edebiyat tarihine. Çünkü bu hikâye, hem teknik yönünden hem de üslup açısından ustaca yazılmış bir eser. Mehmet Erdoğan, Karınca Ali adlı hikâyesinde Balkan Savaşları sırasında yaşananlara eğilirken, Osman Alagöz engellilerin hayatındaki büyük zorlukları ve zayıf bedenlerinde devleşen tevekküllerini konu ediniyor hikâyesine.

Modern hikâyelerdeki imgeye ve atmosfere yaslanan anlatımın da örneklerini görüyoruz kimi hikâyelerde. Bazen bir şemsiye, araba, yağmur gibi imgelerle hikâyenin içine çekilirken, bazen de Bülent Gündoğan’ın Mavi Tuvalde Turkuvaz Kelebek Masalı adlı hikâyesinde olduğu gibi İstanbul’u bir fon olarak alıp, aile ve anneyle ilgili güçlü bir atmosferin içinde kayboluyoruz.

Kitaptaki hikâyeler için şunu gönül rahatlığıyla söylemek mümkün: Yılmaz Yılmaz, kendisi de bir hikâyeci olduğu için Yağmur’un arşivini titizlikle taramış ve gerçekten hikâye türünde Yağmur’un on beş yıllık yayın hayatındaki en başarılı eserleri bir araya getiren bir çalışmaya imza atmış. Bazı hikâyeler teknik yönden sıkıntılı sayılabilirse de son yıllarda yayımlanan en önemli hikâye seçkilerinden biri “Yağmur Hikâye Güldestesi”. Keşke Yağmur gibi edebiyatımızın diğer önemli dergileri de benzer çalışmalara imza atsa da, hikâye, deneme, eleştiri, şiir gibi türlerde edebiyatımızın macerasına daha yakından tanık olabilsek.

Muhammet Erdevir yazdı