Adalet, üst bir şemsiye, yokluğunda varlığı hissedilen adeta gökyüzü görevi üstlenmiş bir olgudur.

Adalet, bir hukuk sisteminde saklı olmakla yetinmez. Vicdandan sisteme, toplumdan şahısa, pratiği düşleyen teorinin insan tarafından mekan ve zaman seçmeden arzulanışı olarak da tarif edilebilir…

Adaletin toplumsal boyuttaki yansıması hukuktur. Yazılı yasa olarak hukuk, ikili ve pratik ilişkilerde, yaşayan haliyle, gelenekle kendini ifade eder.

Bu işleyişte ahiretin varlığı, hesaba çekilme bilincinin diri oluşu, Müslüman toplumun insan ilişkilerine kalite kazandırır.

İnsanın tek başına, hissedişine, eylem tercihine etki etme hali, ahlak olarak tecelli eder. Bu durumda adalet vicdan olarak kişisel mahkemenin varlığına delalet eder.

Vicdan, insanın kendini fahşadan koruma hali olarak ilk duyarlılığını hissettirir.

Vicdani hassasiyet büyük bir dikkat ve incelik ister. Son derece korunmaya muhtaçtır. Vicdan karardığında, çalışma biçimi ve sonuçlarıyla ahiret duyarlılığından kopuk, hazlarla hareket eden bir kıvam kazanır.

Vicdanın önemine atıf yapılıyor olması, konuşuluyor olması, fonksiyon merkezi ahiret endeksli vicdanın varlığına dalalet etmez.

Olsa olsa onsuz olunamayacağına vurgu yapılıyor. Aslını hatırlatır diye bulunana sahip çıkılıyor.

 

Ahmet Mercan yazdı