Bir güzel adam düşünün: Erzurum’da doğmuş, küçük yaşlarda istanbul’a göçmüş, okumuş, incelemiş, yazmış ve bununla da yetinmemiş; İstanbul’daki büyük kütüphanelerde el yazması ve matbu olarak ne var ne yok, cümlesinin içeriğini şerh düşer gibi not etmiş; bundan da öte, bütün bu kitapların yazarları ve kitaplar hakkındaki daha nice bilgiyi hafızasına yerleştirmiş ve tam dokuz dilde hem yazmış,  hem de okumuş bir adam İsmail Saib Sencer Hocaefendi.

Zamanın Ebu Hureyre’si…

Rivayet odur ki; İbnülemin Mahmut Kemal İnal ve İsmail Hakkı Uzunçarşılı, onu,  “zamanın Ebu Hureyre’si” diye adlandırmışlar. Bundan başka, Uzunçarşılı’ya göre, İ. Saib Sencer Efendi  deyince, “Keşfü’z- Zünûn” gibi bir eserin sahibi olan Kâtip Çelebi sözgelimi, kitâbiyyât, tercüme-i hal, tarih ve edebiyata vukufiyyet hususunda onun yanında tilmiz (talebe) kalır. O kadar ki, İ. Saib Sencer Hoca merhum, Keşfü’z- Zünûn’u tashih ve ilâvelerle zeyl ederek bu değerli esere kıymet katar.

Mahir İz Hoca’dan okuduğumuza göre, yerli yabancı birçok kimse İ. Saib Sencer Hoca için ‘Ayaklı Kütüphane’, ‘Fihrist-i Ulûm’, ‘Canlı Bibliyografya’ ve ‘Çağın Cahız’ı’ gibi sıfatlar kullanmışlardır.İsmail Saib Efendi

Yine Uzunçarşılı Hoca’ya göre, İ. Saib Sencer Efendi, hayranlık duyulacak derecede de büyük bir hafızanın sahibidir. Bir kimse ondan herhangi bir konu hakkında bilgi istemeye görsün,  bu güzel adam her zamanki kıraat halindeyken, gözünü satırlardan ayırmadan “…Sağdan üçüncü raftaki 455 numaralı kitabın ikinci cildini al, 135’inci sayfadaki üçüncü paragrafa bak” deyiverir. Yetmedi mi, aynı konuyu anlatan 20 kitap daha sıralarmış…’’

İlginç bir anekdot: Halide Edibe Adıvar’ın ilk eşi Salih Zeki Bey, piyano çalamayan bayanlarla Fransızca konuşamayan bayların kadından ve adamdan sayılmadığı bir zamanda, Fransa’nın meşhur Sorbonne Üniversitesi’nde matematik tahsil etmiştir. Yurda döndükten sonra bir matematik kitabı vesilesiyle Beyazıt Kütüphanesi’nde İsmail Saib Sencer Efendi’yle tanışırlar ve matematik hakkında konuşmaya başlarlar. Salih Zeki Bey bu sohbetten sonra şöyle der; “Ben bu kadar yıl Avrupa’da matematik tahsili gördüm; ama matematiği şu molladan öğrendim.”

İnsanı hayran bırakan bir molla

Hakkında bilinenleri, çoğunlukla rahmetli İbnülemin ile Uzunçarşılı Hoca’ya borçlu olduğumuz bu güzel kitap adamının kendine has dağınıklığı ve şaşırtıcı derecedeki minnetsizliği ve tenezzülsüzlüğü ise bir o kadar düşündürücüdür. Pek çok yoruma göre,  İsmail Hakkı Uzunçarşılı’nın Osmanlı Tarihi adlı eseriyle Bursalı Mehmet Tahir Bey’in Osmanlı Müellifleri adlı eserini İsmail Saib Sencer Hocaefendi dikte ettirmiş ama hiçbir esere imzasını koymamıştır.

Bir dönem Beyazıt Kütüphanesinin ikinci müdürlüğünü de yapmış olan İsmail Saib Sencer Hoca’nın, Hitler Almanya’sından kaçan Yahudi asıllı, Alman Şarkiyat profesörü Oscar Reşer’in ilminde ve İslam’a girişindeki katkısı ise tam bir örneklik teşkil edecek niteliktedir. Onu kitaplarla birlikte tanıyan Oscar Reşer, İsmail Saib Hoca’nın ölümüne dek yanından ayrılmamış, vefatından sonra da “…benim ilim ışığım söndü…” diyerek intihara kalkışmıştır. İsmail Saib Hoca’nın bu ilkeli ve dürüst hayatını gördükten sonra Müslüman olan ve ismini Osman Reşer olarak değiştiren bu kısmetli Oscar/Osman Reşer hakkında Mahir İz Hoca’nın Yılların İzi adlı okunası kitabında da bilgiler mevcuttur.

Kitap gibi bir biyografi değil de nedir onun hayatı

İflah olmaz bir kedi ve güvercin tutkunu da olan ve kendisi yemeyip onlara yediren İsmail Saib Hoca, 31 Ocak 1873’te Erzurum’da doğmuş. Babası Erzurumlu Hacı Kurbanzade Binbaşı Mehmed Şevki Bey, annesi Ayşe Hatundur. Annesinin kabri Erzurum’da Dervişağa Camii’nin önündeki hazirededir.

Annesinin vefatından sonra küçük yaşta Erzurum’dan İstanbul’a gider İsmail Saib Efendi. İstanbul’da Esekapısı İbrâhim  Paşa İbtidâî Mektebi’ni ve Koca Mustafa Paşa Askerî Rüştiyesi’ni bitirir. Fatih dersiâmı Arapkirli Abbas Şükrü Efendi ile Süleymaniye dersiâmı Ferhad Efendi’den dinî ilimlerde icazetname aldıktan sonra Tıbb-ı Atik, tıp disiplinlerine dair teşri’ ve biyoloji gibi ilimlerle uğraşır, Milli Eğitim Bakanlığının açmış olduğu imtihanı kazanarak Beyazıt Umumî Kütüphanesi’nde ikinci hâfız-ı kütüp (İkinci Müdürlük) tayin olunur. Ayrıca medrese tahsili de yapan İsmail Saib Hoca, Beyazıt dersiâmlığı unvanını da alarak 1902-1903 tarihlerinde Beyazıt Camii’nde dersler vermiştir.

İsmail Saib EfendiDaha sonra 1911 yılında Sinan Paşa Medresesi’nde Arapça hocalığı, 1914’te Dârü’l-Hilafeti’l Aliyye  Medresesi’nde yüksek kısım Arap edebiyatı müderrisliği yapar ve Beyazıt Umumi Kütüphanesi’nin müdürü Tahsin Efendi’nin vefatından sonra da kütüphanenin birinci müdürü olur. 1919 yılında Süleymaniye Medresesi’nde kelâm müderisliği de yapan İsmail Saib Hoca, 1921’den 1925’e kadar da Dârülfünun’da (İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi) Arap Edebiyatı dersleri vermiştir.

Şapka kanunu kendisine tebliğ edildiğinde, sahip olduğu değerler ve prensiplerinden fedakârlık etmeyeceğini ifade ile “Ben sarığımla geldim, sarığımla giderim.” diyerek üniversitedeki görevinden ayrılır.  Kısa bir süre sonra Beyazıt Umumi Kütüphanesine çekilir. İsmail Saib Hoca, bu görevi esnasında maaşının yarısı ile kedi beslemiştir.

22 Mart 1940 tarihinde vefat eden İsmail Saib Sencer Efendi’nin na’şı görenlerin şehadetine göre; görülmemiş bir kalabalık tarafından kaldırılmış ve Merkezefendi’nin yanıbaşına defnedilmiştir.

İsmail Saib Sencer Hoca öldüğünde de muhteşem bir ders verir; vefatı dolayısıyla ‘…İlim âleminin başı sağ olsun…’ diyerek taziyelerini bildiren İsveç Başbakanı’nın telgrafıyla, başta İsmet Paşa olmak üzere devrin ekabirini hayretler içinde bırakır.

 

Şahin Torun yazdı