Nerden çıktı böyle bir hatırlatmayla başlayan yazı… Vefasızlıktan yana şikayetçi miyim diye sormayacağım kendi kendime; zira çoğumuzun ortak derdi bu… Toplumun bozulmasından; dostluk, arkadaşlık, sadakat duygularının zayıflayıp, azalmasından yakındığımızda, “Yoksa Vefa, İstanbul’da sadece bir semt-i meşhurda mı kaldı?” diye söylenmeyenimiz yok gibi… İstanbul’da koca bir semte adını veren ve “vefanın babası” olarak anılan bu büyük insanın hayatına göz atınca, böyle bir nitelemeyi ne kadar hak ettiğini daha iyi anlıyorsunuz. Bu arada; Osmanlı tarihçisi Prof. Dr. Halil İnalcık’ın bir röportajında anlattıklarından, koca bir devletin kuruluşuna fikirleri ve öğütleriyle yön veren Şeyh Edebali’nin de bir Vefaiyye şeyhi olduğunu öğreniyoruz.
Zaman bizleri ördüğü elekten geçirirken insanî vasıflarını muhafaza edip de yaşadıklarını, gördüklerini hatırlayan ve onları iyi, güzel, doğru cümlelerle yâd edip yeri geldiğinde de bir yere kaydeden çok az insan var. Bu kişiler; geçmişin bahtiyar günlerinde, sokaklarında dolaştıkları, ekmeğinden yiyip suyundan içtikleri şehirleri, dostlarıyla paylaştıkları bazen acı, bazen tatlı, bazen kahkahalarla dolu ve bazen de hüzün bulutlarıyla ıslanan hatıraları, vefalarının birer nişanesi olarak sunarlar okuyanlara… Okuyup da yürekleri bundan hisse alıp göğüsleri genişleyenlere… Vefanın ne güzel, ne eşsiz bir duygu ve düşünce olduğu gerçeğini bir kere daha duyumsayıp, buna yürekten inananlara… Hele de vefasızlık üzerine söylenmiş sözlerin bile giderek hafızalardan silinip lügatlerden kazınmaya doğru gittiği bu incitici, aldatıcı, bizi kendimizden ve birbirimizden uzaklaştırıcı, hoyrat ellerde oyuncak edici olan günümüzde…