Hayat bir düzlemde gitmez hiç bir zaman. Çeşit çeşit cilveleri vardır kaderin. Bu cilvelerden biri de savaşlardır. Bir savaşın içinden gelmeyen, öylesi acı günler yaşamayanlar için bu cümleyi kurmak çok kolay. Peki, paramparça olmuş hayatlar için de böyle kolay mıdır "Kaderin cilvesi işte!" diyerek tevekkül göstermek? Tabii ki kolay değil. Her ferdi bir başka ülkelere dağılımış Barghuti ailesi için de aynı durum söz konusu.
İsrail işgalinden sonra dağılmış bir ailenin ferdi olarak çeşitli ülkelerde -daha çok da Avrupa'da- bulunmuş bir şair Mürid el-Barghouti. Ömrünün nihayetinde doğduğu topraklara geri dönme iştiyakı hasıl oluyor. Çeşitli gereklilikleri yerine getirerek ülkesinin sınırına dayanıyor ve kitap boyunca çokça ismi geçen bir köprüden vatan topraklarına dahil oluyor.
"İsimleriyle bu kadar akıl karıştıran bir başka memleket daha biliyor musunuz siz?" diye sormadan önce, ömürlük sürgününden dönmenin hissiyatıyla yurdunun herkesçe söylenen farklı isimlerini saymaya başlıyor. İşgal edilmişliğin hüznü gönlünü sıktığı için olsa gerek, önce “onların vatanı” diyor, sonra vazgeçerek, “Benim vatanıma dönüyorum!” diyor. Ve başlıyor memleketinin ağızlarda dolaşan isimlerini sıralamaya, Batı Şeria, Gazze, işgal edilmiş bölgeler, Judea ve Samarya, özerk hükümet, İsrail, Filistin...
Vatanına bir gün geri dönme ümidiyle...
Kendisinden bir kaç yaş büyük ağabeyi Münif'i sık sık hatırlıyor Mürid. Çocukluğundan beri kendisini kollayan, yol yordam öğreten abisini anıyor mütemadiyen. Çünkü ağabeyi Mürid kadar şanslı değil. O vatanına dönmek istediğinde köprüden geçmesine izin verilmemiş. Üstelik annesi de yanındayken. Orada ayrılmışlar. Annesine geçiş izni verilirken, Münif mahrum bırakılır.
İşgal askerleri elli yaşının üzerindekilere kolaylıkla geçiz vizesi verirken, gençlere mani oluyorlar. Münif de o zamanlar genç bir adam. Sınırdan geri gönderiliyor. Vatanına bir gün geri dönme umuduyla Münif, dünyadan göçüyor. Kardeşi Mürid'in ayak bastığı her yeni Filistin toprağı parçasında Münif'i hatırlaması bu yüzden.
Biraz hüzün, biraz ironi
Bulunduğu mekânlarda hatıralarını tazeliyor ve buraların yıllarca önceki halini, buralarda yaşadığı olayları, o mekânla hafızasına kazınan şahsiyetlerini yeniden görüyor Mürid; onlarla konuşuyor, hasbihal ediyor. Gözünü işgal edilmiş bir ülkeye açan çocukların yanı sıra, ailesinin doğduğu topraklardan bihaber çocukların yurtsuzluğuna, biraz hüzün bir parça da ironi barındıran üslubuyla değiniyor.
"Hayat hülasa edilemiyor" cümlesini çeşitli şekillerde defalarca söylüyor Mürid el-Barghouti. Haklı buluyorum kendisini. Hayatın hülasa edilmesi bir genellemeyi lazım kılacaktır. "Her", “hep”, “hiç”, “en” kelimelerini kullanmak aslında pek de mümkün değildir dünyadakiler için. Zira insanın sınandığı imtihanlar, Âdemoğlunun hallerince çeşitlilik ve ilk'lik barındırır. Bir kişinin sınandığı ile bir başkasının sınandığı hiçbir zaman aynı değildir. Objektif olarak bakıldığında benzer görünen birçok imtihan, barındırdığı ince farklılıklarla birbirinden ayrılır.
Kişi kendi hayatını da hülasa edemez. Her an başka bir işte olan Allah, kulunu her an başka bir hale sokar. Mü'minin kalbi, Allah'ın iki parmağı arasındadır. Allah, o kalbi celal ve cemale çevirir durur. Bunun bir göstergesi de Mürid el-Barghouti'nin “Şairin Filistin”i kitabına yazdığı geri dönüş hatıraları.
Ahmed Sadreddin yazdı