Bursa Uluslararası Fuar ve Kongre Merkezi'nde bu sene 11. si düzenlenen Tüyap Bursa Kitap Fuarı, 9-17 Mart 2013 tarihleri arasında kitapseverlere kapılarını açtı. Fuarda imza ve söyleşi etkinlikleriyle yazarlar okuyucularıyla buluştu. Bu etkinlikler kapsamında araştırmacı yazar Mustafa Armağan, Timaş Yayınları'nın düzenlediği “Satılık İmparatorluk-Küller Altında Yakın Tarih” başlıklı seminer verdi.
Tarih kitaplarında zihniyetler çarpışıyor
Mustafa Armağan, Mart 2013'te Timaş Yayınları’ndan çıkan, resmi tarih ile 'gerçekleri' bir kez daha karşı karşıya getiren Satılık İmparatorluk isimli kitabından satırbaşlarına yer verdi. Konuşmasına, Türkiye'de tarih problemi olduğundan, tarihten dertli olan geniş bir kesimin varlığından bahsederek başladı. Bunu anlamanın en kolay yolu okullarda okutulan tarih dersi kitabına bakmak. Yazar, 1908'ten önceki tarih kitaplarını elimize aldığımızda enteresan bir manzara ile karşılaşacağımızı söyledi. O tarihlerdeki kitaplarda, tarih Hz. Adem ile başlar. İlk insan ve ilk peygamber Hz. Adem'dir. Daha sonra Peygamberler Tarihi okutulur, o devrin medeniyetlerinden söz edilerek Osmanlı'ya kadar getirilir Tarih.
1908'den sonraki ders kitaplarında ise bu yaklaşım demode, ilkel, geri kabul edilmiş, tarihin tasnifi değişmiş, artık Cilalı Taş Devri, Yontma Taş Devri denilen devirlerin varlığından söz edilir olmuştur. Bir de olmazsa olmaz Evrim Teorisi'nin de kitaplara eklemlendiğini vurgulayan yazar, bu kategorizasyonların önemli olduğuna değindi. Çünkü burada birinin maymunlardan, birinin peygamberlerden bahsettiği, iki tane dünyayı algılama zihniyetinin çarpışmasından söz etmek mümkün. İlginç bir vurgu yapan Mustafa Armağan, evrim teorisine inananların 1 gr et bile yememesi gerektiğini, aksi halde hemcinslerinden yedikleri için yamyam olarak nitelenebileceklerini söyledi.
Tarihimizi yazanların manevi bakışa yer vermediğini de söyledi Mustafa Armağan. İnsan ruhunun, maneviyatının tarihi değil de teknoloji, top, tüfek, harp, darp tarihi yani maddi bir tarih yazıldı zira. “İstanbul'un Fethi” filminde bunun örneğini gördüğümüze değinen Armağan, fetih dediğimiz olayın filmde yer almadığını, fethin bir fikrin, anlayışın, ruhun zaferi değil de, teknik unsurların başarıya ulaşması olarak lanse edildiğini söyledi.
Yarısından fazlası çökmekle geçen bir imparatorluk(!)
Bu girişinden sonra "Satılık İmparatorluk" kavramına sıra geldiğini belirten yazar, 2. Meşrutiyet'ten (1908) bu yana tarih ve düşünce âleminde dönüşüm yaşandığını, bu dönüşümün izlerinin hâlâ üzerimizde taşıdığımızı vurguladı. Armağan, kitabında "Osmanlı niye dağıldı, çöktü mü, çökertildi mi?" gibi sorulara cevap arıyor. Yazara göre, çocukların kafasına dikte ettirilen tarih şunu söyler: Çöküş sürecinde Osmanlı devleti tabiri caizse yatmış, sadece çöküşü izlemiştir! Osmanlı tarihi tasnifinde duraklama, gerileme ve dağılma diye ayrılan dönemlerin sürelerini topladığımız zaman -ki bu 350 yıla tekabül eder- yarısından fazlası çökmekle geçmiş olan acayip bir imparatorluk tarihi görürüz. Ne yazık ki, "Kanuni öldü, Osmanlı çökmeye mahkum oldu" anlayışıyla kitaplar yazılmış.
Dünya tarihinin en büyük geri çekilişi
Mustafa Armağan neden “satılık imparatorluk?” tabirini kullandığını da açıkladı. “Satılık İmparatorluk”, çünkü hilafet ve petrol kaynaklarını elinde bulunduran Osmanlı, Batı için tehlike arz ediyor. Bu sebeple dünya Müslümanlarını dağıtmaya yönelik proje hazırlanıyor, 1. Dünya Savaşı oyunun bir parçası. Mustafa Armağan, devleti paylaşanlar kime ne vereceklerini kararlaştırırken, Arapları yanlarında tutmak için, onları "bağımsız devlet kurma" hayali ile avundurduklarını anlattı. Bu sırada beklenmedik bir şey olduğunu, Rusya'nın çöküşü ile birlikte gizli anlaşma metinlerinin ortaya çıktığını söyleyen yazar, Arapların asıl hesabın başka olduğunu görüp şok geçirdiklerine dikkat çekti. Eğer bu sırada Osmanlı akil bir manevra gerçekleştirebilseydi, Arapları tekrar kendine bağlayabilirdi. Ve 600 km'lik, dünya tarihinde görülmüş en büyük geri çekilme hareketi başladı.
Kahve içmeye gittiğimiz topraklar değil oralar!
Suriye, Filistin, Irak derken kuvvetlerimiz Halep'e kadar çekilmiştir. 400 sene hüküm sürdüğümüz yerlerde artık var olmadığımızı söyleyen Mustafa Armağan, bunun hesabının sorulması, sorumlular kimse cezalandırılması gerektiğini ancak hiç bir zaman böyle bir şeyin gerçekleşmediğini, sanki o topraklarda hiç olmamışız gibi bu geri çekilmeyi kabullendiğimizi vurguladı. Soluğu Adana'da aldık. İmparatorluk artık bitti. Sevr'i gösterip Lozan'a razı edildik, bir diğer deyişle ölümü gösterip sıtmaya razı olmaktı bu.
Harf inkılabından Sevr'e, hilafet makamının kaldırılmasından Lozan'a kadar birçok konuya değinen yazar, gerçeklerin artık saklanmaması gerektiğini, büyük bir tantana ile başarı gibi gösterilen Lozan'ın aslında büyük bir taviz olduğundan bahsetti. Armağan, İngilizlerin Anadolu'da neden sürekli asker bulundurmadığını şöyle açıkladı: İngilizler kapitalist mantıkla asla 3 almadan 1 vermez. Uslu bir devlet, eski topraklarında gözü olmayan, cihangirlik sevdasından vazgeçmiş bir devlet olduktan sonra asker bulundurmaya ne hacet? Böyle bir devletin varlığı Rusya'nın İngiliz sömürgelerine ulaşmasını engelleyebilir ancak.
Tarihimizi İngilizler yazsa ne fark ederdi?
Vahdettin'in gözden düşürüldüğünü, aşağılandığını söyleyen yazar, topraklarımızda katliam yapan Yunanlıların bile zaman içinde affedildiğine ancak Vahdettin'in itibarının verilmediğine değindi. Anektodlarla görüşlerini destekleyen Mustafa Armağan'a göre tarihimiz bize ait değil de sömürgeci güç tarafından yazılmış gibi. Sömürgeciler yazsa idi; onlar da aciz padişahlardan, zalim paşalardan bahsedeceklerdi zira. Hatta belki, kılık-kıyafet, harf inkılabı gibi bize tamamen yabancı olan dayatmaları İngilizler gerçekleştirseydi; direnecektik, fakat kendi elimizle yapınca medeniyet adıyla sunulmuş oldu. Sonuçta, 20 yılda (1908-1928) yeni dünya düzenine intibak etmiş bir devlet olup çıktık.
Konuşmasında arşivlere ulaşmak istediğini ve ne yazık ki kimi zaman engellendiğini belirten Armağan, 4 yıl tahtta kalan Vahdettin ile ilgili belgelerin ise bariz bir şekilde 'yok ettirildiğini' söyledi. Mustafa Armağan, bir gün bu belgelere ulaşılacağı ve tarihimizin daha gerçekçi bir yapıya kavuşacağı ümidini taşıdığını söyleyerek konuşmasını sonlandırdı.
Ayşegül Sena Kara dinledi