Yazmak, yılmadan, durup dinlenmeden uzun bir maratona çıkmaktır. Aynı zamanda yazmak acıyla sevinci, umutla umutsuzluğu bileyerek, arıtan nehirler gibi yüreğinize muştuları yükleyerek, yüklerinden kurtulmak, arınmaktır bir bakıma…
Sonra yazmak sorumluluk bilinci ile yaşadığı dönemden uzak zamanlara ve diyarlara, kendisinden sonra gelen kuşaklara yüreğinden anlamlı, derin mektuplar göndermektir. “Uzak Ülke, aslında uzak gibi görünen ama bir o kadar da bize yakın olan coğrafyalarla ilgili seyahatlerimiz, yakın takiplerimiz ve yoğun okumalarımızla eşzamanlı olarak ortaya çıkan metinlerden oluşuyor” diyor girizgâh yazısında Süleyman Ceran. Sonra da yazıya yüklediği anlamı; “Yazmak, hem dünyaya hem de zamana tanıklık etmektir. Şahit olduklarımızı yazmaya, yazdıklarımızın da şahidi olmaya çalışıyoruz hepsi bu” diye ifade ediyor.
“Şahit olduklarımızı yazmaya, yazdıklarımızın da şahidi olmaya çalışıyoruz” diyor ya yazar, işte Uzak Ülke tam da bu minval üzere yazılmış yürek yakan gerçekten derin derin nefes alarak, ibretle ve gözyaşı ile okuyabileceğiniz bir kitap. Yürek yakıcı diyorum, yazar yaşadığı coğrafyaya duyarlı, inanan sorumluluk bilinci ile sarıldığı kalemiyle yaklaşık son yirmi otuz yılda yaşananları gazeteciliğin ve aktivistliğin araştırmacılığına usta ve estetize edilmiş edebi bir dili yoldaş eyleyerek sizi bir bakıma yaşanılanlarla yüzleşmeye davet ediyor.
Uzak Ülke’yi okurken, hemen yanıbaşımızda kopan nice kıyamete tanıklığı, yüreklice, erdemlice, soylu bir duruşla ve bakış açısıyla, bu coğrafyalarda yaşanan insanlık kıyımının nasıl acımasızca adeta büyük katliamlar halinde işlendiğinin anlatıldığı metinleri okurken zaman zaman yüreğinizi soğutmanız gerekecek.