Günlük hayatımız ve genel olarak hayata bakışımız arasında git gide daha arka sıralarda yer verdiğimiz tarihin ve tarihî olan her şeyin, vitrine elverişli olmayan malzemeleri için tehlike çanları çalıyor İstanbul’da.
Çanlar her gün daha sık çalıyor ancak biz tarihe değer vermenin, yalnızca keyfimizce tanımladığımız ve bol bol sömürdüğümüz bir ecdadın devamlılığının lafını yapıyoruz. Bu ecdat ve tarih üzerine yazdığımız kitaplar milyonlarca satıyor. Kitaplarının geliri şöyle dursun, reklam geliriyle yedi sülalesi abad olanlarımıza her gün bir yenisi ekleniyor –tek şart klavye.
Ancak tarihimiz sokakta çürüyor ve birçok yapı, ‘bu saatten sonra anca yıkılabilir’ duruma geliyor. Bu yazıların hedef aldığı şey, işte bu çürümenin yalnızca küçük bir bölümü ve o bölüm içinden de çeşmeler başlığı.
Çeşme kardeşleri dolaşıp ne hâlde olduklarını kontrole başladığımızda geçtiğimiz sene sonuydu, şimdi yolculuğun son halkasını okuyorsunuz. Önce geçmişe uzanıp birazdan göreceklerinizden önce kimlerle oturup kalktık diye bakmak isterseniz şuradan buyurun.
Şimdi şehrin bir o yanı bir bu yanında gezinip çeşme aramaya devam edelim.
Çeşmelerden özürler dileyeceğiz, terk ettiğimiz medreselere yalvaracağız
1. | |
2. | |
3. |
Önce Suriçi’ne uğrayalım. Çukurbostan’ın üstlerindeki Günaydın Sokak’ta, bakımsız küçük bir kabristanın yanında karşılaşacağımız bu çeşme, badana edilmiş olmakla bakımlı olduğu intibaı bırakıyor ilk etapta (1). Ancak tarihî eseri evimizin duvarını boyuyormuş gibi boyayarak ona sevgimizi göstermemiz en iyi ihtimalle, kaş yaparken göz çıkarmak diye tarif edilebilir. Badana bir nevi yok ediyor çeşmeyi.
Bu işle mükellef olanların ihmalini bir yerde vatandaş kendi izanıyla çözmeye kalkıyorsa, iş bu raddeye gelmişse kimse vatandaşı küt diye suçlamamalı tabii. Etrafta çeşmeyi yarıya kadar kaldırıma gömecek bir belediye olursa geri kalan her şey teferruat.
Semtin gündüz ve gece boyunca kalbinin en yoğun attığı Sema ve Aydın Doğan Eğitim Parkı’nın yanında, Ondalıkçı Sokak’taki bu örnek ise tam ‘öyle değil böyle gömülür’ dersi veriyor önceki çeşmeye (2). Bizim için bu canlı tarihin artık ne önemi olabilir? Onu kaldırıma gömmüşüz ve bu tatmin etmediği için sağını solunu dağıtmış, bunların yaşandığı uzun yıllar boyunca dönüp tarafına bile bakmamışız.
Esas trajedimiz ise bu çeşmeye yaptıklarımızdan daha ağır olacaktır. Çeşmelerden özürler dileyeceğiz, terk ettiğimiz medreselere yalvaracağız, hamamlarımızı olsa da öpüp okşasak diyeceğiz ama iş işten geçmiş olacak. Bu korkunç sona doğru dörtnala koşuyoruz.
Hakkımızdaki kötü düşüncelerini fark edip kaçamasın diye hemen hapsettiğimiz bir tane de az ötedeki Mecit Bey Sokak girişinde (3). En tepesinden kurnasına kadar hemen her yeri darmadağın edilmiş bu çeşme için bir de şöylesi mümkündü: Otlar büyüyecek kadar ihmal edilmiş vücudunun bakımı ve temizliği düzenli olarak yapılır, etrafı tanzim edilir ve normalden daha büyük boyuyla çevredeki bütün havayı belirleyici yetki, tarihe bizzat vekâlet eden bu ‘ağabey’e verilirdi. Hatta normalden daha zor olan kitabesinin okunuşu ve anlamının da yer aldığı, tarihinden kısaca bahseden bir künye de yanı başına iliştirilir, böylece tarih yaşar, biz daha uzun yaşardık. Ama elbette bu şimdilik yalnızca bir hayal.
4. | |
5. | |
6. |
Tarihimize karşı turistleşiyoruz
Şehrin bir başka yakasında, Üsküdar’ın üst taraflarında da durum diğer yakada olduğundan çok farklı değil; tarihin gördüğü hürmet birdenbire fazlalaşmıyor. Ha kıyıda ha tepede. Bestekâr Selahattin Pınar Sokak’ta göreceğiniz gıcır gıcır lüks apartmanlar, tam da Üsküdar’a yakışacak türden bir temizlikle karşılarlar misafirlerini. Diplerinde duran bu çeşme ise aynı ilgiyi, gözümüzde onlar kadar değerli olmadığı için göremez.(4)
Bunun geldiği anlam şudur: Bugünün idarecileri, hürmet gören işlerine o kadar da güvenmemelidirler. İdarecilerin aileleri de. Zira dünün idarecilerinin ve ailelerinin yaptıklarına hürmet etmiyoruz. Yarınkiler de bugünkülere etmeyecek.
Bu çeşmeyi, aynı zamanda hanımı Emetullah Rabia Gülnuş Sultan olan Sultan IV. Mehmed’in kızı Hatice Sultan yaptırmış. Hem sultana hem kızına dua eden kitabesinin altına da sonra İffet Nihal Hanım gelip bir tamir kitabesi ekletmiş. Bu, “sizin vefanızı sürdürüyorum” demek. Bizde oraya yeni bir kitabe ekleyecek yüz ve cesaret var mı? Yandaki gıcır gıcır binalara bakıp utanmıyor mudur bu gariban? Biz utanmıyor muyuz?
Bağlarbaşı’na çıkan Cumhuriyet Caddesi’nde, Kâtip Çelebi Sokağı’nın karşısında duran çeşmenin nişi galiba sulu boya deneme tahtası olarak kullanılıyor (5). Her yerinin boyanmış olmasının yanı sıra epey de çatlakla doludur. Ayna taşının üst kısmına herhâlde harap hâlinden usanmış bir vatandaş, “Bu çeşmeye zarar veren Allahından bulsun” yazmış. Yazı gibi hakkedilmiş olan tarih 1994’ü gösteriyor. Çeşmenin kitabesinde ise tarih göremedik ama en az yüz elli yaşında olsa gerektir.
Küçük Çamlıca eteklerinde, Duhancı Mehmet Sokağı dibindeki pek süsü olmayan ancak ayna taşındaki kıvrımlar ve iki tombul sütunuyla hoş bir manzara arz eden çeşme, yol seviyesinden biraz aşağıda kalmışsa da öyle kayda değer pek bir derdi var gibi gözükmüyor ve şimdilik önünden gelip geçenlere tadımlık hazlar yaşatmakla meşgul.(6)
Fizikî zarar görmemiş olması ise görevimizi yerine getirdiğimiz anlamına gelmiyor çeşme için. Taşı üzerinde kirli bir zemin oluşmuş. Tabii ki hemen her çeşmemiz, sonra da en ufağına varıncaya dek tarihî eserlerimize tanıtıcı künye eklenmesi işi var. Çünkü böyle anonim bir taş olarak kalması bizi turistleştiriyor tarihimize karşı. Kimse otobüs beklediği bir durağın yanındaki çeşme için gidip kütüphanede araştırma yapmaz; ama zahmet edip kısa bir künyesini iliştirirsek yanına tabii ki (Fatiha) okuyanı çıkacaktır.
7. | |
8. |
Neyse ki bu acı talihlerinde yalnız değiller!?
Beyoğlu’nda, İstiklal Caddesi civarında hâlâ nefes alabilen az sayıda çeşmeden biri Çukurlu Çeşme Sokak’tadır (7). Ancak artık, hâlâ ve sadece nefes alabilmektedir. Geriye yalnızca kitabesi kalmış lâkin onun da açık seçik okunması bir hayli zor, kararmalar sebebiyle.
Yine Beyoğlu’nda, daha lokal bildirirsek Cihangir’e inen Sıraselviler Caddesi’ndeki Paşababa Tekkesi Camii yanındaki bu çeşme, yol seviyesinden aşağıda kalmış ve hâliyle de yüzlerce yıla direnen gövdesi pislik ve çer çöp dolu (8). Üzerine çekilmiş bir boya katmanı olduğu da anlaşılıyor. Soldaki sütun kısmen canını kurtarmışsa da sağdaki yarıdan itibaren kaldırım tarafından yenmiş.
Neyse ki bu acı talihlerinde yalnız değiller ve en azından hâllerinden anlayacak yüzlerce tarihî eserle şehrin dört bir yanında aynı ağıtları yakıyorlar.
Sadullah Yıldız, bu gidiş nereye diye sordu