“Kargaşa. Anılacak günlerim olmadı mı benim? Ayaklarımın korkusuzca çiçeklendiği, silahıma yapışıp sabahın serinliğini beklediğim, kuzey gemileriyle sağır olduğum günler, sepet örmeyi unuttuğum günler olmadı mı? Ey geceyi ve kahverengi bir düzeni taşıyan ellerim! Yüzümün uğultusuyla şaşırtın beni.
O karanlık ormanı yangına vurun. Çünkü ben de kaçarken ardımda kalanları yakıyorum. Ama iyi biliyorum yıldızları, ama yıldızların tanrıların da üstünde parladıklarını, anılacak günlerimin gitgide yok olduğunu biliyorum.”
(İsmet Özel-Yıldızların Uzaklığına Övgü)
Bir klişedir, konu olarak dünyanın sonunun yaklaştığı düşünülen Hollywood filmlerinde bir kahraman ortaya çıkar ve bütün insanlığa çare olacak bir şey üretir. Bu yeni bir icat olabilir, yeni bir ilaç olabilir yahut her şeyi en ince detayına kadar düşünüp insanlığa yarar sağlayacak şekle sokan bir yönetim sistemi olabilir. Böylece dünya, bulunan şey sayesinde kurtulmuştur ve hayat düzenli ve rutin bir şekilde akmaya devam eder. Ütopya romanlarının genelinde bu hava varsa da orada yepyeni bir düzen inşa edilir. Var olan düzene karşı insanlığa iyi gelecek bir şey…
Distopya romanlarının en ünlülerinde ise okur kendini direkt bir cangılın içinde bulur. Her şey kaosa sürüklenmiştir ve olan durum hakkındaki detaylarla konu işlenir. Yüce Zerey’in son kitabı Mima’ya baktığımızda distopya romanlarının özelliklerini taşıdığını söyleyebiliriz. Bunu politik bir atmosfere bulayıp teknolojinin insanın derisine işlemesine kadar götüren Zerey, oluşan kaosun içinden bazı kaçış yollarıyla kendi ütopyasına ulaşmaya çalışmış bir bakıma.
Mima, kalan bir avuç insanı kurtarmak için Snotra adlı ekibin kurduğu, Lacivitas şehrindeki yönetim sisteminin adıdır. Bu sistemin en tepesinde Snotra üyeleri ve Mima soyluları vardır. Daha sonra Mima halkı gelir ve kendi içinde derecelendirilir, en dipte ise Ekera’da, sistem dışında kalanlar vardır. Bir nevi kast sistemi diyebiliriz buna. Ancak kast sisteminde katmanlar arasında geçiş yoktur. Mima’da ise insanlar yeterince performans gösterirse bir üst kısma çıkabilirler. Fakat bunun için hem teorik hem de pratik çok zor sınavlar onları beklemektedir. (Zerey bunları gayet başarılı somutlaştırmış) Nedir? Belki de demokrasinin en uç hâli. Demokrasiye kondurulmasa da böyle söylemek yanlış olmayacaktır. Zaten Mima da performans yönetimi bazlı toplum yönetimi modeli olarak tanımlanıyor.
Performans uğruna insani ilişkileri yok etmek
“İnsanoğlu olarak biz, bu zamana kadar en iyi neyi yönettik? Şirketleri. Dünya da bir şirket gibi yönetilmeli… Bu mümkün mü?” cümlesi aslında romanın ne yönde akacağını gösteriyor. Dünyayı şirket gibi, insanları da o şirketin birer robotu gibi yönetmek… Performans uğruna insani ilişkileri, aşkı yok etmek… İnsanları her gün bir önceki günden daha fazla üretmeye zorlamak ve insanları kendi içlerinde bir yarışa sokmak… Bunu başaramayanlar öncelikle uyarılırlar, gerekli yaptırımlara uğratılırlar ve hâlâ bir gelişme gösteremezlerse Ekera’ya gönderilirler. Ekera, Mima’da başarılı olamayanların ‘atıldığı’ yerdir. Fuhşun, gaspın kol gezdiği, herhangi bir toplumsal kuralın işlenmediği, uyuşturucunun normal karşılandığı ve kaosun yüzeyde olduğu bölgedir. Mima’da da bir kaos vardır ancak bu yönetimce usta bir şekilde saklanır. Kaos çıkaranlar Ekera’da ‘susturulur’ çünkü.
Roman 2040 yılında, Ali’nin kendi hikâyesini Eva’ya anlatmaya başlamasıyla Ekera’da başlıyor ancak bu ilk kısımdan sonra bir flashbackla geçmişe, 2020 yılına dönülüyor ve bu tarihten itibaren düzenli bir şekilde kronolojik olarak devam ediyor.
Snotra ekibi Mima’yı her detayından itibaren planlamaya başlar. Mimir dedikleri sistem kitabıyla da bunu herkese ezberletirler. Bu kurallar yeni bir yaşam biçimi ve yönetim arayışında olan Mima yöneticilerini en başından despotik bir duruma, Mima’yı ise bir distopya dünyasına çevirir. Syn denilen cihazla insanların her hareketi takip edilir ve bu halk tarafından hemen benimsenir. (Yüce Zerey’in yer yer sosyolojik göndermeleri de bulunur kitabın birçok yerinde) Romanın genelinde, insanlık için (sözde) bir çıkış arayan Snotra ekibinin, adım adım nasıl totaliter bir hale büründüğü işlenir.
Yazar romanının sınırlarını genel olarak çizdikten sonra kitaba Alaz karakterini ve ona bağlı bazı yan karakterler eklemiş. Böylece o ana kadar çizdiği mekân çerçevesini kişiler ve kişilerin psikolojik durumları üzerinden somutlaştırma yoluna gitmiş. Alaz’ın 18 yaşından itibaren geleceğinin şekillenmesi için girdiği sınavlar, iş günleri ve Azra karakteriyle girilen ilişki, çizilen Mima’ya daha gerçekçilik katmış. Bu kısımla birlikte hem roman bir temele oturmuş hem de havada kalacak bazı noktalar sağlamlaşmış.
Yazar mesleğini romanda oldukça fazla hissettiriyor
Tabii her sistemin bir muhalifi vardır. Bu muhalif veya muhalifler sisteme çok fazla zorluk da çıkarabilirler. Mima’nın muhalifi şahıs bazında Reset, grup bazında ise Captcha üyeleridir. Bu kısımlarla roman hem daha düz bir yola girmiş hem de okuyucu bazında ilgi çekici bir hal almış. Romanın ve sonunun bağlandığı yer ise, benim gibi ‘sonu ne olacak acaba’ diye tahmin etmeden okuyanlar için ters köşe oluşturacaktır.
Bu kitabı ‘spoiler’ vermeden anlatmak çok kolay değil. Bu yüzden eleştirmek istediğim kısımları biraz yüzeysel geçeceğim. İlk olarak karakterlerin derinlemesine işlenmesi konusuyla başlayacağım. Birçok karakterin işlenmesinde, bunu konunun içine yayarak yapmaktansa, karakterin özelliklerini pat pat vermeyi tercih etme yoluna gitmiş yazar. Edebî açıdan biraz alta çekmiş bu durum romanı. Bunun sebebinin Yüce Zerey’in mesleği olduğunu düşünüyorum. Çünkü kendisi bir pazarlamacı. Ve mesleği bu romanda kendisini oldukça fazla hissettiriyor. Örneğin kitabın tamamında çok şey anlatmaya çalışmış yazar. Eğer daha az olay ele alıp bu olayları daha derinlemesine işleseydi edebî açıdan daha sağlam bir roman olurdu. (Bir iki yeri de detaylandırsa daha iyi olacakken yüzeysel geçmiş) Ancak bu kitap yazarın üçüncü kitabı olsa da, ilk romanı. Roman denemesi de diyebiliriz. Başka bir roman yazarsa bu sorunu aşabilir. Tabii bunlara ek olarak olumlu yönler de var: Dilinin akıcılığı örneğin. Bu kadar sade bir üslûp ve yalın bir dil beklemiyordum. Argonun da sokak jargonuna yerinde yedirildiği bir dil oluşturmuş Zerey. Bir de romanın sonuna ‘Mima Sözlüğü’, ‘Mima Filmleri’ ve ‘Mima Kitapları’ kısmını eklemesi ve kitapta yer yer çizimlerin olması kitaba olumlu bir hava katmış. Özellikle çizim ve müzik ikonları romana ‘canlı-yaşayan’ bir hava katmış diyebilirim.
Evet, Mima belki de en iyi distopik eserlerden biri değil ancak bu türe ilgi duyanlar için okunabilecek bir eser. Türk distopya romanlarının oldukça yetersiz olduğu edebiyatımızda kendine mutlaka bir yer bulacaktır. Ayrıca Yüce Zerey belli ki çok okuyan bir yazar. Romanın gidişatına bir zarar vermeden, hem insanlık hem de Türk toplumu adına yaptığı sosyolojik ve psikolojik gözlem ve tespitler çok isabetli. Mima sadece bu tespitler için bile okunabilir.