Bu camiyi bir kere o civardan geçerken eşimin söylemesi üzerine görmüş ve “Aaa, bu camiyi hiç bilmiyordum” tepkisini vermiştim. İçine girmenin ise yaklaşık bin kişilik kalabalık bir grupla nasip olacağını hiç tahmin edemezdim. :)
Klasik Osmanlı mimarisi olmakla beraber biraz daha minyatür ama gene de çok ihtişamlı bir yapı Cerrahpaşa Camii. Asıl konumuz cami değil de içindeki kalabalık olduğu için caminin 1500’lü yılların sonunda inşa edildiği ve Haseki hastanesinin hemen arkasına düştüğü bilgisini vermekle iktifa edelim.
Haznedar Mustafa Efendi’nin vefatının sene-i devriyesiydi o gün
Hâlihazırda yasaklı bulunan tekkelerin devam etmeyen(!) silsilelerinden birçok kimsenin yaranıyla beraber katılmasıyla cami, içinde adım atılmayacak bir kalabalığı ağırlıyordu. Biz biraz geç kaldığımız için yoğun bir araç trafiği ve park yeri sorunu yaşadıktan sonra camiye vasıl olabildik. Beraber geldiğim ve daha önce de bu programa katılmış kimselerin verdiği bilgiye göre ikindiden sonra başlamıştı program. İkramı kaçırmıştık. Yatsı namazı da eda edilmişti. Ve sonuna yetiştiğimiz dua faslından sonra bütün caminin ayaklanarak ortaya doğru yürümesi ile kocaman bir halka teşkil edilmiş oldu. Halkanın dış çemberleri ile cami tamamen doluyordu zaten. Kısım kısım beyaz, açık yeşil, koyu yeşil velhasıl renk renk takkeli, takriben bin kişilik (en aşağı 700, kadınlar mahfilindeki hanımlarla kesin 1000) kocaman bir halka! Halkanın ilk safında ulema, meşayih ve önde gelen insanlar…
Peki, ne için toplanmıştı muhtelif meşrep ve mensubiyetleri bulunan bu insanlar?
Bütün varını yokunu terkederek Üsküp’ten Türkiye’ye gelen 1891 doğumlu Haznedar Mustafa Efendi’nin vefatının sene-i devriyesiydi o gün. Komünist rejimin hâkim olduğu yıllarda tekkeyi bırakarak ailecek Türkiye’ye hicret ettiklerinde sene 1954’tür. Cerrahpaşa civarına yerleşirler. Üsküp Rufai dergâhının postnişini, evlatlarını komünist rejimin zulüm ve inançsızlığından korumak istemiştir.
Oğlunun, yaşadıkları duruma çok üzülmesi üzerine Haznedar Mustafa Efendi’nin söylediği bir söz hatıra olarak nakledilir: “Ne üzülüyorsun evlat? O dergâhı biz gönüle koyduk. Gönüldeki dergâhı kimse yıkamaz.”
Gerçekten de dediği gibi olmuş; gönüllerdeki o dergâhı devam ettirmek de oğlu Raik Baba’ya nasip olmuştur. Bu akşamı feyizli ve bereketli eyleyen güzellikleri de ilerleyen yaşına rağmen (doğumu 1929) Raik Baba kendisi idare etti.
Kadınlar mahfilinde gördüğüm manzara gerçekten etkileyici
Balkanlarda birçok zulüm olmasına rağmen tekkeler açık kalabildiği için sonrasında meşayih Üsküp tekkesinde görevi devam ettiriyor. Ama yakın dönemde tekke, Balkanlardaki Osmanlı bakiyesi diğer tüm eserler gibi harap vaziyette idi. Bursa Büyükşehir Belediyesi’nin restorasyonu ile yeniden ihya edilen iki yüz yıllık tekke geçtiğimiz Aralık ayında Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu tarafından törenle açıldı. Bu hizmeti yapanlara teşekkür ederek ülkemizde de aynı geleneklerin sürdürülebilmesi için tekke ve zaviyelere dair yasakların kalkması duasını ekleyelim.
Vatan cüda olduğu topraklarda olmasa da burda kalabalık bir cemaat tarafından yad ediliyor şimdi Mustafa Baba. Bulunduğum kadınlar mahfilini bir uçtan bir uca taradığımda gördüğüm manzara gerçekten etkileyici. Günümüzde bizi büyük bir kültür farklılığı ve karşılıklı hoşgörüsüzlüğe iten ortam reddedilemez. Maalesef her birimizin farklı olan diğerine karşı farkında bile olmadığımız kınayıcı bakışlarımız var. Ama burada muhteşem bir mozaik var. Bir yanda tesettürleri ile geride duran hanımlar, bir yanda modern giyimleri ile şalları başlarına sarık yapmış zikre dâhil olanlar, kendilerinden geçerek anın lezzetini tadanlar, diğer taraftan benim gibi meraklı bakışlarla etrafı inceleyenler… :)
Kim ölü kim diri, kim kimi andı, yâd etti?
Halkanın toplanması ile Rufai usulüne uygun olarak önce kısa sureler belli bir makamla okundu. Ardından evrad ve zikir icra edilmeye başlandı. Yüksek ve ihtişamlı kubbe, bin kişinin hep bir ağızdan çektiği la ilahe illallah esması ile yankılanıyordu. Usule uygun olarak esmalara devam edildi. Bir yandan orta kısımda dervişler sema eyledi. Saat 11 buçuk civarı gene usule uygun olarak peşpeşe çekilen Fatihalarla zikir sona erdiğinde insanlar, meşayih ve kıymetli zevatla görüşmek üzere kuyruğa girdi.
Neticede gecenin ilerleyen saatlerinde dışarı çıktığımızda soğuk hava bizi kendimize getirirken; gerçekten kim ölü kim diri, kim kimi andı, yâd etti, tekrar tekrar düşünmem gerektiğini idrak ettim. Demiş ya hazret: “Her şey gönüldedir. Kimi gönülden sevmişsen, kimi gönlünde yaşatırsan, her yerde onunla beraber olursun, üzülme!”
16.2.1974’te dar-ı bekaya sırlanan Mustafa Haznedar Baba’nın kabri Merkezefendi kabristanında bulunuyor.
Hatice Elif yazdı