Üsküdar Belediyesi-Üsküdar Araştırmaları Merkezi’nin 2003 tarihinde düzenlediği Üsküdar Sempozyumu’nda sanat tarihçisi İsmail Orman Bey’in “Osmanlı Su Medeniyeti: Üsküdar’daki Su Tesisleri Bağlamında Bir Değerlendirme” başlıklı sunumunu okuyordum.
İsmail Bey sunumunun her noktasında faydalı bilgiler ve bazı dikkatler arz ederek birkaç sayfalık metin boyunca okurunu sürükleyiverip meselesini anlatıyor ve semtin en eski çeşmesinin 15. asırda Fatih Sultan Mehmet devrine tarihlendiğinden Mimar Sinan’ın suyolu inşaatlarının sistematikleşmesinin öncüsü olduğuna kadar birçok noktaya temas ediyor.
Yazının ortalarında ise şöyle bir kayıt geçmektedir: “Sokak sokak yapılan taramalar ve tarihî kaynaklardan ulaşılan bilgiler, Üsküdar ilçesinin bugünkü sınırları içinde 242 çeşme ve 22 sebilin bulunduğunu ortaya koymuş ancak yine bu tespitlerde, bunlardan 54 çeşme ve 12 sebilin artık mevcut bulunmadığı da görülmüştür.”
Seneye kim yıkıla kim kala
1. | |
2. | |
3. | |
4. |
Yani 2003 tarihli bu metin, Üsküdar sınırları içindeki çeşme ve sebillerinin sayısının 200’ü bulmadığını söylüyor. Ama bir şeyin miktarının belli bir sayıya yaklaşmadığını söylüyorsak aslında o sayının civarında dolanmamız da bir anlam ifade eder: 2003’te “200’ü bulmayan” çeşmelerin sayısı bugün için mezkûr miktara çok daha az bir yakınlıktadır. Bu mevcuttan bazısının 2003 gibi pek yakın bir tarihten bugüne ortalıktan kaybolabileceğine inanmıyorsanız Üsküdar’da kaç tane olduklarına dair şuradan fikir edinebilirsiniz.
Hatta sevgili okur o yukarıdaki ‘şuradan’a tıklamamakta inat etmeyi seçerse yine başımız üzerinde yeri vardır, buyurun buradan devam edelim. Bir yıl kadar önce ziyaret ettiğimiz Mehmed Ağa’nın 5 numaradaki çeşmesini hatırlarsınız. Gücenmeyin ama ben o çeşmeyi sizden sonra birkaç defa daha ziyaret ettim sevgili okurlar. Hemen karşısında Üsküdar Belediyesi’nin -yarısını NASA’ya kiralasa diğer yarısını yine dolduramayacağını sandığım- devasa hizmet binası yükselen bu çeşme için otopark içinde kalması hasebiyle zaten tehlike çanları mütemadi çalıyordu.
Aradan geçen zaman içinde otoparkçılar oradan çıkarıldılar ve çeşmenin de dibinde olduğu o küçük arazi boş kaldı: (1) Bu birinci darbeydi. Darbe dediğim, çeşmeye darbe. 2016’nın Aralık ayında çeşme, önündeki arabalardan ve eşya yığınından kurtulmuş ama hoş geldin dayağını da yemişti: (2) 2017’nin Şubat ayında ise çeşmenin durumunda bir değişiklik olmadığı gibi -çünkü yetkililerin daha önemli işleri vardı- önündeki arazi de tehditkâr biçimde düzenlenmeye başlandı: (3) Genellikle böyle girişimlerin tarihî eserler için nasıl sonuçlandığını pekâlâ biliriz ama siz belki çeşmeye dünya gözüyle bir daha bakmak istersiniz diye bu yazının kaleme alındığı şu günlerde en güncel hâliyle bir fotoğrafını daha çektim: (4) Seneye kim yıkıla kim kala.
Çeşme yapıldığı zaman o civara öyle neşe katmış ki…
Hazır Üsküdar’a ayak basmışken şehrin diğer semtlerine göre daha el değmemiş kuytular ve detaylar saklayan bu mıntıkada biraz daha gezelim.
5. | |
6. |
Nuh Kuyusu Caddesi’nde, Seyit Ahmet Deresi Sokak’taki altı satırlık Farsça kitabesi olan ve musluğu bulunmayan bu çeşmenin (5) ilk satırında yazan isim baninin adıysa şayet, şöyle okunuyor: Hacı Mehmed-i Takiy Hacı Rıza. Kitabesini anlayamasak bile burada bir tarihin nefes almakta olduğunu bilmek bizi daha köklü düşünmeye, havaî davranmaktan sakınmaya çağırıyor. Tarihin uzmanı olmayan insanların tarihle nefes alıp verebilmelerinin sırrı burada olsa gerektir.
Çengelköy İlköğretim Okulu’nun sokağındaki bir başka çeşmenin ise yakın zamana kadar gövdesi karalama tahtası niyetiyle kullanılmanın ardından boyanıp görüntüsü yanlış bir usulle ama en azından görünürde temize çekilivermiş (6). Nişteki alınlığın ortasına doğru iki yandan iki lâle yükselmektedir ki rüzgârda salınır gibi bir edaları vardır.
Kitabesiyle birlikte bakıma alınması fena olmayacak çeşmenin tarihsiz kitabesinin son satırında geçen ‘Hacı Hanım’ diye biri tarafından yaptırıldığı anlaşılıyor. İlk üç satırda geçen “sadr-ı esbak kim o zât” ve “zevcesi hanım efendi nakd-i cûdun sarf edüp” ifadelerinden de anlayabiliriz ki Hacı Hanım, bir paşanın eşiymiş. Çeşme yapıldığı zaman bu civara öyle neşe katmış ki “cennet-i firdevse döndü” deniyor. Kabri nur olsun.
Nerdeyse 500 yıllık bir kaz heykeli
7. | |
8. | |
9. |
Şimdi her birini farklı mıntıkalardan derlediğimiz birkaç çeşmenin ne hâlde olduklarına göz atalım. Eyüp’te meydan yakınındaki Sultan Reşat Caddesi civarındaki bir çeşme bize banisi itibariyle tanıdık geldi: Hayreddin Paşa.(7)
Hatırlarsanız yine Eyüp’te [Tunuslu] Hayreddin Paşa’nın başka bir çeşmesine uğramıştık (Şurada, 3 numara). Bu çeşme de diğeriyle aynı tarihi (1310) taşıdığına ve yine “sadr-ı esbak” ifadesi geçtiğine göre paşanın sadaretinden sonraki devrede hasenat işleri için kollarını sıvadığı amal-i hayriyesinden biri olsa gerek. Zaten süsü olmayan garip çeşmenin kitabesi yaldızlanıp iyi bir manzaraya kavuşturulsa nûru’n-alâ nûr olur.
Sultanahmet’in altındaki kıvrımlı sokaklardan birinin köşesindeki Sultan Abdülhamid devrinin eseri bu üç gözlü çeşmenin üç gözü de ustaca ve zararsızca olduğu görülebilecek biçimde kapatılmış. İyi bir gölgelik vazifesi görebilecek saçağı, bir de kitabesinin hoş görüntüsü itibariyle manzarayı tamamlayabilecek şekilde suyunun akmaması hakikaten ciddi bir eksiklik. Bir de suyu aksa tadından bakılmaz bir manzaraya kavuşacak. Sadece çeşme de değil, bütün sokak kavuşacak aslında.(8)
Kazlıçeşme’ye niye Kazlıçeşme dendiğiyle ilgili soru işaretlerimize de çözüm olacağını ümit ettiğimiz bir çeşmemiz var sırada: Üzerinde kaz figürü olan çeşme (9). Zeytinburnu sınırları içinde yer alan bu çeşmenin üzerindeki kaz figürü, Arkitera’nın bir haberine göre 2002 yılında göz göre göre hırsızlara kaptırılmış ve birkaç yıl sonra belediye tarafından bir replikası yaptırılarak yerine konmuş. Yani üzerindeki figür çalınmasa, şimdi elimizde nerdeyse 500 yıllık bir kaz heykelimiz olacakmış zira çeşmenin m. 1546’da yaptırıldığı söyleniyor.
Elbette tarihî çeşmelerimizden bir şeylerin çalınabiliyor olması üzerine daha nice mütalaa etmek lazımdır ama Kazlıçeşme semtinin otoyollarından biri üzerinde böyle bir tek başına tarih müzesi olacak denli eski eser bulunduğunu bilmek, şu hâliyle günümüze ulaşabildiğini görmek de insanı pekâlâ keyiflendiriyor ve düşüncelere sevk ediyor.
Keşke su şırıltıları duyabilsek Ulu Hakan’ın kabrine Fatiha okurken
10. |
Gözümüzden uzun zamandır kaçmakta olan ancak tertemiz -ve keşke akar vaziyette olsa temennisiyle- buluverdiğimiz Çemberlitaş’taki kitabesiz, tarihsiz, isimsiz ve künyesiz ama göze bir hayli hoş gelen çeşme ile bu derlemeyi nihayete erdirelim.(10) Osmanlı’nın son dönem süslemelerinde bile nevadirden sayılabilecek bir tezyin biçimi olan bu sevimli eserin her iki omzunda oklar, ortadaki -zanla ifade edilirse- bir tuğra boşluğu, nişindeki herhâlde bir zamanlar yazısı bulunan zemini çevreleyen yıldızlar ve kurnadaki kocaman yapraklı çiçekleriyle Türk Ocağı’nda hayranlarını bekliyor.
‘Keşke’lerden bir yerde de tahlis-i giriban edebilsek ama olmuyor: Yıldızların kucağında buluştuğu aralıktan keşke su şırıltıları duyabilsek Ulu Hakan’ın kabrine Fatiha okurken, keşke.
Sadullah Yıldız