Varşova Paktı’nın ve SSCB’nin dağılmasından sonra Batı’nın dünya egemenliğine yaklaştığı tek kutuplu bir dünya ortaya çıkmıştır. Bu da küreselleşmenin bir dünya ideolojisine dönüşmesinin başlangıcı olmuştur. Fukuyama, “Tarihin Sonu” teziyle, Batı’nın diğer ülkeler üzerindeki kati zaferini ilan etmiştir. Hâkimiyet, ABD ve müttefiklerinin tekeline gimiştir. Soğuk Savaş sonrasında kurulan düzen, bir merkezi küresel iktidar, bir de çevredeki diğer tüm ülkeler olmak üzere tek kutuplu bir dünya olarak tasarlanmıştı. “Yeni Dünya Düzeni” olarak adlandırılan bu düzen 1991 yılında ABD Başkanı George W. Bush tarafından o ünlü nutkuyla şöylece ortaya konulmuştu: “Siz ey tüm insanlık, gözünüz aydın olsun, artık hepimiz tek bir “dünya toplumu”yuz. Sistemimizin adı liberalizmdir. Bunun üç sacayağı vardır, artık bundan sonra mutlu bir yaşam için herkes bu ilkelere uyacaktır. Uymada zorlananlara hep birlikte yardım edeceğiz.” Bu gelinen nokta aynı zamanda tarihin sonuydu.
Aslında ‘büyük yeni dünya düzeni’ ölü doğmuştu. Öngördüklerinden hiçbiri gerçekleşmedi. ABD’nin, dünyanın büyük kısmını fiili ve potansiyel savaş alanlarına çevirmesinde de görüldüğü üzere dünya, liberalizm söylemi ile asla bağdaştırılamayacak gelişmeler yaşadı. Şimdilerde kutupların ortadan kalktığı bir dünya düzeni ortaya çıkmaktadır. Farklı güç merkezleri oluşmaktadır. Söz konusu olan çok kutupluluk henüz tamamlanmamış bir tasavvurdur.
Mevcut dünya düzeninin temsilcisi olan ABD ve yedek parçası olan AB ve dünyanın değişik ülkelerindeki yandaş kesimler ciddi tökezlemeler yaşamaktadırlar. Dünya düzeninin yapısını ve tabiatını değiştiren daha derindeki gelişmeler sürecinde engeller kadar fırsatlar da bulunmaktadır. Tam da bu dönemde Türkiye tarihsel misyonunu üstlenmek, gerektiği yerde herkesle iş birliği yapmanın yanında bağımsız bir özne olmak zorundadır. Stratejik ve riskli hamleler yapan Türkiye, Soğuk Savaş ile iki kutuplu dünyanın müesses nizamının bir parçası olan NATO’nun üyesi ve Batı’nın stratejik yapısının bir parçası olarak kalmaya da devam etmektedir.
Soğuk Savaşın sona ermesiyle birlikte, hatta daha etkili bir biçimde 11 Eylül 2001 saldırılarının ardından ortaya çıkan jeopolitik eğilimler ‘liberal demokrasilerin insanlık tarihinin nihai noktası olduğu’na dair iddia özellikle İslâm dünyasını yakından ilgilendirmektedir. Çünkü bu iddia İslâm’ın 21. yüzyıla söz söyleyemeyeceği veya alternatif olamayacağı öngörüsüne dayanıyor. Müslümanlara önerilen, kamusal iddialarından uzaklaşmış ve sadece mistik bir tecrübe veya manevi bir tatmin vasıtası olarak kodlanmış bir din dilini benimsemeleridir.
Uluslararası ilişkilere ve dünya düzenini etkileyen genel eğilimlere yakından bakıldığında Türkiye artık küresel iktidara itaat etme zorunluluğunu kırıp, meseleleriyle ilgili kararları kendisi vermeye, bağımsız bir ülke olmaya çalışmaktadır. Artık ne Washington ne de Brüksel Türkiye’nin “çantada keklik” olduğunu düşünebilir ki, bu da Ankara’ya dış politikada yaratıcı faaliyetlerde bulunma konusunda daha geniş bir siyasi alan sağlamaktadır.
Bazı Başlıklar:
Tek Blokludan Bloksuz Bir Dünyaya Dönüşüm/Mustafa AYDIN
Tarih Yeniden Yazılırken Yapılması Gereken/Kamil ERGENÇ
Yeni Bir Medeniyet Kavşağındaki Türkiye/Abdulkadir KARAMAN
İstanbul Sözleşmesi ve Onunla Çıkarılan Yasalar Fesh Edilmelidir!/Burhanettin CAN
Osmanlı Dönemi Batılılaşmasında Yozlaşmanın Eşikleri/Celalettin VATANDAŞ
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır İslâmcılığı/Ercan YILDIRIM