O akşam tam da dışarı çıkmak üzereydik ki Ömer Faruk Dönmez’in Dervişan’ını önceden planladığım gibi son anda bir hızla çantama koydum ve yolculuk esnasında açıp okumaya başladım. Sanki daha önce hiç bu yazarı okumamışım da başıma gelecekleri bilmezmiş gibi. Zaman işte insanı böyle gafil avlıyor. Daha bir, iki sayfa okumuştum ki başladım gülmeye, küçük kızım merak etti hemen: “Anne hangi kitabı okuyorsun?” Büyüğü, “Gene Ömer Faruk Dönmez’i okuyorsun değil mi anne!” dedi. Eşim, “Kim o? Hamza mı, ben seviyorum o çocuğu” dedi (malum yazarımızın bir adı da Hamza olarak bilinir). Artık başlamışım bir kere, bırakamıyorum da elimle ağzımı kapatıyorum ne olur, ne olmaz diyerek. Tövbe, bir daha toplu taşıma aracında okur muyum hiç. Kendine güvenen okusun. Ama benim için en güvenli yer evde okumak.

İmam, öğretmen ve derviş gözünden Türkiye

Yazarın kendine has esprili ve eleştirici üslubu elbette ki bu kitabında da devam ediyor. Artık bu memlekette Ömer Faruk Dönmez diye bir yazar var ve onun kendine has, sadece ona mahsus bir tarzı var. Ve biz bu tarzı çok seviyoruz. Cümlelerinin arasına öyle espriler, muziplikler sıkıştırıyor ve bunu öylesine sıradan, rahatça yapıyor ki sanki kitap okumuyor, yazar anlatıyor siz de dinliyormuş hissine kapılıyorsunuz.

Demiştik ya, yazarın bazı cümleleri tokat gibi insana çarpıyor ve kendine getiriyor. “Uyan ey kalbim gafletten uyan” der gibi, “uyan ey ümmet uykudan uyan” diyor adeta bizlere. E, daha da kıpırdamazsak Allah sorar. Köy imamı Abdullah cemaat mahallinden, edebiyat öğretmeni Hüseyin okur-yazar zaviyesinden ve derviş de dergâhından bizlerle sohbet etmekteler. Ama ne sohbet. İnsanın aklına gelebilecek ne çeşitlilikte soru varsa yazar hem sordurmuş, hem de cevaplamış. Üç öyküde de geçmişten bugüne gerek fert, gerek millet ve de devlet olarak ne aşamalardan geçerek bu hallere geldiğimizi, hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığını yazar en ince ayrıntısına kadar sorguluyor ve bize de sorgulatıyor tabi bir taraftan.Ömer Faruk Dönmez

Kur’an’a ve Sünnet'e sarılmayı hatırlatıyor

Yazar bazen kitabında öyle ince ve hassas mevzulara değinmiş ki bunu sadece feraset sahibi bir mümin ancak görebilir diyorsunuz. Artık birçoğumuzun, maalesef göz gördüğüne alışır kabilinden sıradanlaşan ve fakat yavaş yavaş bizleri inandığımız gibi yaşamaktan alıkoyan davranışları onaylar hale gelmekten ve devamında da kendimiz sergilemekten hiçbir rahatsızlık duymuyoruz. Çünkü ayetlerle hasbihal etmiyoruz, çünkü hadis okumuyoruz, okusak da hayatımızda canlı tutmuyoruz. Yazar “Türklerin Hristiyan Oluşu” kısmında ne güzel izah etmiş: “Burada Müslüman’a düşen, Kuran’a ve Sünnet'e sarılmaktır. Uhud savaşında yerinden ayrılmayan okçular gibi, ne olursa olsun, yerinden ayrılmamaktır.”  Acaba yerimizde miyiz yoksa değil miyiz, kitabı okuduktan sonra herkes kendi kararını versin.

Devamı gelir mi acep?

Yazar bizlere bir de “masal” anlatmış. Ama ne masal… Bana bir yerlerden tanıdık geldi ama. Malum bazıları masalları küçümsese de aslında masallar, içerisinde, dikkatli okunduğunda çok güzel dersler verir. Son kısımda ise dervişlerin aralarında yaptıkları edep içerisinde geçen muhabbetleri insanın iklimini değiştirecek kadar muazzam. Hele de sobada çıtırdayan odunların sesi ve sıcak çay eşliğinde sanki bizi de o sohbete ortak ediyor. Öylesine davetkâr. Sayfaları çevirdikçe Hüseyin ile Abdullah’ın da dergâha gelip sohbete dâhil olacaklarını beklerken kitap bitti. Çay boğazımızda kaldı yani, kim bilir sohbet devam etseydi şeker tadındaki ikilinin nasıl sorularına muhatap olacaktık diye düşünmeden edemedim.

Ömer Faruk Dönmez, önceki kitaplarında olduğu gibi İz Yayınları’ndan çıkan Dervişan kitabında da emperyalizme/ kapitalizme/ modernizme müdahalesini sürdürüyor. Hiçbir detayı atlamadan, gürültüsüz, son derece rikkatli, zekice ve muzip bir dille bizi de müdahalesine dâhil ediyor.

F. Kebire Gündüz Karaaslan bu kitaba doyamadı