Bu sene gerek bazı üniversitelerin talepleriyle, gerekse YÖK’ün kırk yılın başı almış olduğu doğru bir kararla üniversitelere ‘Kültür ve İstanbul’ adında bir ders konuldu. Aslında dersin adı tam olarak bu değil. Ben İstanbul’daki bir üniversitede okuduğum için bu dersten bahsedeceğim fakat Anadolu’nun diğer illerinde bu dersler o ilin kendi tarihini, önemli yapılarını ve mekanlarını, o şehirde yaşamış ve tarihe adını yazdırmış ‘baba’ adamlarını konu ediniyor. Örneğin: “Şehir ve Adana, Şehir ve Ankara, Şehir ve Nevşehir” gibi... Bu illerde henüz bu derslerin uygulamaya koyulup koyulmadığını bilmiyorum, ben bu örneği derste duyduğum kadarıyla sizlere aktarmak istedim.
“Kültür ve İstanbul” dersi müfredatı itibariyle bir hayli geniş. Fakat ben bu konuya geçmeden evvel ders hakkında duyduğum ve katılmadığım bir kaç yorum üzerinde durmak istiyorum. Ardından derste aldığım bir kaç nottan ve dersin içeriğinden genel olarak bahsetmek isterim.
Bu da okullu vandal!
Hem şahsen şahit olduğum, hem de çevremden işittiklerime göre böyle bir derse ihtiyaç duyulmadığını, bu dersin zaman kaybı olduğunu söyleyenler varmış. Bunun dışında bir ders çıkışı, yanımdan geçen birinin sözlerine kulak misafiri olduğumda şu sözlerin ziyan edildiğini duydum: “Ne gerek var böyle bir derse. Bana ne, İstanbul’un eski camilerinden, medreselerinden, külliyelerinden, Sinan’ından. Bana nerede alışveriş merkezi var onu söylesinler.”
Bu cümleler üzerine bile başlı başına bir eleştiri yapılabilir fakat biz şimdilik konuya bağlı kalalım. Aslında bu cümleler üniversite öğrencilerinin niçin böyle bir derse ihtiyaç duyduğunu özetler nitelikte. Çünkü İstanbul hakkında durmak bilmeden konuşulabileceği, sayfalarca yazılar yazılabileceği tarihini, kültürünü, güzelliklerini bir kenara bırakarak bütün vaktini alışveriş merkezlerinde geçirmek isteyen bir düşünceden ne beklenebilir? Siz bu düşünceye sahip bir öğrenciyle oturup hangi konuyu muhakeme edebilir, derslerde okutulan siyaset, sosyoloji, psikoloji, iktisat gibi önemli bilimlerin teorilerini nasıl tartışabilirsiniz?
Sadece şehri anlatmasın
Bana sorarsanız bu ders sadece İstanbul’un kültürünü ve tarihini anlatmakla kalmamalı, aynı zamanda alışveriş merkezlerini mabet edinen bir nesle eleştirel ve entelektüel bir bakış açısı kazandırmada önemli bir rol üstlenmelidir. Kanaatimce bu ders çürümeye yüz tutmuş değerlerimizi yeniden kazanmak için önemli bir fırsat olabilir, olmalı da.
Gerek dersin içeriğinde gördüğüm, gerekse kendi gözlemlerim kadarıyla İstanbullu olmanın farkındalığı önündeki en büyük engel betonlaşma yarışının ta kendisidir. İstanbul’un estetik mimarisinin tamamiyle yıkılmaya çalışılıp yerine kapitalist büroların inşa edilmesi başlı başına bu kültüre büyük bir darbe vurmaktadır. Bunun dışında İstanbul kültürü sadece mimariyi değil, aynı zamanda müziği, edebiyatı, dinleri ve el sanatlarını da kapsar.
Türk İslam sanatının şaheseri: İstanbul
Dersin en önemli konusu İstanbul’un tarihi mimarisidir. Hiç şüphe yok ki mimariyi kültürden ayırmak mümkün değil. İstanbul’un eski, ahşap evleri, yalıları, köşkleri bize bir kültürün nereden ve nasıl beslendiğini ifade eder. Sadece bununla da kalmaz, aynı zamanda İstanbul’da yaşayan, soluk alıp veren büyük bir sanat birikiminin olduğunu da söyler. Elbette ki bu sanat sadece mimariyle kısıtlı değildir. Zaten bu tür profesyonel ayrımlar kadim dünya insanıyla hiç bir zaman da bağdaşmaz. Onlara göre tek bir sanat vardır, o da: ‘Klasik Türk İslam Sanatı’. Bu tanım içinde mimariyi, müziği, edebiyatı, el sanatlarını ve yazı sanatını barındırır. Bunun en büyük örneklerini de hâli hazırda korunmakta olan tekkelerde görebilirsiniz.
Genel olarak Türk müziğinin icra edildiği yer olarak bilinen tekkelerin duvarlarında çok önemli hat ve ebru çalışmaları bulunur. İçerideki bütün eşyalar –eskiden öyle idi– el işçiliğidir ve bir çoğu oymacılık sanatının ürünlerinden oluşur. Bu tekkelerde icra edilen müzik başlı başına edebiyatla bağlantılıdır ve dönemin birçok eserin güftesi yine dönemin şairlerine aittir. Son olarak da tekkelerin iç ve dış görünümü Klasik Türk İslam Mimarisini sergiler. Hemen burada bir parantez açalım:
Kuşkusuz tarihi olayları incelerken o dönemin şartları göz önünde bulundurulmalıdır. Klasik terimi de ortaya çıkan modernizmin bir ürünüdür. Biz bir tanımın ya da terimin başına ‘klasik’ ibaresini getirebiliyorsak bunun aksi durumu da mevcuttur. Yukarıda bahsettiğim kültürün ve ürünlerinin modernizmden etkilenerek günümüzde farklı bir hâl alması bizi böyle bir ayrım yapma mecburiyetinde bırakıyor. Dolayısıyla eğer konunun hakiki isminden bahsedecek olursak bu; “İslam ve İstanbul Kültürü” olacaktır.
İhtişamın içinde tevazu
Öğrencilerin bu derse ihtiyaç duyduğunu ispat eden bir diğer örneği derste vuku bulan bir örnekle belirtmek istiyorum. İlk derste mimari üzerine konuşan hoca, Süleymaniye Camii’nden ve Külliyesi’nden bahsederken bizlere bir fotoğraf gösterdi ve fotoğrafta bulunan ufak yapının ne olduğunu sordu. Sınıfta bir öğrencinin dışında hiç kimse soruya cevap veremedi. Fotoğrafta gösterilen yer, Mimar Sinan’ın kabri idi. İlginçtir, Mimar Sinan hayatı boyunca muhteşem, görkemli ve taklidi dahi yapılamayan bunca cami, külliye, su kemeri ve aklıma gelmeyen birçok eser ortaya koymasına rağmen kendi kabri ufacık bir yerdi. İlimde ve sanatta taklit edilemeyen bir ustanın hayatının ne kadar mütevazi olduğu, yine benim derse aldığım ve önemli gördüğüm bir kaç nottan bir tanesi.
Sonuç olarak İstanbullu olmak, burada doğup burada yaşamak bir lütuftur. Sadece İstanbul değil, Anadolu’nun her yerinde en az İstanbul kadar önemli ve değerli birçok şehir bulunmaktadır. Her fert, toprağından faydalandığı şehir hakkında bilgi sahibi olmalı ve o şehrin kalkınması için çalışmalıdır. Kaldı ki günümüz kapitalizmi sizlerin yüz yıllar boyu sürdürdüğünüz kadim geleneğinizi ve kültürünüzü unutmanız için var gücüyle çalışırken atılması gereken en önemli adım her ferdin yaşadığı şehri tanıması olabilir.
Abdullah Said Can haber verdi