24-25 Kasım'da İstanbul'daydım. Asıl maksadım TÜYAP İstanbul Kitap Fuarı’nı gezmekti. Bazı standlarda gayet iyi indirimlerle kitaplar satılıyor. Bunları Ankara'da bir çuval para verip almaktansa oradan çok daha hesaplı almak mümkün.
Efendime söyleyeyim; Cumayı cumartesine bağlayan gece 02.15'te yola çıktım. Sabah Samandıra'da indim ve oradan servis aracıyla Libadiye'ye gittim. İsmail Dervişoğlu'nun kapısını çaldığımda kahvaltı sofrasını kurmuş beni bekliyor buldum kendisini. Sohbetle tatlanan mükellef bir kahvaltıdan sonra Dervişoğlu beni cebren ve silâh zoruyla yarım-tashih İstanbul'a getirdiğim Yunus Emre metninin tashihini bitirmem yolunda tehdid etti. Bu güzel kahvaltıdan sonra böyle bir tehdîdâdla karşılaşmak kan şekerime ve zaten var olan demir eksikliğime tavan yaptırınca yalvardım; 'yol yorgunuyum, n'olur şuracığa -hemen kalkacakmış gibi- biraz uzanayım da dinlenmiş bir biçimde tashih işine devam edip bitireyim' dedim.
Bir çift çîn-i ebrû bu yalvarışım karşısında merhamete geldi; verilen izn üzere oracığa kıvrıldım. Suratımda patlayan dijital flaştan zerre kadar haberim olmadı. Güven içinde uyuklarken olup bitmiş bu komplo. Bana sorarsanız üç dakika, Dervişoğlu'na sorarsanız birkaç saat uykudan sonra uyandım. Bir de ne göreyim; KSP'nde uyuyan bir fotoğrafım arzıendam edeyor. Ne yapabilirdim.
Neyse, zor belâ kendimi Kitabevi'nden içeri attım
Bu arada söz konusu Yunus Emre, Ziyaeddin Fahri'nin Meslek Mecmuasında 1925'te yayınladığı bir yazı dizisidir. Bu yazı dizisini, çeviriyazı metin olarak hazırlamış ve Dervişoğlu'nun katkılarıyla bu tarihten sonra Yunus Emre hakkında yazdığı yazıları da ekleyerek kitaplaştırmış idim. Yayınevi bir tashih metni göndermiş ve metin üzerinde son tashihleri yapmamızı istemişti. Malum metin sayfa düzenine oturduktan sonra da gözden kaçan faullü durumlar olabiliyor.
Görüldüğü üzere kıymetli Cumartesi günüm Dervişoğlu ağabeyimizin devlethanelerinde geçmiş oldu. Kendimi dışarı attığımda saat 15.00-15.30 olmuştu ve havanın da suratı asılmıştı. Neyse, bir dolmuşla Üsküdar iskeleye vardım; oradan vapurla karşıya geçmeden ince bir yağmuş döktürmeye başladı. Karşıya geçtiğimde yağmur iyice azmıştı. Üsküdar'da iken bir şemsiye satın almış idim. Açtım şemsiyeyi, telâşla Cağaloğlu'na doğru yürümeye başladım. Birden karşıma bir turist kız çıktı; Taksim'e nasıl gidebileceğini sordu. Ona "My English is vey bad" diyebildim.
Neyse, zor belâ kendimi Kitabevi'nden içeri attım. Mehmet Varış Bey, Tahir Yücel, Mehmet Kılıç ve biraz sonra izin isteyip kalkan birkaç kişiden mürekkep sohbet halkası içinde şen ve şâtır idiler. Biraz sonra fark ettim ki Ali Şükrü Çoruk Bey de oradaymış. Neyse sohbete dâhil oldum. Fakat Recep Seyhan Hocamı aramak üzere Divanyolu'na çıkmam gerekiyordu. Yolda kendisini arayacak ve Kubbealtı'nda ise oraya uğrayacaktım. Giderken Kızlarağası'na da baktım; göremedim, vardığımda Kubbealtı zaten kapalıydı.
Ee, diyeceksiniz ki neden telefon etmedin? Elbette haklısınız. Açıklayayım: Telefonumu değiştirmiştim ve bazı telefon numaraları sim-kartta değil, önceki telefonun hafızasında kalmış meğerse. Bunu orada fark ettim ve Hocamı arayamamanın verdiği üzüntüyle Kitabevi'ne döndüm. Mehmet Bey -sağolsun- yeni çıkan Mapusâne: Osmanlı Hapishanelerinin Kuruluş Serüveni (1839-1908) (Kitabevi Y., 1. b., İstanbul 2012) künyeli eseri ve Dr. M. Fatih Güneren'in yayına hazırladığı iki tasavvufî eseri hediye etti. Oradan Mehmet Bey'in davetiyle Ali Şükrü Bey bizi arabasıyla Şirvan'a götürdü. Et yemeklerini pek sevmem ama burada yediğim etlerin hepsi birbirinden lezzetliydi.
Oradan hep birlikte Üsküdar'a gittik ve beni Libadiye'de bıraktılar. Gece yine Dervişoğlu'nun misafiri olacaktım. Bu arada uyuyan resmim internet ortamında deveran ede ede bîhâl olmuş; resmimi tekrar gördüğümde uyuyor vaziyette bile ne kadar yorulmuş olduğumu hissettim.
Kitap Yayınevi standını o karmaşada bulunca çok sevindim
Ertesi gün için plan yapılmıştı bile. Ali Ayçil sabah Dervişoğlu'na gelecek ve bizi alıp Kemerburgaz'a götürecekti. Nitekim Sabri Koz Beyefendi'yle çıkageldiler. Bize Mehmet Varış ve Rasim Beyler de kendi araçlarıyla eşlik ettiler ve yola koyulduk. İstanbul'un hiç ayak basmadığım yerlerine ayak basmış oldum. Orada bir kahvehanede çay eşliğinde kahvaltıdan sonra TÜYAP fuar alanının bulunduğu Beylikdüzü'ne doğru yola çıktık.
Vardığımızda ilk işimiz Dervişoğlu için bir tekerlekli sandalye bulmak oldu. Zaten TÜYAP'ın vatandaşlar için böyle bir hizmeti bulunduğunu öğrenmiştik. Ayağı kırılmış olduğu için yürüyemeyen Dervişoğlu'nu tekerlekli sandalyeye oturttuk. Bu gerçekten iyi düşünülmüş bir imkândı. Fuar ilgililerine bu hizmetlerinden ötürü şükran duymamak mümkün değil. Yalnız zaten kalabalık olan yolun üstünde ikide bir rastlanan engeller tekerlekli sandalyeyi sürmeyi zorlaştırıyordu.
Fuarda sınırlı sayıda standa uğrayabildik. Dolayısıyla az kitap alabildim. Ama mutlaka uğramak istediğim Kitap Yayınevi standını o karmaşada bulunca çok sevindim: Evet, Ankara'da 20-30 TL vererek alabileceğim kitaplar her sene olduğu gibi bu sene de 5 TL idiler ve en son çıkan kitaplarda % 30 indirim yapılıyordu. Bu sebeple yayınevinin şu kitaplarını hemen aldım:
1. Alberto Fabio Ambrosio, Bir Mevlevi'nin Hayatı: 17. Yüzyılda Sufilik Öğretisi ve Ayinleri, çev. Ayşe Meral, Kitap Y., 1. b., Kasım 2012.
2. Victor Eskenazi, Yolculuk İçin Teşekkürler: Bir İstanbul Musevisinin Anıları, 1906-1987, çev. Tunç Tayanç, Kitap Y., 1. b., Kasım 2012.
3. Hayrettin Pınar, Tanzimat Döneminde İktidarın Sınırları: Babıâli ve Hıdiv İsmail, Kitap Y., 1. b., Ekim 2012.
4. Meryem Orakçı, Rodos Müslümanları: Selam Gazetesi 1926-1936, Kitap Y., 1. b., Nisan 2012.
5. Yüksel Arslan-Ferit Edgü: "Batı Kütürü Önünde Hiçbir Saplantım Yok" / Mektuplar 1957-2008, Kitap Y., 1. b., Ocak 2011 [Bu kitap 5 Tl, üsttekiler ise %30 indirimli idi].
İstanbul'dan alabildiğim kitaplar bunlar oldu
Bu sene İnsan Yayınları standında da çok güzel ve çok ucuz kitaplar vardı. Üç tanesi 10 TL olan kitaplardan şu üçünü seçtim:
1. Mevdûdî: Hayatı, Görüşleri, Eserleri / Doğumunun 100. Yılı Anısına Sempozyum, ed. Abdülhamit Birışık, İnsan Y., 1. b., İstanbul 2007.
2. Bayram Ali Çetinkaya, İzmirli İsmail Hakkı: Hayatı, Eserleri, Görüşleri, İnsan Y., 1. b., İstanbul 2000.
3. İsmail Çalışkan, Muhammed Esed ve Düşünce Dünyası, İnsan Y., 1. b., İstanbul 2009.
O sıradaki standdaki görevli Uluslararası İbn Arabi Sempozyumu Makaleleri: Doğu ve Batı: Ortak Manevî Değerler, Bilimsel-Kültürel İlişkiler [İnsan Y., 1. b., İstanbul 2010] künyeli eseri göstermesin mi? Bu eseri nasıl kaçırmışım, hayret ettim. Üstelik üç kitap 10 TL iken dört kitabı 10 TL'ye verince tabii daha çok sevindim. Adını bilmediğim stand görevlisine çok teşekkür ederim.
Bu arada Ankara kitapçılarında göremediğim için fuar dışında da satın aldığım bazı kitaplar oldu:
1. Sûfî İbn Sînâ ve Makâmâtü'l-Ârifîn, Dilâver Gürer, Gelenek Y., 1. b., Ekim 2012.
2. İbn Arabî'de Din ve İbadet, Dilâver Gürer, Gelenek Y., 1. b., Ekim 2012.
3. Fatih Çınar, Mûr Ali Baba, Buruciye Y., Sivas, Haziran 2012.
İlk iki kitabın Ankara'ya gelmesi daha birkaç ay alabilir. Sivas'ta basılan kitabı ise hiç görmeyebilirdim.
İstanbul'dan alabildiğim kitaplar bunlar oldu.
Fuardan hep birlikte Üsküdar'a döndük. Ben yine Dervişoğlu'nun misafiriydim. Fakat bu gezi onu yorgun düşürmüştü. O da oracıkta biraz uyuyacağını söyleyince ben de aldığımız kitapları karıştırayım bari dedim. Fakat onu uyur görünce bir gün önce sabah bana yaptığı şaka geldi aklıma: Uyurken fotoğrafımı çekmiş ve KSP'nde yayınlamıştı. İşte Allah aynı fırsatı bana da veriyordu. Ne demişler, "alma mazlumun âhını, çıkar âheste âheste"... Gerçi olay hiç de âheste bir biçimde cereyan etmedi. Birkaç el hareketiyle onu âfiyetle uyurken fotoğrafladım. Fakat bunları yayınlar mıyım yayınlamaz mıyım bilmiyorum. :)))
Uyandığında yemek yedik fakat ben sabah kahvaltısında yediklerimi sanki daha eritememiş gibiydim. Yenge hanımın yaptığı o lezzetli dolmalardan ancak birkaç tane yiyebildim ve yanında bolca ayran içtim, hiç ekmek yemedim. Sonra kalkıp evin hemen yakınındaki yazıhaneden biletimi alıp döndüm ve servis aracına bininceye kadarki vakitte sohbete devam ettik. Bu sohbette İsmail Ağabeyle ortak birkaç kitap çalışması şekillendi. Yâ nasîb.
Yusuf Turan Günaydın yazdı