Hepimiz bir akışın içindeyiz. Zamanda ve mekanda akıp gidiyoruz ve bunu durdurmaya muktedir de değiliz. Evet, irade sahibi varlıklarız ama zamanın ruhu, mekanın değişim ve devinimi hepimizi etkiliyor. Biz bulunduğumuz mekanda sabit durduğumuzu zannediyoruz belki ama dünya ile birlikte biz de dönüyoruz. Türlü cereyanlara kaptırıyoruz kendimizi; kimi zaman nefsanî arzularımız, kimi zaman toplumun kabul ve alışkanlıkları, kimi zaman arkadaş çevresi, kimi zaman da ideolojik akımlar. Bazen öyle oluyor ki bu akışın şiddetinden nerede olduğumuzu, nereye gittiğimizi hatta kim olduğumuzu bile unutabiliyoruz. Akıntıda yitip gidiyoruz.
Zamanın ve mekanın debisi yüksek akıntısı bizi oradan oraya savuruyor. Kendimizi akıntıya bırakmak işimize de geliyor çoğu zaman. Ne de olsa bir emek ve çaba gerektirmiyor. Halbuki zor ama bir o kadar da gerekli olan şey kendimizi akıntıdan kurtarıp bir yere tutunabilmek. Çünkü tutunmak demek akıntıya kafa tutmak demek. Tutunmak demek gayret ve kararlılık göstermek demek. Tutunmak demek ilkelere, değerlere sarılmak demek. Bu açıdan bakıldığında Kur’an-ı Kerim’de yer alan “Allah’ın ipine sarılın” (Âl-i İmrân 3/103) emrini bir kez daha düşünmek gerekmiyor mu? Allah’ın ipine sarılmak kendinizi bu akıntıdan, bu girdaptan, bu bilinmezden kurtarmak; Hak ve hakikate, temel ahlaki ilkelere tutunmak anlamını da ihtiva ediyor olsa gerek.
Temel ilke ve değerlere tutunmak, bunları sahiplenmek aslında şahsiyet sahibi olmak anlamına geliyor. Tutunamayanların, oradan oraya savrulup gidenlerin şahsiyet sahibi olduklarından bahsedilebilir mi? Bu kişiler kendilerine yol gösterecek ilkelerden mahrumlar. Tutunmak kendimizi birlemek, şahsiyeti bütünlemek anlamına geliyor aslıda. Tutarlı, kararlı ve bütünleşik bir şahsiyet sahibi olmak akıntıda tutunacak sağlam bir yer bulmakla mümkün. Büyük şahsiyetler ise tutunmakla kalmayan aynı zamanda akıntıda sürüklenen diğerleri için can simidi olan, onları akıntıdan kurtarmak gibi bir sorumluluğu omuzlayan kişiler oluyor. Şöyle durup düşündüğümüzde aklımıza kimler geliyor: Mevlanalar, Yunuslar, İzzetbegoviçler, Topçular ve tutunmayı başarıp başkalarına tutanak, dayanak olmuş nice önemli isimler.
Yaprak metaforu üzerinden örneklemek gerekirse çoğumuz akıntıya kendini kaptırmış ve oradan kendini kurtarmak için çabalamayan bir yaprağa benziyoruz. Akıntıya kendini bırakmanın konforunu yaşıyoruz. Bir kısmımız ise akıntıda yol alırken bir yere, bir tutanağa kendini sabitlemeyi başarmış bir yaprağı andırıyor. Kendimizi akıntıdan kurtarıyoruz belki ama diğerlerine pek faydamız dokunmuyor. Çok azımız ise suda akıp giderken bir yere tutunan, sadece kendimizi sabitlemekle kalmayıp başkalarının tutunmasına da yardımcı olan ve orada bir öbek oluşturan yaprağa benzer bir tavır ortaya koyabiliyoruz. Bu sonuncu; büyük, güçlü, önder şahsiyetlerin yapabileceği bir şey. Onlar oluşturdukları öbekle akıntıyı durduramıyorlar belki ama ona yön vermeye muktedir oluyorlar. Bu yönüyle bakıldığında tutunanların zirvesinde peygamberler yer alıyor diyebiliriz.
Aslında tutunmak, birliğe yani vahdete kapı aralıyor. Fert açısından bakıldığında öncelikle belli ilkeler etrafında şahsiyette birlik ve bütünlük sağlanıyor; yani kişi kendini birliyor, topluyor. Buna ilaveten tutunmak, aynı ilke ve değerler etrafında toplanan insanlar arasında ictimaî bir birlikteliğin tesisini de mümkün hâle getiriyor. Yukarıda zikredilen “Allah’ın ipine sarılın” emrinin hemen peşinden “bölünüp parçalanmayın” şeklinde ikinci bir ikaza yer verilmesi bu açıdan da dikkat çekici. Buradaki “bölünmek” kelimesi hem şahsiyette parçalanmaya hem de toplumsal ayrışma ve dağılmaya yönelik bir ima içeriyor kanaatimce. Buradan hareketle tutunamayanların hem şahsiyette hem de içtimaî düzlemde ciddi bir parçalanma ve savrulmaya maruz kalacakları söylenebilir.
Dinin gayesi de tutunmak, daha doğru bir ifadeyle insanların tutunmasını sağlamak değil mi esasında? İndirilen vahiyler, gönderilen peygamberler akıntıya kapılıp giden bizler için sağlam bir tutanak vazifesi görmüyor mu ya da görmeli değil mi? Her şeyin baş döndürücü bir hızla akıp gittiği şu dönemde neye ve niye tutunmak gerektiği üzerine daha fazla kafa yormak gerekmiyor mu sizce? O halde hepimiz kendimize şu soruyu soralım: Akıntı da yitip gidiyor muyum yoksa sağlam bir yere tutunabildim mi?
Bu soruya vereceğimiz cevabın biz ebeveynler için daha hususi bir önemi haiz. Zira çocuklarımız bu akıntının en masum ve en zayıf kurbanları. Onlara el uzatılmadıkça buradan çıkmaları çok ama çok zor. Bu noktada en önemli görev hiç şüphesiz biz ebeveynlerin. Ancak kendimiz akıntıya teslim olduysak bu görevi nasıl yerine getireceğiz? Öncelikle kendimiz tutunmalıyız ki çocuklarımız da bizlere tutunabilsinler. Bunu yapamadıysak dua edelim de onları bu akıntıdan çekip alacak şahsiyetli insanlar çıksın karşılarına.
Bu ayeti hiç böyle yorumlanmıştır, Allah sonsuz razı olsun, ilminiz bol olsun Ayhan hocam ☺️
Allah razı olsun.