Ragıp abi öldü. Acı haber tez ulaşır derler. Sosyal medyadan duydum. Keşke bir canlı ses telefon açıp da söyleseydi ve bu vesile ile ortak acımız ölüm üzerine dertleşseydik. Epeydir hastanede olduğunu biliyorduk. Hastanede olmak böyle bir sonuçla mı neticelenir hep? Kendisini iyi bilirdik. Sahiden iyilerdendi. Rakamlara sığmayacak denli güzel adamdı. En son ne zaman görüştük diye zihnimi yokluyorum. Her ölen tanıdık isim karşısında ilk aklıma gelendir bu: “En son ne zaman görüşmüştük?” Hafızam beni yanıltmıyorsa Ragıp abi ile en son Kahramanmaraş’ın Elbistan ilçesindeki bir şiir programında görüşmüştük en son. Yani tarih: 15 Ağustos 2009. Beyan Yayınları şiir serisinden çıkan “Bir Sevda Süleymanı” kitabını imzalatmışım kendisine.
Kitabın giriş sayfasında Ercişli Emrah’ın dizeleri Ragıp Karcı şiirinin hangi kanallardan beslendiğini de anlatıyor gibidir: “Kefen yetişmezmiş garip ölene/ meğer yârin yazmasına saralar.” (Şairlerin hepsi bu gariplerden değil midir?) Bir tarafında divan şiiri varsa diğer tarafında halk şiiri vardır şairliğinin. İsmail Daimî ve Davut Sularî’den ses ve tını almıştır. Hem müzisyen hem semazen hem de belgesel film yönetmenidir. Bu alanlarda sadece eser vermekle kalmamış aynı zamanda bu zenginliğini şiire aksettirmiştir. 1968 yılından beri şiirin içerisindedir. Şairlerin eserleri ile yaşadıklarını düşünürsek bu şiir çeşmesinin kurumadığını ve kurumayacağını söyleyebiliriz. Çünkü ne musiki susar ne de şiir.