Aslen Berberî olan Ebû Hayyân el-Endelüsî, nisbesinden de anlaşılacağı üzere Endülüslüdür. O dönemde Endülüs topraklarında bulunan büyük âlimlerden aldığı derslerle birikimini arttıran Ebû Hayyân, yirmili yaşlarında birikimine birikim katmak amacıyla doğduğu topraklardan ayrılır. Kuzey Afrika, Dımaşk, Bağdat ve Mekke’ye giden Ebû Hayyân, sonrasında vefat edeceği tarihe kadar, okuma ve okutmakla meşgul olduğu Mısır topraklarına yerleşir.
Asıl itibariyle “emîrü’l-mü’minîn fi’n-nahv” şeklinde tavsîf edilebilecek kadar Arap dili ve gramerine vukûfiyeti ile tanınan bir âlim olan Ebû Hayyân’ın bizler için en dikkat çekici yanı, kendisinin aynı zamanda Türkçe de biliyor olmasıdır. Hatta Türkçe dışında o Habeşçe ve Güney Arapçası'nın en eski lehçelerinden biri olan Himyerî dilini de bilecek kadar entelektüel bir birikime sahipti.
Ebû Hayyân’ın Türk diline olan ilgisinin o dönemde Mısır’da varlığı ciddi bir biçimde kendisini hissettiren Türklerle doğrudan bir ilişkisi vardır. Belli ki Ebû Hayyân, birlikte yaşadığı insanların dillerini merak etmiş, bu merak kendisini eserler telif etmeye yönlendirmiştir.
1200’lerde Mısır’da Türkçe konuşanların sayısı oldukça artmıştı
İslam tarihinin ilk yüzyıllarından itibaren kendilerinden bahsedilen Türkler, sonraki yüzyıllarda sahip oldukları askerî kabiliyet ve cesaret dolayısıyla İslam ordularında tercih edilen bir millet haline gelmişti. Bu durum ileriki zamanlarda öyle bir hale gelmişti ki Türkler askerî bir kuvvet olma dışında siyasî bir kuvvet olarak da kendilerini gösterebiliyordu. 13. yüzyılın ilk yarısında Eyyûbî sultanı el-Melikü's-Sâlih Necmeddin Eyyûb, Batı Gök Türk topluluklarından bir Türk kavmi olan Kıpçaklar’dan memlük (köleler arasından seçilip, özel bir eğitimin ardından paralı askerler olarak kullanılan ücretli asker) kullanarak devletinin güçlenmesini istemiş, içinde Türk unsurunun da bulunduğu bu ordu daha sonra Haçlılara karşı verilen Mansûre ve Faraskur savaşlarında elde edilen zaferlerde olduğu gibi gerçekten de büyük başarılar kazanmıştır.
Yine bir Türk devleti olduğu bilinen Eyyûbîler döneminde yerleştirilen bu Türk varlığı, el-Melikü's-Sâlih’ten sonra tahta geçen Turan Şah’ı bertaraf edecek kadar kuvvet kazanmış, bundan sonra da tahta ilk sultanı olarak bilinen Aybek’in geçmesiyle Memlük devleti kurulmuştur. Bu arada Memlükler için ayrı bir isim olarak Kölemenler denmesinin sebebi de bu devletin kuruluşunda bu kölelerin etkin rol oynaması sebebiyledir.
Aybek’in Memlük tahtına oturduğu 1250 yılından sadece 30 yıl sonra, 1280 yılında Ebû Hayyân yukarıda bahsettiğim Doğu’ya yaptığı ve Mısır’a yerleştiği seyahatini gerçekleştirir. Dolayısıyla o dönem Mısır’ında siyasetçiler başta olmak üzere çok sayıda kişinin Arapça bilmeyip de Türkçe konuşuyor olması anlaşılabilecektir. Çünkü Memlüklerin idareyi ellerine almasının ardından çok sayıda Türkmen topluluğu da Mısır’a akın etmiş, Mısır’da Türkçe konuşanların sayısı oldukça artmıştır.
Ebû Hayyân’ın Türkçe’yle alakalı yazdığı tek kitap da değil
Kitabının ismini “Kitâbü’l-İdrâk li-lisâni’l-Etrâk” olarak adlandıran Ebû Hayyân da, muhtemelen kitabını böyle bir ortamda, Türkçe’ye verilen önem dolayısıyla oluşturmaya karar vermişti. İşin ilginç tarafı kısa adıyla Kitâbü’l-İdrâk, Ebû Hayyân’ın Türkçe’yle alakalı yazdığı tek kitap da değil. Onun aynı zamanda varlığından haberdar olduğumuz ama elimizde mevcut olmayan “Zehvü’l-mülk fî nahvi’t-Türk”, “el-Ef’âl fî lisâni’t-Türk” ve “ed-Dürretü’l-mudıyye fî lugati’t-Türkiyye” adlı üç eserinin daha olduğunu biliyoruz.
Ebû Hayyân’In Türkçe’yi, Türk dil âlimi ve fakih olan Fahreddin Divriğî’den öğrendiği bilinir. Nisbesinden de anlaşılacağ üzere Fahreddin Divriğî Anadolu coğrafyasından Mısır’a gelmiş bir isimdir. Ebû Hayyân özellikle “üstadımız Fahreddin” diye bahsettiği hocasından çok faydalandığını belirtir.
Türkçe’nin o dönemde hiç de basit bir göçebe dili olmadığının kanıtı
Ebû Hayyân eserinin mukaddimesinde de belirttiği üzere kitabını üç kısma ayırmıştır. Bunlar 2200 kelimeden oluşan sözlük, sarf ve nahiv kısımlarıdır. Müellif yine kitabının mukaddime kısmında kitabının yazılış amacını; Türk dilinin sözcük ve gramerinin bir araya getirilmesi şeklinde açıklar. Kitabın sözlük kısmındaki alfabetik sistem Arap harfleri esas alınarak yapılmıştır. Kelimenin yapısıyla alakalı bilgi anlamına gelen, kitabın ikinci bölümü olan sarf kısmında ise Ebû Hayyân, Türkçe’deki kelime türlerini fiil, isim ve harf olmak üzere üçe ayırır. Kitabın üçüncü kısmı olan ve cümle bilgisi anlamında kullanılan nahivde ise Ebû Hayyân, Türkçe’deki nahiv konularını işler.
Büyük bir Arap dili âlimi olan Ebû Hayyân’ın, kitabını hazırlarken Arapça konu başlıklarını Türkçe’de de aradığı, bunda oldukça da başarılı olduğu görülür. Dolayısıyla bu durum o zaman bile Türkçe’nin hiç de basit bir göçebe dili olmadığını göstermesi bakımından önem arzeder.
Kitap, Ebû Hayyân’ın tam ismiyle birlikte verdiği, eserin 712 (1312) yılında Kahire’de Molla Sâlih Medresesi’nde tamamlandığı bilgisiyle sona erer. Türk olmayan biri tarafından yazılan ilk eserlerden biri olan “Kitâbü’l-İdrâk li-lisâni’l-Etrâk” ile Ebû Hayyân, kendisinden sonra yine kendisi gibi Türk olmayan müelliflere de öncülük yapmıştır. Kim tarafından yazıldığı bilinmeyen “Kitâbü’t-Tuhfeti’z-zekiyye fî lugati’t-Türkiyye” büyük ölçüde Kitâbü’l-İdrâk’in takipçisi olarak kabul edilir
İlk olarak 1309 (1891 veya 1892) yılında Beyazıt Devlet Kütüphanesi’ndeki yazması esas alınarak Mustafa Bey tarafından neşredilen Kitâbü’l-İdrâk, en doğru şekliyle Ahmet Caferoğlu tarafından İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi’ndeki nüshası da dikkate alınarak yeniden edisyon kritiği ve çevirisi ile birlikte yayınlanmıştır.
Yusuf Sami Kamadan