Ömer Yalçınova, daha çok şiirleriyle tanıdığımız iyi bir kalem. Roman eleştirileri ve çeşitli konularda yazdığı yazıları ile günümüz edebiyat dünyasının önemli isimlerinden. Bir şiir (Ömer’in Çatılan Kaşları) ve bir portreden (Aynamdan Yansıyanlar) sonra roman inceleme yazılarından oluşan “Raskolnikov mu? Bihruz Bey mi?” eseriyle üçüncü kitaba ulaşmış bulunuyor.
Ömer Yalçınova Maraş’ta ikamet eden ama sanki İstanbul’da yaşıyormuş havası veren yazarlardan. Metinlerinde yerellik havası görülmez. O her metninde bütün Türk milletini gözeterek kalem oynatmıştır. Bunun yanında Maraş’ın milenyum sonrası yedi güzel adamından biri olmuştur. Halen Maraş’ta yaşayan yedi güzel adam kimdir derseniz hemen sayarım ama saymadıklarımın gönlünün kırılmamasını istirham ederim: Bahattin Karakoç, Ömer Erinç, Ömer Yalçınova, Mustafa Köneçoğlu, Hasan Ejderha, İbrahim Gökburun ve Ali Yurtgezen. Maraş’ta edebiyat hayatına dâhil olan herkes bu yedi güzel adamın içindedir. Yedi sayısı çokluktan kinayedir. Semboldür. Yedi yetmiş olur, yediyüz olur.
Yazarla tanışıklığımız
Ömer Yalçınova’yı Konya’da öğrencilik yaptığı günlerden beri tanırım. Maraş’a taşındıktan sonra da Bünyamin K.’nın evinde buluşur, sanat, edebiyat konuşurduk. O her dönemde edebiyatla iç içe idi. Röportajlar yapar, dergilerde şiirler yayınlar, okur, araştırır, yani sürekli bir tecessüs halinde yaşardı. Bu durumu hâlâ sürüyor. Yazar, şair dediğimiz insan böyledir. Son nefesine kadar kelimelerin, manaların peşinden koşar. Bir mana için bir çuval keçi boynuzu çiğnemeyi göze alır. Böyle olanlar sanatla hemhal olanlardır. Bunu göze alamayanlar sanatın kıyısında köşesinde dolaşır ama içine giremezler.
“Raskolnikov mu Bihruz Bey mi”, akademik değeri yüksek bir eser. Doktora tezi seviyesinde bir çalışma, gayret ve emek ürünü. Kitap Türk romanları ve dünya romanları olmak üzere iki bölümden oluşuyor. Türk romanlarının başlangıcından günümüze bir gezinti yapıyor ve romanla ne yapılmak istendiğini dile getiriyor. Dünya romanında neler olup bittiğini, hangi tekniklerin kullanıldığını, hangi anlam dünyalarının anlatıldığını, dünyanın çeşitli ülkelerine mensup romancıların neler düşündüğünü ve okuru nereye götürmek istediğini ele alıyor.
![]() |
Hangi Türk romancıları incelenmiş?
İlk bölüm olan “Türk Romanı Denilince” başlığında Yalçınova, Şemsettin Sami, Peyami Safa, Nahit Sırrı Örik, Nihat Genç, Reha Çamuroğlu, Mithat Cemal Kuntay, Halide Edip Adıvar, Leyla Erbil, Nezihe Meriç, Enis Batur, Ahmet Güntan, Sefa Kaplan, Cem Selcen isimlerine yer vermiş. Nihat Genç ve Reha Çamuroğlu sıralamadaki yerinden dolayı eski bir romancıymış gibi görünebilir ama değil. Romanlarında işlediği fikirlerden, yaklaşımlardan dolayı bulunduğu yere alınmış olmalı. Yoksa Enis Batur’la Ahmet Güntan arasında bir yerde olmalıydılar.
Bu listede neden Oğuz Atay yok, Orhan Pamuk yok, Elif Şafak yok, Hasan Ali Toptaş yok, Ethem Baran yok diye sorular çoğalabilir. Yazarın girişte belirttiği gibi bu eser çeşitli zamanlarda yazılan roman eleştirisi yazılarının bir araya getirilmesinden meydana geliyor. Bu yüzden dergilerde zaman içinde yayınlanmış yazılardan oluşan bir eserde neden bunlar da yok demek doğru ama yazarını da haklı çıkaracak bir yanı var. Lakin, kitabın sonraki baskılarında Türk edebiyatının mihver romancılarının da bu kitaba alınmasında yarar var. Ahmet Mithat, Halit Ziya, Reşat Nuri, Yakup Kadri, Tarık Buğra ve günümüz romancılarından bazıları bu kitapta olsa, eser akademik anlamda bir çizgi izlemiş ve başlangıcından günümüze Türk romanının panoraması çıkarılmış olur.
Bugüne kadar yazılan bu tür eserlerde romanlarımız daha çok akademik bakış açısıyla ve sadece teknik bakımdan ele alınmıştır. Yalçınova, romana durduğu yerden, dünyaya baktığı yerden bakıyor ve kendine bir merkez edinerek romanları değerlendiriyor. Biz Müslümanız ve bizim bakış açımızı inancımız belirler diyor. Bakış açımızı Kur’an belirler diyor. Batılı romancıların da bakış açısını İncil ve Tevrat belirler. Sınırsız bir dünya tasavvurumuz yok. İnancımızın belirlediği ölçüler var. Romanlar da o ölçülerin içerisinde kalarak yazılır, okunan romanlar da o ölçülere göre değerlendirilir.
Bütün mayası İslam olan bir toplumun romancıları
İlk dönem Türk romancıları realist roman yazma kaygısı güttüklerini belirterek gelenekten kopmuşlardır. Gelenekten kopmak için realizm kılıfına bürünmüşlerdir. Tanzimat romancıları gelenekten kopmak isteseler de kopamamışlar, bir yerde kaçtıkları geleneğe dayanmışladır. Gelenek düşmanlığı Cumhuriyet romancıları ile başlamıştır. Tanzimat romancıları gelenekten kaçmaya çalışmışlar ama geleneğe düşman olmamışlardır. Cumhuriyet dönemi romancıları gelenekten hem kaçmışlar hem de karşı çıkmışlardır. Çünkü Cumhuriyet romancıları yeni devletin ideolojisine uygun yazmayı benimsemişlerdir. Refik Halit ve Kemal Tahir’i kenarda tutarsak diğer bütün romancılar hangi inanç ve düşünceden olurlarsa olsunlar yeni rejimin yanında yer almışlardır. Bir kenarda tutarsak dediğim iki romancı da aykırı bir tutum sergileseler de yeni rejimi aşırı eleştiren romanlar yazmamışlardır.
Yazarın Peyami Safa’yı değerlendirdiği yerde dile getirdiği şu cümleler çok anlamlıdır: “Bütün anlam dünyası İslamiyet’ten oluşmuş bir milletin romancıları nasıl olur da İslam’ın adını bile anmadan, bir sürü karakter oluşturur, olay anlatır ve bunları kurgulayıp bir sonuca ulaştırır?” (s.19) Ömer Yalçınova çok haklı. Bütün mayası İslam olan bir toplumun romancısı nasıl olur da hiçbir İslam unsuru kullanmaz? Bu büyük kırılmanın işareti aslında. Türk romancısı dediğimiz kişilerin aslında zihnen başka dünyaların romancısı olduğunun göstergesi. Romanlarında İncil tasvirlerini bol bol kullanırken Kur’an’dan hiçbir tasvire, hiçbir göndermeye yer vermeyen Yakup Kadri kendince bir dünya oluşturmak ve bu dünyada da Kur’an’a yer vermek istemiyor.
Halit Ziya’dan Yakup Kadri’ye, ondan da Orhan Pamuk’a kadar uzanan çizgide romancılarımız Batılılaşma idealini kendilerine vazife edinmişler ve bu uğurda romanlar kaleme almışlardır. Batılılaşma maceramız aslında roman maceramız da denebilir. Bu süreçte Yalçınova’nın belirttiği gibi “İslami unsurlara karşı bir otokontrol gözden kaçmaz.” (s.21) Tarık Buğra ve Oğuz Atay romanlarından sonra bu tutumda bir kısım değişme göze çarpar. Türk romancıları yaşadıkları toplumun değerlerine kültürel unsur olarak da olsa yer verme eğilimindedirler.
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Batı romanı
“Raskolnikov mu Bihruz Bey mi” eserinin ikinci bölümü “II. Dünya Savaşı’ndan Sonra Batı Romanı” başlığı ile açılıyor. Bu bölümde Panait Istrati’den başlayarak Samuel Beckett’e kadar birçok romancı inceleniyor. Ele alınan yazarlar şunlar: Panait Istrati, Thomas Bernhard, George Orwell, J.D. Salinger, İngeborg Bachmann, Donald Barthelme, Etgar Keret, Marquez, Dan Franck, Antonio Tabucchi, Faulkner, Semuel Beckett.
Istrati kendi zamanındaki romancılar gibi elit tabakanın vicdan sızısını dindirmeye yönelik romanlar yazmamış, kendi ülkesinin halkını ele almış ve onları anlatmıştır. Istrati’de farklı olan şudur ki eserlerini öz dili Romence yazmamış, Fransızca yazmıştır. Yakın zamana kadar kendi ülkesinde bile tanınan bir yazar değildi aslında. Türkiye’de yüz temel eser arasına girince Istrati Romanya’da gündeme geldi ve okunmaya başlandı.
İkinci Dünya Savaşı romanlarında daha çok bireysel bunalımlar işlenmiştir. Yazarlar ben merkezcidir. Kahramanlar bunalımdadır ve hiç duygusu öndedir. Herhangi bir ideali olmayan, hayatı yaşamaktan öte bir amaç gütmeyen kahramanlar yaratılmıştır. İkinci Dünya Savaşı sonrası Batı dünyası bunalıma sürüklenmiş ve roman yazarları insanlık idealinden umudunu yitirmiştir. Yeni bir dünya kurma ümidi sönmüştür. Yazarlar daha çok tekniğe yönelmişlerdir. Ne anlattıklarından çok nasıl anlattıklarına odaklanmışlardır. Bunlar içinde George Orwell, diğerlerinden farklıdır. Ona göre “umutsuzluğu yenmek, insanları sevmekten ve çalışmaktan geçer. Orwell romanlarında miskin bir karaktere rastlanmaz.” (s. 122) Orwell’e göre kimsen ve neye inanıyorsan amacın odur.
Dan Franck ilginç bir romancıdır. Romanlarında ustalıkla uyguladığı bir teknik vardır. Kahramanlar konuşturulsa bile yazar daha çok duygu, düşünce ve planlarının davranışlarıyla gösterilmesini önemser. Dan Franck, davranışları konuşturarak roman yazar. Bu teknik ilgi çekici bir tekniktir. Görselliğin öne çıktığı bir teknik. Film tekniği.
Yalçınova, “Raskolnikov mu Bihruz Bey mi” eserinde yeni romancıların film izleyerek hayatı tanımaya çalıştığını, bunun da yazarlarda bir sunilik oluşturduğunu ve yazarları hayattan kopardığını belirtmektedir. Eylemsizliğin, habisliğin kaynağı olduğunu ve modern hayatın insanları eylemsiz kıldığını, internet, radyo, televizyon ve sinema ile oyalanan insanın eylemden yoksun yani hayattan uzak kaldığını belirtiyor. Bu hayattan romancının da etkilendiğini ve gerçek bir hayat yaratamadığını belirtmektedir. Eserin sonunda yazar çağın gerçeğinin mücadele etmek olduğunu belirterek hem yazarı hem de okuru hayatı yaşamaya davet ediyor.
Ömer Yalçınova, Raskolnikov mu? Bihruz Bey mi?, Avangard Yayınları
Recep Şükrü Güngör