Sinema yazarı Alin Taşçıyan, Türk sinemasının dünyada elde ettiği başarıya ilişkin, "Bir dönem Romen filmleri, bir ara Küba, bir ara Şili, bir ara da Arjantin yükseldi. Bu ülke sinemalarının içinde ivmesini kaybetmeyen iki ülke çıktı, Türkiye ve Romanya." dedi.

Türk sinemasının dünden bugüne geçirdiği süreci Anadolu Ajans muhabirine değerlendiren Taşçıyan, 1990'lı yılların ortasında yakalanan yükselişin halen devam ettiğini belirterek, "Dünyanın birçok ülkesinde, sinemanın biraz moda haline geldiğini gördük. Mesela bir ara Güney Kore filmleri ortalığı kasıp kavurdu. Bir dönem Romen filmleri, bir ara Küba, bir ara Şili, bir ara da Arjantin yükseldi. Bu ülke sinemalarının içinde ivmesini kaybetmeyen iki ülke çıktı, Türkiye ve Romanya." diye konuştu.

Taşçıyan, Romanya sinemasında üslup ve tema birliği olduğunu aktararak, "Bireysel özellikleri ayırt edilebilen iyi yönetmenlere sahip olmakla birlikte, bir genelleme yapabileceğimiz Romen sineması var. Türkiye sineması ise bütün eklektik yapısı sayesinde ortaya çıktı ve yükseldi. Bu eklektik yapı zaman zaman minimalist, hatta tek heceli ismi olan filmler diye genelleyebileceğimiz bir yere doğru kaysa da, sonra hep toparlandı. Yeni isimler, yeni üsluplar eklendi ve farklılaşarak kendini göstermeye başladı." değerlendirmesinde bulundu.

Yurt dışında yaşayan Türk yönetmenlerin uluslararası alanda kazandıkları başarıya dikkati çeken Taşçıyan, eşi Guillaume Giovanetti ile çalışan Çağla Zencirci’nin Karadeniz'de çektiği "Sibel" filminin Locarno festivalinden "Fibresci" ödülü aldığını, Mahmut Fazlı Çoşkun'un "Anons" filmiyle Venedik Film Festivali'nden ödülle döndüğünü kaydetti.

Alin Taşçıyan, her ay dünyadaki prestijli festivallerde Türkiye yapımı filmlerin sinemaseverlerle buluştuğunu vurgulayarak, "Karlovy-Vary'de vardık. Locarno'da da Venedik'te de Toronto'da da varız. Yılın ilerleyen festivallerinde ne çıkar bilmiyoruz. Elbet Berlin'de bir iki tane filmimiz olacaktır. Yani bu ivme hiç düşmüyor." ifadelerini kullandı.

Türkiye'de artık işini bilen ve dünyaya açık bir kuşak olduğunu vurgulayan Taşçıyan, 1990'lı yılların sinemacılarının her şeyi el yordamıyla öğrendiğini ve bugün hala sinemanın en iyi örneklerine imza attıklarına dikkati çekti. Yurt dışındaki ve yurt içindeki festivallerde başarı kazanan filmlere Türkiye'deki izleyicinin çok ilgisiz olduğunun altını çizen Taşçıyan, şunları aktardı:

"Mesela eskiden bir dağıtım sorunu vardı. Şimdi alternatif dağıtım sistemleri getirildi. Yani iki-üç ayrı koldan, isteyen herkesin Türkiye'de üretilen iyi filmleri, arthouse filmleri izleme şansı var. Ama ne yazık ki geniş kitleye ulaşma şansları yok. Geniş kitle Türkiye sineması dediğimiz bambaşka bir olgunun peşinde. Açıkçası bu cümleyi kurmak ağırıma gidiyor ama bazen bir planını diğerinden ayırt edemediğim, hepsinin aynı filmler olduğunu düşündüğüm komediler izleniyor. Yani bir üsluba önem vermeyen, senaryoda da son derece kalıplaşmış, cinsiyetçiliğe dayalı, beni affetsinler ama kadın-erkek ilişkilerini bayağılaştıran komediler üzerinden yol alıyor Türkiye sineması. Bu ciddi bir sorun."

Taşçıyan, genç sinemacıların orta kuşak ustaları örnek almaları ve onların filmlerini dikkatle izlemeleri tavsiyesinde bulunarak, "Onların ne dediklerine ne yaptıklarına kulak vermelerini öneririm. Onların mirası çok önemli. Onları taklit etmeden, nasıl çalıştıklarını öğrenerek, en azından metodik olarak onların çalışmalarını izlemesini öneririm." dedi.

Sinemanın temel prensiplerinin değişmediğinin altını çizen Taşçıyan, günümüz teknolojisi ve imkanlarıyla neredeyse bütçesiz film çekiminin dahi mümkün olduğunu ancak bu rahatlığın içinde kuşkucu olmak gerektiğini aktardı. Alin Taşçıyan, genç sinemacıların kişisel ve üslup özelliklerini, sinemayla meselelerini ortaya çıkaracak işler yapmaları önerisinde bulunarak, "O yüzden de acı çekmiş kuşaklara hep bakmak lazım. Bugünün acıları biraz yapay acılar. Bugünün insanının temel meselesi olan sıkıntı, varoluşçuluktaki sıkıntı değil. Bizimki can sıkıntısı." ifadelerini kullandı.

Kaynak: AA