İslâm'da resim gibi mûsıkî de asırlar boyunca münakaşa konusu olmuştur. Esasen Kur'an-ı Kerim'de mûsıkî’yi yasaklayan herhangi bir âyet bulunmadığı gibi, mûsıkî aleyhinde ileri sürülen hadisler de genellikle "mevzu"dur. "İslâm Açısından Mûsıkî ve Sema” (İst. 1976) adlı eseriyle bu konuya açıklık getiren Süleyman Uludağ, mûsıkî'nin haram olduğuna dair ileri sürülen hadislerin hemen hepsini inceleyerek mûsıkî yasağının varid olmadığını isbat etmiştir. Bununla beraber Müslümanların mûsıkîye karşı çekingen davranmaları, resimde olduğu gibi, mûsıkîde de aşırı temayülleri engellemiş, sanatkârları yeni yollar aramaktan ziyade, meşru bir zeminde derinleşmeye sevketmiştir. Bilindiği gibi, İslâm tarihinde mûsıkînin en yaygın olduğu ve geliştiği çevreler tasavvuf çevreleridir. Sûfiler arasında epeyce yaygın olan bir inanışa göre, mûsıkî, Allah'ın ruhları "Ben sizin rabbiniz değil miyim (elestü birabbiküm)?" hitabını hatırlatmakta, dolayısıyla insanın ezelde Allah ile bir olma zevkini şiddetle özlemesine sebep olmaktadır.
"Padişahın rabab sesini dinlemekteki maksadı, iştiyak çekenler gibi Tanrı hitabını hayal etmekti” (Mesnevî, IV. b. 731) diyor Mevlânâ. Türk mûsıkîsi de dâhil olmak üzere, en ilkelinden en gelişmişine kadar bütün mûsıkîlerin temelinde buna benzer bir heyecanın, yani "bir olma" arzusunun yattığı bir gerçektir.
Hakikî "abstraction" mûsıkî'nin kendisidir denilebilir. Çünkü mûsıkîde tabiattaki sesleri taklide yönelik münferit ve fantezi olmaktan öte geçmeyen bazı teşebbüsler varsa da, hiçbir fenomen dile getirilmez. Yani mûsıkî görünüşlerle ilgili değildir, görünüşlerin ardında bulunanı araştırma, onunla "bir olma"dır. Bu bakımdan ritm telkin edici özelliği dolayısıyla mûsıkî de büyük bir öneme sahiptir.
Mistik kaynağından büsbütün uzaklaşmamış mûsıkîlerde kozmik âhenge katılma iradesinin bir neticesi olarak karşımıza çıkan ritm, Türk mûsıkîsinde de esastır, "usul" dediğimiz belirli ritmlerin birleştirilmesiyle elde edilmiş ölçüler, bir başka deyişle ritm klişeleri, icra esnasında, ‘düm tek'lerin sürekli tekrarıyla dinleyicileri ısrarlı bir şekilde mutlak vakte davet eder. Zaman hakkındaki fikrini açıklarken Bergson, duree'yi en iyi bir şekilde bir mûsıkî parçasını kendimizi vererek dinlediğimiz zaman anlayabileceğimizi söylemektedir. Sûfîler'in anladığı mânâda "mutlak vakt" ile Bergson'un duree (mutlak vakt) fikri arasında bazı benzerlikler vardır. Ritm, bir bakıma, oluşu tek bir oluş, "Yek pare bir an" olarak kavramımızı ve onda kesafet kazanmamızı sağlar. Mevlânâ'nın kuyumcular çarşısında çekiç seslerinin ritmine kapılarak sema etmesi, ritmin mahiyetini ve fonksiyonunu göstermesi bakımından tipik bir hadisedir. Kozmik âhenge ulaşan insan, bütün tezatlardan arınmış, görünüşler dünyasının yarattığı "abes" duygusundan kurtulmuş insandır.
Türk mûsıkîsi başta olmak üzere, Doğu mûsıkîlerinin hemen tamamının tek sesli olması ve bunda ısrar etmesi, kanaatimizce, bu mûsıkîlerin hüviyetleriyle yakından ilgilidir. Resminde niçin perspektif yoksa, hikâyesi niçin dramatik gerilimi tanımıyorsa, mûsıkîsinde de onun için polifoni yoktur denebilir. Polifoni, yani çok seslilik, çeşitli nağmelerin birbiriyle uzlaşacak şekilde (consonance) aynı zamanda işitilmesidir. Armoni bilgisi bunun kâidelerini düzenler. Türk mûsıkîsinde "her zaman acord"un bulunmaması, dolayısıyla armoniye gidilememesi çok çeşitli şekillerde yorumlanabilir. Biz bunun sebeplerinin, İslâm kültürünün yapısı ve geleneğin her alanda kendini hisettiren kavrayıcı gücü hesaba katılmadan anlaşılamayacağı kanaatindeyiz. Ferdi devamlı kontrolünde tutan ve istikrarı parlayacak hamlelerine engel olan gelenek, mûsıkîde de yerinde sayıyormuş intibaını veren bir durgunluk yaratmıştır. İslâm medeniyeti, bir bakıma vardığı her noktada geriye dönerek kendini kontrol eden ve devamlı nüans kazanarak derinleşen bir medeniyettir.
Bir mûsıkî tarihçisi, Doğu mûsıkîlerinin genel olarak yerinde saydığını, değiştiyse bile bu değişmenin Batı mûsıkîsinde Organa'dan Beethoven'e, Schönberg ve Stravinski'ye kadar görülen değişme hızı yanında hiç kaldığını söyler. Fakat Batı'da armoniye bağlı nağmenin (melodie) Doğu'da "Batı'nın aklının alamayacağı" inceliklere ulaştığını da söylemek zorunda kalır. (Curt Sachs)
Gerçekten de armoniye giden yolda hızlı değişmelere uğramışsa da, bilhassa Türk mûsıkîsine kazandırdığı imkânlara karşılık, kendi sahip olduğu imkânları derinliğine işleyerek zenginleştirmiş, bağlı bulunduğu kültürü doğrudan doğruya ifade eden öz bir dil haline gelmiştir ki Yahya Kemal'in ifadesiyle "Ondan anlamayan bir şey anlamaz bizden."
Kaynak: Beşir Ayvazoğlu, “Türk Mûsıkîsinin Tek Sesli Olması, Mistik Bir Mûsıkî Olmasındandır”, Tercüman gazetesi, 8 Ağustos 1983.
(TYB, Türkiye Kültür ve Sanat Yıllığı, Ocak 1984)