Modernite 16.yy’da Rönesans’la başlamış, 18.yy’da Aydınlanma hareketleriyle gelişmiş, 19.yy’da materyalist felsefeyle birlikte en olgun dönemini yaşamış düşünce akımıdır. Modern kelimesi etimolojik olarak 'modernus' kelimesinden gelmektedir ve şimdiyi ifade eder. Aydınlanma hareketlerinden sonra geçmişi kötü olarak tanımlamaya yönelen insan, rasyonellikle birlikte geleceği tanımlamaya kalkışmadı, dolayısıyla en mantıklısı şimdiye bağlı kalmak, anı yaşamaktı. Şimdiki modernlerin bile ‘eski kötüdür’ demesinin altında kiliseye bir taşlama vardır, çünkü eski dindir/gelenektir, yeni olan akıldır. Modernite gündelik hayatta dinin yerini belirleme amacıyla oluşagelmiş bir fikir bütünüdür. Onun amacı dinin neye karışıp neye karışmayacağına karar vermek ve dolayısıyla insanı özgürleştirmeyi vaad etmektedir.

Ergün Yıldırım da, ikinci baskısı Doğu Kitabevi'nden çıkan Hayali Modernlik/Türk Modernliğinin İcadı adlı kitabında, bize dayatılan Türk modernliğinin özgün tarihsel bir serüvenin değil, aydın ve yöneticilerin icatlarıyla oluşturulmuş bir hayal olduğunu belirtiyor. Yazar öncelikle modernliğin tüm kavramlarını kabullenerek başlıyor kitaba ve modernlere sorular yöneltiyor. Modernlik mesele olduğunda sık sık bunun bizim derdimiz olmadığını fakat sürekli modern olmaya çalıştığımızı belirtiyor.

Bilindiği üzere modernlik ilk olarak Aydınlanma çağıyla temellerini oluşturmuştur. Sanayi Devrimi’nin ardından hız kazanmış ve gelişim göstermiştir. Ve modernite bu şekilde mayalanmış, keskin dönemlerden geçerek bir bütünlüğe kavuşmuştur. Ancak bizim bir Aydınlanma çağımız yoktur, bir Sanayi devrimimiz yoktur, dolayısıyla ortada katı bir toplum mühendisliğinin ürünü olan hayali/imgesel ve tepeden inme bir modernlik vardır. Ergün’e göre bizimle ilgisi olmayan bir takım olayların nasıl olup da neredeyse tüm coğrafyamızda hâkim olduğu sürekli sorulması gereken bir sorudur.

Endüstrileşme, bireycilik, sekülerleşme gibi kavramların bizim dünyamızda yeri yok

Kitap içerisinde bu sorunun cevabı olarak küreselleşmenin devletlere aşılanmasını ve modern olmanın Batılı olmakla eşdeğer sayıldığını belirtiyor yazar. Dikkat edersek modernlik yalnızca Batılı olmayan devletlerin sorunudur, Batılı devletlerin modernlik gibi bir kaygısı bulunmamaktadır. Ancak modernliğin cilvesine kapılıp Batılılaşmak kimliksizleşmekle eşdeğerdir. Modernliğe kapılma uğruna zengin medeniyete sahip toplumlar, kendi medeniyetlerini çok çabuk hiçe sayabiliyorlar. Geçmişi hatırlamayı, geçmişten ders almayı modernite yasaklıyor ve modernlik hayaliyle tutuşan bizler de yasaklara direnmiyor, onlara seve seve uyuyoruz.

'Biz geri kalmadık, Batı fazla ileri gitti' sözünü göz önünde bulundurduğumuzda ne anlamda modernleşmemiz gerektiğine cevap bulabiliyoruz. Batı’nın kendince gelişmiş bir toplum olduğunu kabul edebiliriz ancak, kendi dışındaki toplumları azgelişmiş olarak tanımlamasının altında bir ötekileştirme niyeti bulunmaktadır. Modernlik, ilerlemeyi, bilimi ve pozitivizmi savunarak gelenekseli ve dini karşısına almaktadır. Örneğin 700’lü yıllarda Horosan'da yaşamış olan Cabir Bin Hayyam daha o yıllarda kimya ile ilgilenmiş ve atomun parçalara ayrılmasının mümkün olacağını söylemiştir. Atomun parçalanabileceğini ancak parçalandığı takdirde büyük bir gücün meydana çıkacağını ve bu güçle Bağdat’ın yerle bir olacağını söyleyerek bu gücü tarif etmiştir. Hatta bu olayı Allah’ın kudret nişanıdır diye tanımlamıştır. Atomu parçalamak belki o günün imkânlarıyla mümkün olmasa da bunun düşüncesinin bile ne kadar tehlikeli olduğunun farkındadır. Ona göre atomu parçalamak, cinayetten başka bir işe yaramayacaktır. Aradan yüzyıllar geçtikten sonra atom parçalanmış ve insanlığa faydadan çok zarar getirmiştir.

Yıldırım, kitabın son bölümünde Nurettin Topçu’ya özel bir yer ayırmış ve onun çalışmalarındaki zeminle hareket ederek modernliğin temel yapıtaşları sayılabilecek endüstrileşme, bireycilik, sekülerleşme gibi kavramları eleştirmiş, bu kavramların bizim dünyamızda yeri olamayacağını savunmuştur.

Yazarın bu kitabı modernliğin özgürlükçü, gelişimci çağrılarına karşı, modernliğin gerçek yüzünü resmetmeyi başarmış, onun nasıl bir hayali proje olarak oluştuğunu tanımlamış ve ne yazık ki kendisine ulaşan toplumlara mutluluktan çok hüsran yaşattığını tüm gerçekliğiyle tanımlamıştır.

 

Sevde Kaya yazdı