Adını kaç kere söylediler ama
İlk şiirini duyduğumda birinci sınıfta, ezberlediğimde ilkokul ikinci sınıftaydım. Çok bilinen ama hiç tanınmayandı. Ortaokul ikinci sınıftayken Türkçe öğretmenimin sattığı bir kitap vardı onun hakkında. Almış ama okumamışım. Hatırlamıyorum şu an içinde neler vardı. Yer etmemiş bende o kitap. Sonrasında hep unutulan, görünmeyen, adı duyulandı.
Herkes biliyordu adını. Ama kimdi? Tanıyan ne kadar azdı.
Camide büyüyen bir çocuktu. Ömrü boyunca hisli, kocaman, dağ gibi yüreği olandı. Babasıyla gittiği camiyi şiirlerinde anlatan ve on dördünde öksüz kalandı.
Yokluk, yoksulluk çeken ama gönlü tam tersi ölçüde zengin olandı.
Ömrünü sürgünde geçiren, son demlerinde hasta bir halde vatanına dönen, en netameli yıllarda çok cesur, duygulu, kahramanca şiirler yazan, yüreğine kocaman bir imparatorluk sığdıran bir adamdı. Ve gözleri, mahzundu. Yeni anlıyorum. İlk defa bakıyorum sanki gözlerine.
Her kahramanlık döneminde adından, şiirinden kısaca bahsedilen, ama kendisi, hayatı, düşünceleri bilinmeyen, gizli bir sansüre uğramış olandı. Anlıyorum geç de olsa. Ne geniş bir yüreği vardı. O yüzde, o gözlerde ve yüzün etrafını çerçeveleyen hafiften ağarmış sakallarda ne büyük acılar, yoksulluk, yoksunluklar vardı.
Yaşamı, kişiliği ve karakteri unutturulmuş, silinmeye bırakılmış toplumsal hafızada, hafızamızda…
Adı bilinen, kendi uzak bir ülkede masal kahramanı gibi, yaşayıp yaşamadığı şüpheli bir adamdı.
İlk dönem şiirlerini yakmış. Neden? Dergilerde, gazetelerde, kuruluş yıllarında çok çetin tartışmalara girmiş, kılıçtan daha iyi kullandığı kelimelerle tartışmalardan galip ayrılmış bir adam.
Yüreği ise öyle merhametli. Çocuklara, kadınlara, ihtiyarlara… Bir tren istasyonunda, doğmamış bir çocuk için beş günlük yola gidip ona elbiseler alıp dönen bir adamdı çünkü.
Yokluk içinde, kırgın, küskün belki de.
Yoksul, öksüz, acı çeken çocuklar varmış şiirlerinde, geç okudum.
Gözleri hiçbir ayrıntıyı kaçırmayanmış.
Kızkardeşinin dört yaşında ölen kızına şiirler yazanmış.
Ya da bir meyhane üzerine derin, keskin gözlemleri bulunan da oymuş.
Ne çok yer gezmiş.
Geçen yüzyılda değil, sanki bugün yaşamış gibi yazmış o toplumu. Öylesine bizi tanıyormuş.
Bizim için belki ancak kahramanlık, idealize edilen bir geçmiş gibi görünürken o yıllar
onun şiirlerindeki toplumun yansımalarını, insanlarını, kaygılarını görmek hem şaşırtıyor, hem durgunlaştırıyor hem de o zaman da mı aynı kaygılar, aynı yoksulluk, sefalet, geçim derdi varmış diye sorduruyor.
Bir büyübozumu belki ama gerçek.
Düşten uyanma vakti.
Dostlarını ağırlayacağı akşam, evinde olan tek kilimi bir yoksula verdiği için, bir başka arkadaşına ricada bulunan bir adam yine oymuş...
Bakışları karşımda. İçime işliyor.
Bunca zaman bakışmışız.
Ama ben hep kaçırmışım gözlerimi.
Bakmış ama görmemişim.
Ben de unutanlardan(d)ım.
Bilen ama tanımayanlardan.
M.Akif Ersoy’dan özür, bu özrün bir nişanesi olarak yine
O’na rahmet ve gönül dolusu Fatihalar diliyor, okuyorum…
Ümit Savaş Taşkesen derin bir keder içinde yazdı
Editörün Notu: Mehmet Akif, yıllarca unutturulmaya çalışıldı ve kısmen başarılı olundu. İlgili haberimiz için: http://www.dunyabizim.com/news_detail.php?id=1930