Prof. Dr. Turan Koç’un İslam Estetiği kitabı, estetiğin derinlerine iniyor ve bu tecrübenin İslam’dan beslendiğini geçmişten günümüze taşıyarak anlatıyor. Kaynakçası çok dolu olan bu kitapta, Turan Hoca’nın açık ve sakin üslubuyla estetiğin ve sanatın özünü bulabilirsiniz.
Turan Koç, İSAM Yayınları’ndan çıkan bu kitapta öncelikle estetiği bölümlere ayırmış. Bir önsöz ve bir giriş yazısından sonra başlıyor kitap. Hani çoğu zaman bazı önsözler okunmaz, atlanır. Açıkçası her zaman da çok sıkıntı değildir bazıları ama Turan Hoca’nın önsözü ve giriş yazısını okumamak büyük kayıptır. Bizlere estetik ve sanat konusunda söylenecek çok şey olduğunu bu kitapta okuyoruz.
Bu tecrübeler bir kesime göre, “artık hayatiyetini kaybetmiş” şeklinde yorumlanıyor. Fakat bu topraklarda adı konulmasa da çok uzun zamandan beri bunlar yaşanıyor. Kitabın bir bölümünde Turan Hoca da “Gazzali’nin döneminde yaşasaydık buna dinî, geleneksel, kutsal demek gerekmezdi” diyor. Çünkü o zamanlar her şey, su içtiğimiz tas dahi, estetik tecrübenin bir sonucudur. Dinin sanat olmadığını fakat sanatı etkileyen en önemli unsur olduğunu söylüyor Turan Hoca. Dinin sanatın ta kendisi değil de onu doyuran olduğunu, İslamiyet’in sanatla etkileşim içinde olmasının bu sanatı diğer sanat anlayışlarından ayrı bir noktaya taşıdığını ifade ediyor.
Vahiyden beslenen sanat anlayışı
Bu maneviyatta hem görüneni, hem görünenin arkasındakini görebiliriz. Bu tecrübeden sonra da bu güzelliğe yaraşır güzellikler yapmayı gaye ediniriz. Bu fikriyatla bir zamanlar çok anlamlı eserler çıkmışken, şimdiye baktığımızda ne görüneni, ne de görünenin arkasını düşünmüyoruz. Tamamen pozitif bilimin ışığında ve onun getirdiği bir hiçlikte yol alıyoruz.
İslam güzel olanla iç içedir. Güzel olanı gün yüzüne çıkartmayı, güzel eserler yapmayı öğütler. Güzel olan eserler, içselleştirildiğinde toplumu bu güzelliği yaşamak ve devam ettirtmek noktasına getirir. Yani sanat toplumu çok yakından etkiler. Aldığımız maneviyat hazzı bizleri farklı boyutlara taşır. Turan Koç Hoca burada Süleymaniye Camii’ni anlatır. Caminin sadece taşın taş üstüne dizilerek yapılmadığını, bu yapının asla basit olmadığını söyler.
Süleymaniye’nin dışı, içi, o insanı içine alan dinginliği ve aynı zamanda o kalbe dokunan maneviyatından kim etkilenmez. Kim bilir belki de etki altında kalmamak için gitmiyoruzdur. En azından turistlerden daha az gittiğimiz kesin. Boş bir sanat anlayışının aksine, vahiyden beslenen sanat anlayışı vardır orada. İnşa edilen her yapının, çizilen her harfin ayrı bir anlamı vardır. Şeyh Galip, Mevlana gibi büyük insanların yazdıkları da sanatın hakikatle olan bağlantısını gösteriyor. Hakikate bağlı olduğu için asla eskimeyen bir sanat anlayışı söz konusudur. Her işin, her yolun sonunun Allah’a bağlandığını söylüyor Turan Koç.
Onlar en büyük sanatçının Allah olduğunu bilirler
İslam’dan beslenen sanat anlayışında nesnellik olduğunu, kişiye göre değişmediğini ve tartışılamadığını ifade ediyor Turan Koç. Şöyle ki güzel olan bir eseri bir kişinin beğenmediğini varsayarsak, bu onun kötü olduğunu ifade etmez. Bu, kişinin o güzelliği o an idrak edemeyecek durumda olmasından kaynaklanır. Sanat, manayı içselleştirip, onu somut bir şekilde dışsallaştırmayı amaçlar. Müslüman ahlakıyla ahlaklanmış sanatçılar, sanat eserlerini ortaya koyarken, Allah’ın varlığının bilincindedir. Onlar en büyük sanatçının Allah olduğunu bilirler. Eserlerini yaratırken o mükemmelliğe yakışır mükemmellikte yaparlar. Tabiatın dengesine aykırı eserler ortaya koymazlar. Somutlaştırılan eser hem güzel hem de yararlı olmak durumundadır. İnsanlığa, doğaya zarar verecek olan şeye, her ne kadar güzel olursa olsun, estetik denemeyeceği değerlendirmesinde bulunuyor Prof. Turan Koç.
“Sanatta yaratma” konusunda oluşan tartışmalar da ele alınmış kitapta. İslam’da yaratma her şeyden önce Allah’a ait bir fiildir. İnsanın yaratmasının ise Kur’an’da 'halk’ kelimesiyle geçtiğini söylüyor Turan Koç. ‘Halk’ kelimesinin anlamına bakacak olursak; bir şeyi var olan şeyden yaratma anlamına geldiğini söylüyor. Bu durumda sanat eserleri var olan doğal kaynaklardan yararlanır. Cami yapmak için taş gerekiyorsa, taş insanın var ettiği bir şey değil, ondan yararlanılan doğal olandır. Allah’ın yaratması gibi yoktan var etmenin söz konusu olmadığını söylüyor. Allah’ın sonsuz yaratma ve yok etme gücü vardır.
Sanatçı, eserini yaparken doğayı, naturalizmde olduğu gibi, taklit etmezler. Doğaya kendi içlerinde, bilinçlerinde farklı anlamlar yükleyerek ortaya koyarlar. Tabi bu da sanatın ihsan boyutuna tekabül ediyor. Bu mana ile oluşan sanat her alana yayılmış oluyor. Bulundukları yerin kendisine emanet edilme bilinci İslam’da vardır. Çünkü insanın halife olarak gönderildiğini, bu yüzden yaşadıkları yeri güzelleştirme bilinciyle hareket ettiğini dile getiriyor. Evler, koltuklar, bardaklar bile bu mükemmellik içinde yerini alır diyor Turan Koç.
Tüm bunlar ‘tevhid’ unsuruna uygun olarak yapılır. Her şey birbirine uyumlu, dengeli şekilde uygulanır. Tevhid, Allah’ın iradesi içinde, aykırı değil, bilakis düzen içinde olmaktır. Mimaride baktığımızda bir parça birleştiğinde bütünü gözetir. Aynı amaçla yapılmış eserler bir yerden bağlanır. İmanı gözetir, bizler de baktığımızda o imanın ve yaşattığı kültürün devamını görürüz. İslam’ın ilham verdiği sanat kutlu olduğundan, bunun da en açık tezahürünün camilerde görüldüğünü söylüyor Turan Koç. Caminin yer aldığı mekanda tabiattaki uyumu, huzuru ve birliği sergilediğini ve şehrin de onun devamı olarak şekillendiğini belirtiyor. Böylece cami sadece belli zamanlarda gidilen bir yer olmaktan çıkıyor. Zaten camilere Allah’ın evi deriz. Dinlenmek için, uyumak için, kitap okumak için de camiye gidebiliriz. Peygamber efendimizin zamanında da mescide belli vakitlerde gidilmediğini okuyoruz. Camiler, mescitler toplanma yeridir. İnsanın hem kendisiyle, hem diğer insanlarla, hem de Allah ile buluşma yeridir. Maalesef ki bunlardan mahrum bırakıldık, bıraktık kendimizi. 'Göz gördü gönül sevdi’ sözü de, ‘gözden ırak gönülden ırak’ sözüyle yer değiştirdi artık.
Şiirin bir bilinç, kavrama işi olduğunu söylüyor Turan Koç
Kur’an ile birlikte yeni bir edebiyat başlamıştır. Rahmanî ilhama dayanan ve vahyin ışığında olan şiir gelişmiştir. Kur’an’ın şiirsel olduğunu, asla bir şiir olmadığını belirtiyor Turan Koç. İsimlendirilmesine taraftar olmadığı, ismini görüş olarak eserin içinde de eleştirdiği, her şeyin başına “İslam”, “İslami” kelimesi getirmenin modern bir sonuç olduğunu ifade ettiği, fakat İSAM Yayınları editoryası tarafından ismi yazarının fikrî bütünselliği, tutarlılığına uymayacak şekilde konulan İslam Estetiği kitabında şiirle ilgili de çok detaylı bilgiler yer alıyor.
Günümüzde şiirin herkes tarafından yazılabilir konumuna getirildiğini, herkesin kendine şair deme yetkisini gördüğüne şahit oluyoruz. Şiir kelimesinin de Arapça ‘şuur’dan geldiğini ve şiirin bir bilinç, kavrama işi olduğunu söylüyor. Şiirin, bizlerin bir şeylerin farkına varmamızı sağlaması gerektiğini söylüyor yazar.
Mana dolu böyle bir sanat anlayışında Allah’a ulaşmaktan başka bir amaç, çaba yoktur. Sürekli yenilik içinde ama hep bir iman noktasında bütünleşen bir sanat anlayışı söz konusudur. Bireyselliğe yer verilmez, insan üstü manalar vardır. İslam’dan beslenen sanatta merkezde insan değil, ilahi olana ulaşma çabası vardır. Eserden anladığım kadarıyla sanat eserleri, belli bir tecrübenin tezahür etmesi ve Allah’a ulaşma yolunda farklı sözlerdir aslında.
Sevde Kaya yazdı