Türkiye’de 28 Şubat sürecinde başörtüsü yasağının, en fazla mağduriyet ve tartışma yarattığı yer üniversiteler oldu. Birçok öğrenci başörtülü olduğu için yükseköğrenim hakkını kullanamadı. “Mağduruz ama mağlup değiliz” diyen zamanın üniversite öğrencisi Tuba Kaya ve bu süreçte ona tam destek veren babası İsmail Baykalmış ile 28 Şubat sürecinde yaşadıklarını konuştuk.
Tuba Hanım 28 Şubat sürecinde neredeydiniz?
İzmir doğumluyum. 1997’de Konya Selçuk Üniversitesi Eğitim Fakültesi’ni kazandım. 1997’de herhangi bir sıkıntı yaşamadık. 1998 yılında sıkıntılar başladı. 1999’da yasaklar ve cezalar daha ağır bir şekilde verildiği için hemen başlar başlamaz uzaklaştırma cezası ile uzaklaştırıldım. Malatya ve İstanbul’da yasakları çok ağır yaşadı arkadaşlar. Benim üniversitede yaşadıklarım ile diğer arkadaşların yaşadıklarını kıyaslayacak olursak benimki biraz daha düşüktür. Çünkü benim şansım, muhafazakâr bir şehirde ve muhafazakâr bir üniversitede olmaktı. Genellikle ülkücü kadronun ağırlıkta olduğu bir üniversitedeydim. Hatta bu yüzden bize de yasak çok işlemez, çok gelmez diye düşünüyorduk kendi aramızda arkadaşlarla. Hatta İstanbul’dakilere ve diğer illerdeki arkadaşlara nasıl destek oluruz diye düşünüyorduk. Çünkü ihtimal dahilinde yasağın geleceğini düşünmüyorduk.
Sonrasında yavaş yavaş geldi öğretmenler uyarılarda bulunmaya başladılar. Tek tek onlar da konuşmaya başladılar ama ikna odaları şeklinde değil. Çünkü pozitif insanlardı hani biz bu yasağı uygulamak istemiyoruz ama emir büyük yerden çoğunluğu bu kanaatteydi hatta ayrılırken gözü yaşlı hocalarımız bile vardı. Bir tanesi hariç!.. Ben İzmir’den çıkmışım, kendi halinde mütedeyyin ailenin evladı olarak üniversite hayatıma başlamışım, ne siyasal bir bağım var, ne radikal gruplarla bağım var, ne iddialı söylemlerim var. Kendi halimizde öğrencilerdik. “Siyasal İslam ve irtica ile mücadele” dediler örtüye yasaklar gelmeye başladı. İşte dediğim gibi hocalardan bir kısmı bu şekilde yaklaştı, birkaç tanesi de biz böyle yavaş yavaş üniversite içinde ya da dışarısında işte oturma eylemi, sessiz eylem gibi alkış eylemleri yaptık.
Yasağın geldiği haberini nerede aldınız?
Yasak yavaş geldi. Bizde Kemal Alemdaroğlu, Nur Serter’e benzer, duvar gibi karşımızda “bundan sonra okuyamazsanız” şeklinde olmadı. Birkaç tane hocamız böylesi sertti sadece. Diğer hocalarımız yumuşak insanlardı. Ama biz biraz sesimizi yükseltmeye başlayınca şunu söylediler “Açın, bu sınıfta kalacak.” Biz açmadık “Okulda kalacak, açın, kampüste kalacak” dediler. Bu yasağı sınıfta başlatıp, yasağı genişlettiler, en sonunda öyle bir noktaya getirdiler ki; kampüse giren otobüslerde dahi bunu uygulamaya çalıştılar. Bu yasağı kabul etmeyen hocalar bile bizim ismimizi alıp yüksek makamlara vermek zorunda kaldılar.
Kaç arkadaştınız?
Sınıfta iki kişiydik. Bölümde de toplam beş kişiydik. Sayımız azdı. Mesela, yirmi kapalı kız vardı, onlar başlarını açtılar. Onların yarısı FETÖ cemaatine mensuptu zaten. Yarısı kendi halinde insanlardı, ekmek kaygısı nedeniyle açtılar.
Başlarını açanların size tepkisi ne oldu? “Ne yapıyorsunuz” dediler mi?
Yok demediler, diyemediler benim duruşum belliydi, kavga çıkardı. Ben zaten Milli Gençlik Vakfı’nda kalıyordum. Onların kendi sohbetlerine davet edecek kitle de bellidir. Ortada kalmışları davet ediyorlardı. Refah Partisi’ne siyasi olarak aykırı yaklaştıklarından, bizi aykırı gördükleri için zaten bir mesafe vardı. Yani ilişkilerimiz vardı ama sıcak olduğunu da söyleyemem. Yani bu konuda “aç” gibi bir telkinle karşılaşmadım. Zaten çok muhatap da olmadım, o eylemlerde bize destek de olmadılar.
İlk eyleminizi hatırlıyor musunuz?
İlk eylemimizi beş kişi bahçede yaptık. İngilizce öğretmenliği bölümünde beş kişiyiz, bize destek olan öğrenciler de vardı. Erkek öğrenciler de vardı. Dekanlığın önünde alkış eylemi yaptık. Biz ailesinden ilk defa çıkmış insanlarız, kendi halinde kızlarız, elektrik faturası yatırmayı bile gerçekten bilmiyordum. El bebek, gül bebek yetiştirilmiş kızlardık. Biz o alkış eylemini yaptık, sonrasında dağıldık sınıfa gittik. Eylemlere arkadaşlarımızı çağırırdık. Herkes birbirine haber verirdi o şekilde toplanırdık. Sonrası trajikomik... Ben hayatımda ilk defa “Eylem” adında bir şeye katıldım, alkış eylemi yapıp ayrıldık, bu kadar. Sonra sınıfa gittim, dekan geldi arkamdan. Dekan benim öğrenci kimlik kartımı istedi, orada mesela bana çok dokunmuştu onu istemesi. İşin ciddiyetinin farkına varmıştım. “Yanımda yok” dedim çünkü öyle söylemişti arkadaşlar. Ama orada alsa da almasa da, psikolojik baskı ile zorlandım çünkü babamız böyle yapmamıştı. Elin adamı gelip horluyor tahrik ediyor, daha ciddi şeylerle karşılaşanlar vardı. Başka bir alkış eyleminden sınıfa döndükten sonra bölüm başkanı bizim sınıfa girdi. Biz arka sıralara geçiyorduk dikkat çekmemek için, arkadaşlarımız rahatsız olmasın diye. 35 kişilik sınıfta bakındı bakındı ve beni işaret ederek “Sen İzmirli” dedi, ben bakakaldım hani dedim ya babasından hiçbir şey duymayan bir aile yapısından geliyordum. “Bu kadar sınıfta, şu kadar insan başını açtı bir sen açmadın, sen mi namus timsalisin de onlar mı namussuz?” dedi. Bu söz bana çok dokundu hiç unutamadım. Onu Allah’a havale ettik sadece...
Bu eylemler valilik önüne taşınınca, etrafa sivil polisler geliyordu, kadın polisler de vardı. Biraz böyle hareketlenmeye başladı. Müdahaleler başladı, olaylar gelişti, bizim de başımızı açmama gibi gösterdiğimiz hassasiyeti neden orada erkek polisler gelecek, direnerek, sürüklenerek öyle bir görüntüye açıkçası ben malzeme vermek istemedim. Ve okulu bırakarak İzmir’e evime geri döndüm.
İsmail Bey bir baba olarak kızınıza uygulanan bu baskıya tepkiniz ne oldu? Kızınıza destek oldunuz mu, yoksa okula başını açarak devam etmesini mi istediniz?
İsmail Baykalmış: Bu meselede direncin, çok haklı bir direnç olduğunu, bundan asla vazgeçmemesi gerektiğini aile olarak, özellikle baba olarak sonuna kadar arkasında olduğumuzu söyledik. Peki, siz korkmadınız eylemlerde sert müdahaleler olur, kızınızın başına bir şey gelir mi, eğitimi yarıda kalabilir mi veya okuldan atılabilir mi gibi kaygılar taşıdınız mı? Şimdi zaten biz böyle bir şeyle karşılaşacağımızı bildiğimiz için, kızımızın dik duruşunun arkasında durduk. Yani onun faturasını ödeyeceğini biliyorduk. Eğer ki kızımıza gelen baskıları “Kızım okuyacaksın idealin var. Sen İngilizce öğretmeni olacaksın, para kazanacaksın, kızım açıver niye direniyorsun? Direnmeyiver, başına bir şey gelir” de diyebilirdik ama bunu demedik. Birçok aile böyle dedi. Tuba’nın anlattığına göre bazı arkadaşlarına ailesi dayak bile atmış.
Tuba Kaya: Ben çok olay olmadan döndüm. Babamın da işi vardı, işimizi devam ettirdim. Sonraki aflarda da başörtüsü yasağı kalkmadığı için dönüş yapmadım. 2011 yılında dönüş yaptım. Ben bu sefer Konya’ya eşim, bir bebeğimle ve diğeri 4 yaşında çocuğumla gittim. Kaydımı yaptım, bu sefer bana dediler ki; devam zorunluluğu var. Eşim beni destekliyordu ama bebeğim vardı, bu benim yapabileceğim bir şey değildi. Bu bizim gibi dönenlerde devam zorunluluğu en büyük problemdi. Bazı arkadaşlar çocuğuyla döndü eşini bıraktı döndü. Mahalle baskısını da yaşadık. Babam, okulu bırakınca mağazanın başına geç dedi. Muhasebe bilgisi öğrendim babamdan. Bu sefer de burası şeriatçıların mı diye söylemeye başladılar. İzmir’de merkezi yerdeydi mağazamız.
İsmail Bey bu süreçte kızınıza nasıl telkinlerde bulundunuz ve kızınız eve döndüğünde neler oldu?
Kendine zarar verecek şeyi yaptırtma dedim kızıma. Direnebildiğin kadar diren, olmazsa gel kızım dedim. Hatta ona “Bak kızım sizin yerinizde olsam, ben olsam bu onüç kişi bir araya gelir, başlarına usturaya vurdurur okula öyle giderdim” dedim. “Sizin başınızı açıp, okula gelmemeniz onların arzu ettiği şey ama bu senin tasarrufunda” dedim. Kızım böyle bir şeyi yapamayacağını söyledi. “Tamam o zaman ben senin arkandayım, elimden geldiği kadar sana yardımcı olurum” dedim ve kızım eve döndü. Otobüse binip İzmir’e geldi. Annesi ağlıyordu ama ben ağlamıyordum. Kızım da ağlıyordu ben ağlayamazdım. Destek oldum sırtını sıvazladım. Niye ağlıyorsun, sen yüce bir şey yaptın, bu senin kaderin, biz bunu böyle sineye çektik. Kabul etmedik sokaklarda da mücadele ettik. Her insan bu travmaya dayanamazdı. Biz ölümü ve yaşamı birine bağlamıyoruz, her şeyi sebebe bağlıyoruz. Biz tarikatçı olduk, gerici olduk, vatan haini, yetmedi ikinci sınıf vatandaş muamelesi gördük. Bir türlü insan olamadık.
Tuba Kaya: Ben devletten hiçbir şey istemeden okula yeniden başladım. Atamalarda FETÖ sebebiyle devlet bir sürü ön eleme yaptı. Sabah 9’da gittim akşam 5’e kadar mülâkata girebilme hakkına kazanabilmek için, yeni mezun öğrencilerle 38 yaşında bekledim. Beklersin de ben şunu vurguluyorum, o dönem biz okulumuzu doğal şekilde bitirebilseydik, şu an bulunduğumuz yerden daha iyi haklarda olabilirdik. Hatta devletin bize “Buyur edip sevgili çocuklar, kızlarımız biz sizi o zaman mağdur ettik, sonra yasağı kaldırdık, siz mücadele ettiniz, sizin mağduriyetlerinizi gelin bakalım nasıl giderebiliriz?” demediler. 28 Şubat Platformu da zaten bunun için kuruldu. Mağduriyetler çözülmedi. Devlet mağdur olan 300 öğrenciyi yerleştiremedi bir yere maalesef. Biz mağdur olduk ama mağlup olmadık!
“Mağduruz Ama Mağlup Değiliz” Bilimevi Kadın dergisi, Yıl: 2017, Sayı: 1 (Nisan-Mayıs-Haziran).