Kapağına baktıkça okumaktan berî durduğum bir kitap var: Tâhir’ül Mevlevî’nin Matbuat Âlemindeki Hayatım ve İstiklâl Mahkemeleri hâtıratı (haz. Sadık Albayrak, Nehir Y., 430 s., 1990).
Bir kültürün, cemiyetin ve dönemin mirasını temsilcilerini idam etmek sûretiyle yok eden İstiklâl Mahkemeleri, hukuksuzluk denilince akla ilk gelmesi gereken uygulamalardan biri. 90’lardaki DGM’lere, 2000’lerdeki ÖYM’lere rahmet okutacak denli hukuksuz, zira idam kararını veren mahkemeyi kurma emri direkt Cumhurbaşkanı tarafından verildiği için, idam kararını şikâyet edeceğiniz bir üst mahkeme mevcut değil. Yani seyyar mahkeme bir karar veriyor ve karar, hukukî yollar tamamıyla kapalı olmak üzre icra ediliyor.
Bu bedbaht vaziyetin tasvirini, idam kararıyla yargılanan âlimlerden biri olan Tahir’ül Mevlevî’nin kaleminden okumak da planlarım arasında yer aldığı için, Bursa’da bir sahafta kitaba rastladığımda almamazlık edemezdim. Gelin görün ki, kitabı aldıktan sonra yolda kapağına dikkatlice bakma fırsatı bulduğumda ürperdim, sırtımdan hafif bir soğukluk geçti gitti, yutkundum. Nehir Yayınları’nın meşhur “Hatıralarla Derin Tarih” serisinin ilk kitabı. Kapakta, İstanbul Mebusu İsmail Canbulat’ın idam edildikten sonra çekilmiş bir fotoğrafı var. Siyah-beyaz fotoğrafta dahi belli olan ölüm katılığı, dudağının sarkıklığı, cansızlığıyla kapağın tam ortasında yer alıyor; boynuna asılı idam fermanıyla. Bakıyorum, bakıp bakıp ürperiyorum.
![]() |
(+) |
Kapakta idam fotoğrafı var!
Kitap yedi aydır kütüphanemde ve her niyet ettiğimde kitabı elime aldım ve arka sayfalara eklenmiş idam fotoğraflarına göz gezdirmekten, son olarak da kapaktaki fotoğrafa bakıp kitabı geri aldığım kitap keşmekeşinin içine koymaktan öte bir şey yapamadım. Lazistan mebusu Ziya Hurşit, Eskişehir mebusu Arif Bey, Batumlu Gürcü Yusuf, Sivas Mebusu Halis Turgut, Trabzon mebusu Hafız Mehmet ve bir de “ismi okunamadı” kayıtlı bir fotoğraf daha…
Hepsi her aklıma geldiğinde idam hâlleriyle gözümün önünde; en çok kapaktaki İsmail Canbulat ama. Şeyh Said’in yasını tutma ferasetini gösterememiş bir halkın içinde Nehir Yayınları’na bu fotoğrafı kapakta kullandığı için söylenmeye niyetim de yok, hakkım da yok; bu kapaktan ürperdiği için kitaba yaklaşamayan başkaları da var mı, bu konuda bilgim de yok.
![]() |
(+) |
Haydarpaşa Garı’ndan Ankara’ya sevk edilirken âlimler
Neyse ki, Ali Birinci’nin Tarihin Hududunda (Dergâh Y., 302 s., Eylül 2012) kitabı sayesinde tarih okumalarına geri dönüş yapmışken, kitabın Büyüyenay Yayınları’ndan çıkan yeni edisyonunu da çıkardım raflardan: Matbuat Âlemindeki Hayatım ve İstiklâl Mahkemesi Hatıraları (haz. Nurcan Boşdurmaz, Büyüyenay Y., 433 s.+38 s., Temmuz 2012). Kitabın ek bölümünde idam fotoğrafları yok bu defa; fotoğraf ve belgeler, hâtıratın el yazma nüshasından örnekler, yargılamalara dair o döneme ait bazı gazete küpürleri.
Bu defa kapakta idam fotoğrafı yok, bu defa okuyabiliyorum. Kapakta, bir idam fotoğrafı kadar çarpıcı olmasa da, 6 Kanunıevvel 1925 tarihli Vatan gazetesinden alınan “sarıklı hocaların Haydarpaşa Garı’ndan Ankara’ya sevki sırasında tren penceresinden çekilmiş bir fotoğraf” var. Dört âlim tren penceresinde, hiçbiri fotoğrafa doğru bakmıyor. Bu kapağa da uzun uzun bakıyorum, iç çekiyorum. Gerçekten iç çekiyorum. Hamamönü’ne doğru giderken sola doğru bir sokak sapıyor, Ulucanlar’a gidiyor o sokak, iç çekiyorum. Acı içime ağıyor, bu defa kitabı okuyorum.
M. Fatih Kutan Ulucanlar’a “selamünaleyküm” dedi